Tuncer Kobaner: Biz Başladığımızda Potaya Smaç Yoktu

Henüz Hüseyin Alp’in sahneye çıkmadığı günlerde, Türkiye’nin en uzun boylu basketbolcusuydu Tuncer Kobaner. Gerçekte boyu 1,98 olmasına rağmen, uzun bacakları ve koşarken attığı geniş adımlar yüzünden, spor basını onu ülkemizin ilk 2 metrelik basketçisi olarak tanıtmıştı. Hatta söylediğine göre boyunun 2,05 olduğunu iddia edenler bile vardı. Basketbola 20 yaşından sonra başlamasına rağmen, doğuştan gelen yeteneğinin üstüne çok çalışmayı da ekleyerek Fenerbahçe ve Türk basketbolunun unutulmaz yıldızlarından biri oldu. Hem sportif hem organizasyon bağlamında geçiş dönemlerinin oyuncusuydu. O basketbola başladığında, freeze denilen topu elde tutarak vakit geçirme, galip takımların çok yaygın kullandığı bir yöntemdi. 1958’den itibaren 30 saniyede hücum etme kuralının uygulandığı hızlı basketbola uyum sağlamakta zorluk çekmedi. Bu değişimin dışında, mahalli düzeyde oynanan liglerden, 1967’de hayata geçirilen Deplasmanlı Lig’e geçişi de yaşadı Tuncer Kobaner.

1933’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde dünyaya gelen Tuncer Kobaner, o yıllarda yaygın olduğu üzere nüfusa bir yıl sonra kaydedilmiş. Anne tarafı Çerkez, baba tarafı Nogay olup, dedeleri Rusya’nın Kuban bölgesinden 1860’larda gelerek Ceyhan’a yerleşmişler. Kobaner soyadını Kubanlı oldukları için almışlar. Dedelerinin buraya yerleşme sebebini şöyle açıklıyor: “Kuban yapı olarak Ceyhan ovasının aynısıdır. Kuban nehri aynı Ceyhan nehri gibi döne döne ovada gider, ortasında kumdan meydana gelmiş adacıklar vardır. Pırpırlı bir uçakla üzerinden geçtim. Ceyhan’da da öyle adacıklar vardır. Biz çiftçiydik. Bin dönüm arazimiz vardı. Babam aynı zamanda dava vekiliydi.”

Tuncer Kobaner çocukluğunun geçtiği Ceyhan nehri kıyısında. “Şu arkada görünen kumlukta futbol maçları, yarışmalar yapılırdı.”

Uzun boyunun ve fiziki kabiliyetinin anne tarafından geldiğini belirten Kobaner çocukluk günlerinden itibaren spora düşkünlüğünü, “Mahallede top oynardık. Yüzmeyi severdim. Evimiz nehir kenarındaydı. Yaz kış yüzerdim,” diyerek ifade ediyor. “Ortaokulda bir okul maçında bir defa kaleci durmuştum, herhalde adam yoktu.” Okuduğu okulları sorduğumuzda şunları anlatıyor: “İlkokulu Ceyhan’da okudum. Ortaokulda hocam istikbalimi değiştirdi. Aşı olmuştuk. Derste herhalde arkamdan birisi gürültü yapmış. Arkası dönüktü, geldi güm diye vurdu aşılı yerime, canım yandı. ‘Hocam niye vuruyorsunuz?’ diye sordum, ‘Bir de terbiyesizlik yapıyor,’ dedi. Gürültüyü benim yaptığımı sanmış. İlk dersten sonra çıktım gittim eve, bıraktım okulu. O sene orta sanat yeni açılmıştı, oraya gittim. Meslek seçimi vardı, tesviyecilik çıkmış bana kurada. Arkadaşım istedi ona verdim, ben marangoz oldum. Oradan Adana Sanat Enstitüsü’ne gittim. Marangozluk mesleğini öğrendim. Evlenince kendim yaptım karyolamı ve büfemi. Oradan İstanbul’a, Yıldız Teknik Okulu’na geldim. Hiç hazırlanmamıştım, gezmek için geldim. Niyetim prefabrik dağ evleri yapmaktı. Kazanınca Yıldız’ı, okuduk mühendis olduk.”

Yıldız’a girince basketbol oynamaya başladı diye düşünüyoruz ama bunun hemen gerçekleşmediğini şöyle anlatıyor Tuncer Kobaner: “Basketbola geç başladım, 21 yaşında. Basketbolu hiç sevmezdim. Yıldız Teknik Okulu’nda top oynardık kendi aramızda; futbol, voleybol.  Ben 1953’te Yıldız Teknik’e girdim. 55 yıllarıydı galiba, okulda basketbol piyasasını çok iyi bilen Ataman Arısoy diye bir arkadaşım vardı. Daha sonra Vefa ve Fenerbahçe’de yöneticilik yaptı. Yaklaşık iki yıl bana hep, ‘Tuncer ne olur basketbol oyna,’ derdi. Ben de, ‘Basketbol sevmiyorum, oynamam,’ derdim. İstanbul’da yüzemiyorum, kışın soğuk oluyor, spor yapamıyorum. Arkadaşım bir gün sinemada yakaladı beni, ‘Yarın antrenmana gelsene,’ dedi. Terlemeye ihtiyacım var, kışın spor yapacak yer yok. ‘Sabah 7’de okulun spor odasına gel,’ dedi. Zaten okulda yatakhanede kalıyoruz. Sabah indik, bir takım malzemeler uydurduk. Pazar sabahı 8’de Eminönü Halkevi’nde antrenman var. Çıktık sahaya koşuyoruz, top tutmasını bilmiyoruz tabii. Biz öyle aramızda oynuyoruz. Kenarda bir arkadaş duruyor. Hiç unutmam, bir köşede öbür kalede; üzerinde sarı-yeşil bir forma, Anadoluhisarı yazıyor. İlk gördüğüm basketçi o. Ona hayretle baktım. İçimden, ‘Adam ne oynuyor be! Şu kadar oynasam ne olur,’ dedim. Bir yarım saat kadar oynadık, koşturduk filan. Tabii bir şey bilmiyoruz. Biraz sonra yanıma geldi. ‘Siz nerede oynuyorsunuz?’ diye sordu bana. ‘Ben bugün ilk defa topu elime aldım,’ dedim. ‘Ne!’ dedi inanamadı. ‘Siz çok büyük oyuncu olursunuz,’ dedi. Hiç onu unutmam. Meğer o adam Cavit Altunay’mış. Sonra tabii rahmetli Cavit’le çok karşılaştık, çok sevdiğim bir insandı.”

Galatasaray-Vefa maçı. Ali Kazaz (15), Tuncer Kobaner, Şengün Kaplanoğlu (4).

“Öyle başladık. Arkadaşım bana çok güveniyordu. ‘Tuncer, senin basketbolu öğrenmen lazım, öğrenmek için de bir kulüpte olman lazım,’ dedi. ‘Sana basketbolu Yalçın (Granit) öğretir. Yalçın çok meraklıdır, hele seni bulsun hammadde olarak, üstüne düşer. Gel seni Yalçın ile tanıştırayım,’ dedi. Bir Pazar günüydü galiba, Türkiye Atış Şampiyonası vardı. Yalçın 60’da 58 veya 59 attı, birinci oldu. Yanımıza geldi, hemen tanıştık, çok memnun oldu. ‘Seni çalıştırmayı çok isterdim. Yalnız bir durum var, ben Çarşamba Fransa’ya gidiyorum. Racing’e transfer oldum. Pazartesi gelin, sizi Osman (Solakoğlu) abiyle tanıştırayım,’ dedi. Galatasaray kulübüne gittik. Osman abi adres aldı, ‘Ben Yıldız’a uğrarım,’ dedi. Aradan bir hafta – 10 gün geçti, Osman abi gelmedi.  Ataman, ‘Sana en uygun kulüp Vefa ama küme düştü. İkinci kümede oynamanı istemem. Yalnız Vefa’nın bir ümidi var.  Türk basketboluna yaptığı hizmetlerden dolayı takım sayısını bir arttırarak kümede kalmasını sağlayabilirler,’ dedi. Hakikaten iki gün sonra Tertip Komitesi’nin aldığı kararla Vefa Birinci Kümede kaldı. Öyle olunca Ataman, ‘Vefa’ya git, basketbolu orada öğrenirsin,’ dedi.”

Vefa. Ayaktakiler soldan sağa: Recai, Yılmaz Biliközen, Alaaddin Kuran, Tuncer Kobaner, Önder Seden, Yümnü Bosnalı, Yavuz Türkoğlu. Oturanlar: ?, ?, Atilla Erten, Güner Yalçıner, ? .

Böylece Tuncer Kobaner 1955-56 sezonundan itibaren, İstanbul Birinci Küme’de mücadele eden Vefa’nın formasını giymeye başlamış. Takıma nasıl katıldığını şöyle anlatıyor: “İki arkadaş Vefa’ya gittik. O okulun takımında oynuyor, boylu birisi. Güner (Yalçıner) Vefa genç takımından A takımına yeni çıkmıştı. Atilla Erten antrenör oyuncuydu. Bir sürü çocuk çıktık sahaya, antrenman yaptık. Beni beğenmişler, öbür arkadaşı beğenmemişler. Vefa’da devam ettim. Yaz vaktiydi başlangıcı zannederim. Aradan bir-iki ay geçti. Atilla abiyi İstanbul Karmasına çağırdılar. O bir ay kadar kamplarda kaldı. Biz o arada kendi aramızda oynadık. Takımda o zaman Güner, Alaattin, Yılmaz  Biliközen var. Bir müddet sonra Atilla abi geldi, o da şaşırdı. İlk zamanlar beni antrenmanda maç yaparken, oturtuyorlardı kenarda. Beni görünce şaşırdı, hemen mesafe kaydetmişim. Metin isminde bir pivot vardı, benim boyuma yakın. O askere gidince benim gibi acemi adama pivotluğu verdiler. Ribauntta topu kapıyorum, kaçırırım diye atma, bize ver diyorlar!”

Geleceğin iki büyük pivotu Tuncer Kobaner ve Nedret Uyguç (11), bir Darüşşafaka-Vefa maçında karşı karşıya.

Vefa’daki maddi imkânları sorduğumuzda, “Para filan vermiyorlardı. Zaten para isteyecek halimiz yok, daha basketbolu bilmiyoruz,” diye cevap veriyor Tuncer Kobaner. Yeşil-beyazlı kulüpteki ilk sezonunu da şöyle anlatıyor: “O sene düşmekten korkuyorduk. Şampiyonluğa oynayan Fenerbahçe, Galatasaray, Modaspor’un arkasından dördüncü olduk. Beyoğluspor’la dördüncülük mücadelesi yaptık. Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki final maçından önce biz Beyoğluspor ile dördüncülük maçını oynadık. Darüşşafaka, Beyoğluspor, Vefa, dördüncülük için çarpışırdık.” İstanbul’un kadim ve mütevazı kulübü Vefa, 1956-57 sezonunda Tuncer Kobaner, Güner Yalçıner, Yavuz Türkoğlu ve Önder Seden gibi geleceğin ünlü isimlerinin yer aldığı kadrosuyla büyük işler başarmış. Önce İstanbul Liginde Modaspor’u geçip üçüncü sırada yer almış. Ardından katıldığı Türkiye Şampiyonası’nda Fenerbahçe’nin ardından ikincilik gibi önemli bir derece elde etmiş.  O sezonla ilgili ilginç bir anısını şöyle anlatıyor Tuncer Kobaner: “Moda’yı yenmeye, Galatasaray’ı sıkıştırmaya başladık. Bir Pazar sabahı Galatasaray’ı sıkıştırdık ve maçı almıştık aslında. O zaman top tutmak serbestti. Bir dakika var, üç sayı öndeydik. Top bizdeydi. Güner getiriyordu topu. Santrada hakikaten onu yaka paça aşağı indiriyorlardı, topu faulle elinden kapıyorlardı. Faul çalmadılar. Hakem Yuda Çerasi’ydi. Fark bir sayıya indi. Sonra bir sayı öne geçtiler. Biz son bir sayı attık. Top çemberi geçti ama basket olmadı.  Aşağıdan, ağın altından Özer yumrukla vurdu, topu geri dışarı çıkarttı. Bir sürü kasti faulden sonra en son bu şekilde sayımızı da yediler, öyle yendiler. O maçı hiç unutmam. O güne dek hiç sesim çıkmazdı, çok centilmendim. O maçtan sonra birkaç defa ceza kuruluna gittim.”

1957’de Türkiye ikincisi olan Vefa’nın ilk beşi. Soldan sağa: Tuncer Kobaner, Yavuz Türkoğlu, Atilla Erten, Önder Seden, Güner Yalçıner.

Buna rağmen Galatasaray’ın ve Turgut Atakol’un Türk basketbol tarihindeki önemini şu sözlerle dile getiriyor Tuncer Kobaner: “Türk basketbolunu yücelten Galatasaraylı idareciler ve bilhassa Turgut abidir. Neden? Galatasaray yıllardır ‘Yenilmez Armada’. Kimle oynasan yeniyorsun, 50 sayı fark atıyorsun. Çekişme yok. Turgut abi diyor ki Fenerbahçe’yi güçlendirelim. Altan Dinçer’i onun için Vefa’dan Fener’e alıyorlar. Fenerbahçe’de Muhtar Sencer’e takım kurduruyorlar, rekabet olsun diye. Turgut abinin bu işi planlıdır. Rekabet başlayınca seyirci de gelmeye başlıyor, matbuat da ilgileniyor. Radyolardan yayınlanmaya başladı futbol gibi.”

Bir Fenerbahçe-Galatasaray maçında Tuncer Kobaner, Ünal Büyükaycan (12) ve Hüseyin Kozluca (9) arasında top kapma mücadelesi.

Milli formayı ilk kez 12 Eylül 1957’de, İstanbul’da Romanya’yı 58-57 yendiğimiz maçta giymiş Tuncer Kobaner. Aslında bir önceki sezon Milli Takıma çağırılmış ama affını istemiş. Sebebini şöyle açıklıyor: “Samim abi Milli Takım antrenörüydü. O sezon sonunda beni Milli Takıma çağırdılar. Fakat hemen bıraktım çünkü Haziran imtihanlarını kaçıracaktım. Gittim antrenmana, güzel bir şey tabii Milli Takıma çağırılmak. Baktım, Milli Takım heyecanı görmedim, gayrı ciddi çalışıyorlar. Antrenmandan sonra izin istedim, ayrıldım. Ertesi sene girdim Milli Takıma.” Romanya maçı öncesi yaşadığı sıkıntılı günleri ve o günlerde Balkanlardaki rakiplerimizi, isimlerini de hatırlayarak anlatıyor: “İlk milli maçımı Romanya ile yaptım bir yaz günü. Asya gribi var ortalıkta. Her akşam saat sekizde Asya nöbeti başlıyor. Ateş basıyor, terliyorsun, yanıyorsun. Bir, bir buçuk saatin sonunda geçiyor,  kendine geliyorsun. Her gün bunu yaşıyorum. Hasta hasta antrenmanlara gidiyorum. Antrenmandan yediyi çeyrek geçe gibi çıkıyorum. O zaman  Aksaray’da kalıyorum. Hemen dolmuşa biniyorum, eve gidip nöbeti yaşıyorum. 9’da kendime geliyorum. Maça çıktığımda bayağı zayıftım. Romanya’nın pivotu Avrupa’da dereceye giren, Novaçek diye biriydi. 2.05 filan var boyu.15-20 sayı atan adama 7-8 sayı attırdık. İyi tuttuk demek ki halk alkışladı. Romenleri yendik. Romenleri yenmek iyi bir neticeydi, bizim üzerimizde bir takımdı. Balkanlar bizden iyiydi. Bulgarlar hep şampiyon oluyordu. Mirçev diye bir pivotları vardı, 2.05’ti. Herhalde 100 kilonun üzerindeydi. Onun yanında 1.95’lik Radev vardı. Fast break’e katılırdı. Önündeki adamı yıkar geçerdi. Güreşçi gibiydi, ribauntta çok mücadele ederdi. Bütün takımlara 30 sayı fark attılar. Amerikalı bir antrenörümüz vardı, bayıldı. ‘Amerika’da bu kadar güzel oynayan takım yok,’ dedi.”

1961’de Belgrad’da yapılan Avrupa Şampiyonası’na katılan Milli Takım. Soldan sağa: Altan Dinçer, Tuncer Kobaner, Nedret Uyguç, Erdal Poyrazoğlu, Ersan Salihoğlu, Ali Kazaz, Haşim Ülkü Yakın, Dursun Açıkbaş, Ömer Urkon, Yavuz Demir, Şengün Kaplanoğlu, Mehmet Baturalp.

Vefa’da üç sezon geçiren Tuncer Kobaner, 1958 yazında takım arkadaşları Güner Yalçıner ve Yavuz Türkoğlu’yla birlikte Fenerbahçe’ye transfer olmuş. Milli Takımdaki hocası Samim Göreç’in çalıştırdığı Fenerbahçe’yle, 1958-59 sezonunda ilk kez Türkiye şampiyonluğu yaşamış. Lakin Türkiye Birinciliği maçlarının oynandığı sıralarda çok ciddi bir sakatlık geçirmiş ve ondan sonra bütün spor hayatı boyunca dizlik takmak zorunda kalmış. Nitekim birçok fotoğrafta dizliğin adeta onun vazgeçilmez aksesuarı haline geldiğini görüyoruz. Bu konudan bahis açılınca, nasıl sakatlandığını ve öncesinde yaşadığı ilginç olayı anlatıyor: “Vefa’da bir dönem Yılmaz Gündüz, bir dönem Ali Uras antrenörlük yaptı. Ali abi hastaneye çağırırdı, giderdim, yemek yerdik. Hatta bir keresinde geçmişe dönük rapor almam gerekmişti, yardımcı olmuştu. Basketbol, maçlar derken son sınıfta okula pek devam etmedim. İki aylık devamsızlıktan mühendislikten mezun olamayacaktım. Okulda beni severlerdi. Müdür çağırdı, “Git bir rapor getir, belge almaktan kurtul,” dedi. Ali abiye gittim, tamam dedi; açtı defteri, yazdı raporu. Ertesi sene okula devam edip o sayede mezun oldum. Bir sene sonra aynı tarihte, o raporda yazan diz sakatlığına düçar oldum.”

Tuncer Kobaner’in Fenerbahçe formasıyla ilk maçı. Sezon bittikten sonra 6-8 Mayıs 1958’da yapılan dörtlü turnuvada oynanan Dinamo Bükreş maçının ilk beşi. Soldan sağa: Tuncer Kobaner, Altan Dinçer, Erdoğan Karabelen, Ömer Urkon, Mehmet Baturalp. Transfer dönemi başlayınca Altan Dinçer Modaspor’a, Erdoğan Karabelen Darüşşafaka’ya gittiler.
Tunç Erim (7) ve Tuncer Kobaner.

“Diz bağlarım hâlâ kopuk, hem menisküs hem diz bağları. Kimse bana diz bağın kopuk demedi. Modaspor maçında, oyunun sonuna doğru Turhan Tezol’la çarpıştık. Topa ikimiz hamle yaptık, o benden çok çabuktu. O kendini hazırladı, döndü. O dizini koydu, ben gittim havada ona çarptım. Tabii ben faul yapmış oluyorum. Beş faulle çıktım. Neyse Moda’yı yendik, Park Otel’de kamptayız. Ertesi gün Galatasaray ile maçımız var. Arabaya binip Sergi Sarayı’na gideceğiz. Geldim arabanın kapısını açtım, yere düştüm. Diz bıraktı kendini. O ana kadar benim de öyle bir durumdan haberim yok. Ne yapacağım dedim. Takıma söylesem şok olacaklar. Pivot kafadan çıkıyor oyundan. Samim abi soyunma odasında takımı paylaştırıyor. Özer Salnur sol ekstrem oynuyor. Bana, ‘Sen Özer’i tut,’ dedi. Sol dizimin bağları kopuk olduğu için o tarafa yüklenirsem dizim bırakabilir. ‘Sağdaki Ali’yi mi alayım?’ diye söylemeyi düşündüm. Sonra yok idare ederim dedim kendi kendime. Oyun başladı. Baba Özer turnikeye giriyor dripling yaparak. Faul çizgisi üzerinden içeriye dönüyor, ben de takip ediyorum. Faul çizgisi üzerinde devrildim. Çok da feci ağrıyor, bir çığlık attım. Rahmetli Özer, ‘Vallahi ben bir şey yapmadım,’ diyor! Neyse idare ederim dedim kendi kendime. Kalktım ayağa, öbür potaya doğru gidiyorum. Potanın önünde yere kapaklandım. Koşmak gerekmezse yürüyerek gidiyorum, gerekirse sağ ayağımın üzerinde sıçraya sıçraya gidiyorum. O şekilde devreyi çıkardık. Soyunma odasına Ali abi geldi, bandaj yaptı. İkinci yarı başlayalı 10 dakika olmuş, sahaya çıktım. Banka oturdum, Samim abi, ‘Hadi gir,’ dedi.  Baktım çocuklar coşmuşlar, 10 sayı öndeler. ‘Samim abi çocuklar coşmuş, benim faydalı olmam mümkün değil. Ben rastgele atacağım, melekler potaya sokacak, ancak öyle faydalı olurum,’ dedim. Girmedim oyuna, çocuklar kazandılar. Şampiyon olduk.”

Fenerbahçe’nin 1958-59 kadrosu. Soldan sağa ayaktakiler: ?, Erol Pekelman, Tuğrul Kudatgobilik, ?, James Holley, Bora Heriş. Oturanlar: ?, Mehmet Baturalp, Güner Yalçıner, Ömer Urkon, Tuncer Kobaner.
Darüşşafaka-Fenerbahçe maçında Dursun Açıkbaş, Tuncer Kobaner ve arkada Ömer Urkon.

“Kimse bana menisküssün, bilmem nesin demedi. Şiş iniyor, devam ediyorum, dizlik takıyorum. Dizlik ikaz ediyor, ayağında bir şey var, ona göre adım at diye. Esasında dizlik kurtarmıyor seni.  Sakatlığımın menisküs olduğuna karar verdim 1964 yılında, diz bağımın koptuğuna değil. Oğlumu kucağımda taşıyorum, dizime iğneler batıyor. Avusturya’da Jelinek diye bir doktor vardı, bütün futbolcular giderdi. Orada menisküs ameliyatına gittim, diz bağı için değil, bilmiyorum çünkü. Menisküsü temizlediler ama düzelmedi çünkü bağlarım kopuk.   Bütün basketbol hayatıma çelik dizlikle devam ettim.”

1961’de Sofya’da yapılan Talebe Olimpiyatlarına (Universiade) katılan Üniversite Basketbol Takımı. Soldan sağa: Ekmel Totrakan, Tuncer Kobaner, Ersan Salihoğlu, ?, Metin Akşenkal.
Milli Takım’ın bir yurtdışı seyahati öncesi Ünal Büyükaycan, Mehmet Baturalp, Tuncer Kobaner ve Güner Yalçıner havaalanı servisine biniyorlar.

Fenerbahçe’deki ilk döneminde üç sezon forma giyen Tuncer Kobaner, askerlik hizmetini yaptığı 1961-62 sezonunda, İstanbul Ligi şampiyonluğunu kazanan Deniz Harp Okulu’nda oynamış. “Askerliğim geldi, yedek subay talebeliğimi İstanbul Levazım Okulu’nda yaptım. İstanbul’da  Karagücü olmadığı için Deniz Harp Okulu’nda oynadım. Cemal Gürsel yönetimi zamanıydı. Cemal Gürsel’in çıkardığı emirle, Levazım Okulu sınav subayı yardımcılığına tayin oldum. Öyle olunca Deniz Harp Okulu takımında devam ettim. Şengün Kaplanoğlu da o zaman orada erdi. Şengün, ben, Ekmel Totrakan, ikiz kardeşler Çetin ve Metin vardı. İstanbul şampiyonu olduk, hem de açık farkla. Fenerbahçe’ye 20 sayı fark atıyorduk, Galatasaray’a 20 sayı fark atıyorduk.”  Her şey güzel giderken makus talihi Tuncer Kobaner’in yakasını bırakmamış ve İstanbul Ligi’nin son maçında tekrar sakatlanmış: “Deniz Harp Okulu’ndaki son maçımda başıma gelen olay şu: dedim ya dizlik uyarıyor beni, ayağımda yırtık pırtık bir dizlik. Tribünlerin altından sahaya çıkıyorum. ‘Bu mu tutuyor ayağımı be!’ dedim, çıkarıp attım ayağımdan. Bir özgür hissettim, havalarda uçuyorum. Ekmel’e bir top attılar, potanın önüne doğru. Baktım alamayacak, hızlandım sağlam adam gibi. Bütün gücümle havaya çıktım, aldım o topu ayaklarım havada. Çekerken diz yerinden çıktı ve üstüne düştüm. Son maç, ligin son maçı. Türkiye şampiyonasına gidemedim. Üçüncü mü ne oldular, gitseydim şampiyonduk yüzde yüz.”

Tuncer Kobaner, Deniz Harp Okulu’nda oynadığı sırada Ordu Milli Takımında da forma giydi. Fotoğraf, 1963’te Selanik’te düzenlenen Dünya Ordulararası Basketbol Şampiyonası’nda oynanan ABD maçından.

Ertesi sezonu da Deniz Harp Okulu’nda geçiren Tuncer Kobaner, yedek subaylık hizmeti bitince, 1963-64 sezonunda Fenerbahçe’ye dönmüş. O sezon İstanbul Ligi’nde şampiyon olan Fenerbahçe, Türkiye Birinciliği’nde şampiyonluğu tek sayılık bir averajla Galatasaray’a kaptırmış. O sezon çift devreli olarak düzenlenen şampiyonanın ilk devre maçları Ankara’da yapılmış. Burada oynanan maçlarda Galatasaray Fenerbahçe’yi 61-57 yenmiş. İstanbul’da oynanan son maçı Fenerbahçe 79-76 kazanınca Galatasaray Türkiye şampiyonu olmuş. Parmaklarının ucundan kaçan şampiyonluğun hikâyesini şöyle anlatıyor Tuncer Kobaner: “Armağan Asena Kolej takımını çok iyi hazırlamıştı. Şampiyon olacak diye iddiası vardı. Birinci devre Ankara’da başladı. İlk maçta biz Kolej’i yendik. Ben İTÜ maçında ribaunttan inerken Hüseyin’in ayağına bastım. Bileğim döndü, sakatlandım. Ayağım şişti, oynayamadım. Altınordu’ya mağlup olduk. Hiç unutmam, yatıyordum. İdareci küfür ederek geldi. Altınordu dört kişiyle bizi yenmiş. Oyuncuları beş faulle çıkmış, adamları kalmamış. Amerikalılar oynuyordu, adamlar santradan atıyorlarmış.”

30 Ocak 1960’ta Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası ilk turunda, Bulgaristan’ın Akademik takımıyla karşılaşan (61-69) Fenerbahçe ilk beşi. 11- Tuğrul Kudatgobilik, 16- Tuncer Kobaner, 8- Ömer Urkon, 9- Mehmet Baturalp, 10- Güner Yalçıner.
Bir milli takım kampı. Soldan sağa: Ferhan Baras, Nedim Hoşgör, İbrahim Ortaç, Tuncer Kobaner, antrenör Turan Çelik, Nedret Uyguç ve Halil Dağlı.

Basketbola başladığı yılların şartlarını sorduğumuzda şunları anlatıyor: “Biz başladığımızda potaya smaç yoktu. Ben oynarken Barokas diye bir abimiz vardı. Şutu göbekten atardı. Neredeyse cemşat yoktu, çift el atardık. Mesela Turhan çok çift el atardı. Yalçın abi çift el atardı ama model basketbolcuydu. Hem hook-shot atardı, hem çift el atardı. Bütün oyunculara modeldi. Şut nasıl atılır dediğinde hepsini gösterirdi. Bizler oynamaya başlayınca, o zaman pivot oynayanlar yavaş yavaş çekildiler. Boyum 1,98 olduğu halde beni çok uzun bilirlerdi. 2,05 derlerdi bana. Uzun dururum. Adımlarım da uzun olduğu için öyle görünüyordu. ”

Devlerin mücadelesi. Bir zamanlar Türkiye’nin bir numaralı uzunu Hüseyin Alp ve iki numaralı uzunu Tuncer Kobaner, topu kapma çabasında.

O yılları günümüzle kıyaslamasını istediğimizde, hiç düşünmeden anlatmaya koyuluyor: “Bizim zamanımızla bugünü kıyaslarsan şimdi müthiş canım. Mesleğin olmuş, gece gündüz yaşıyorsun. Bedeni yönden, tıbbi yönden, adale mekaniği yönünden çok farklı. Biz o zaman çok kabiliyetliydik. Neden dersen, ben at arabasıyla gidiyorum, Avrupalı kamyonla gidiyor. Ben Avrupa’yla yarışmaya kalkıyorum. Bir tane Eminönü Halkevi vardı, bir tane Amerikan Dershanesi vardı. Teknik Üniversite’nin bir salonu, Kadıköy Halkevi’nin bir salonu vardı, Vefa’nın salonu vardı; hepsi ufak tefek şeyler bunlar. Antrenman yapacak salon bulamazdık, haftada iki gün antrenman yapıyorduk. Şimdi her gün antrenman var. Bir de sana diyorum ki, gel bunu meslek seç, yapacağın meslekten çok kazanırsın. Çok iyi bir mühendis 20 bin, 30 bin lira maaş alır. Adam yılda 1 milyon lira alıyor. Bizim ayağımızda ayakkabımız yoktu. 44 numara Venüs alırdım, arkasını sökerdim. Amerikan Pazarında kazara Converse bulursak, bozulmasın diye saklardık, her maça giymezdik. Hiç unutmam bir gün, Romanya’da Turgut abi, ‘Ayakkabıları yırtık olan versin, tamir ettirelim,’ dedi. Verdim, ‘Yahu Tuncer bu da fazla yırtıkmış ayıp olur,’ dedi. Ayağımız büyük olduğu için ayakkabı bulamıyorduk.”

Bir milli maçta Tuncer Kobaner ve Nedret Uyguç rakibi ikili sıkıştırmaya almışlar. Arkada Mehmet Baturalp onları izliyor.

Tuncer Kobaner’in ikinci Fenerbahçe dönemindeki kariyerine dönecek olursak, 1964-65 sezonunda tek mağlubiyetle gelen İstanbul Ligi şampiyonluğunu, 10 maçta 10 galibiyetle elde edilen Türkiye şampiyonluğu izlemiş. Eski sistemin son kez uygulandığı 1965-66 sezonunda yine İstanbul Ligi şampiyonluğu gelmesine karşın, son Türkiye Birinciliği’nde şampiyonluk bir kez daha averajla Galatasaray’a kaptırılmış. 1966-67’de başlayan Deplasmanlı Türkiye Ligi’nde ilk sene Altınordu’nun şampiyon olması ardından, hepimizin bildiği gibi İTÜ’nün hegemonyası başlayınca, Tuncer Kobaner’li Fenerbahçe basketbol takımı sadece 1967’de kazanılan Türkiye Kupası’nın sevincini yaşayabilmiş. Bu yıllarda Sarı-Lacivertli takıma Tuncer Cantez katılınca, Tuncer Kobaner  “Büyük Tuncer” olarak anılmaya başlanmış.

1964-65 sezonunda İstanbul ve Türkiye şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe. Soldan sağa ayaktakiler: Hüseyin Kozluca, Tuncer Kobaner, Erdal Poyrazoğlu, Emin Özer, Orhan Aydın, Samim Göreç. Oturanlar: Ferhan Baras, Güray Aydın, Mehmet Baturalp, Engin Muratoğlu, Güner Yalçıner, Oktay Okan, İlker Esel.

1967-68 sezonunda ikinci olan Fenerbahçe’nin kupasını, Cem Atabeyoğlu takım kaptanı Tuncer Kobaner’e veriyor.

Milli Takım’da sakatlıklar yüzünden düzenli olarak oynayamasa da ay-yıldızlı formayı 43 kez giyen Tuncer Kobaner, basketbolu da 1970’te bırakmaya niyetlenmiş. Ancak yönetimin ısrarı sonucu 1970-71 sezonunda da kaptan olarak takımın başında sahaya çıkmış. 5 Nisan 1972’de yapılan bir jübileyle de sahalara veda etmiş. “Basketbolu bıraktığımda yarı yaşımda oyuncu vardı Fenerbahçe’de. Bıraktıktan bir sene sonra Fenerbahçe davet etmiş beni, ben de gidip bir sene daha oynamışım. Ben unutmuşum. Dosyada bir yazı buldum, Semih (Bayülken) abi yazmış.”

Okulu bitirip mühendis olduktan sonra yoğun bir çalışma hayatına atılan Tuncer Kobaner, yaptığı işleri şöyle özetliyor: “1963’te önce Deniz Kuvvetleri için Yassıada ve Heybeliada iskelesini yaptık. sonra Boğaz’daki vapur iskelelerini, Kabataş’taki arabalı vapur iskelelerini yaptık. Bandırma Gübre’nin iskelesini yaptık. Nato iskelelerini yaptık. Çanakkale’de, Uzun adada, İzmit körfezinde iskeleler yaptık, İskenderun Demir Çelik’in limanını yaptık. Erdemir’in limanını yaptık. Gübre fabrikalarının neredeyse hepsinin iskelelerini yaptık. Tersaneler, gemi indirme kızakları yaptık. Ürdün’ün deniz kuvvetlerinin komple karargâhını yaptık. Komor adasında  gemi yanaşma tesisi yaptık.”

Tuncer Kobaner, oynadığı dönemin bütün olumsuzluklarına ve yaşadığı ağır sakatlıklara rağmen basketbolcu olmaktan duyduğu memnuniyeti şu sözlerle dile getiriyor: “Basketbolu ciddi vazife olarak gördüğümüz için yaşantımızı ona göre düzenledik. Popüler bir spordu, seyirciler tarafından da tanındık. Ayrıca bizim zamanımızda tribündeki seyircilerle sporcular tanıdıktı, arkadaş gibiydi. Sokakta selamlaşırdık. Bazen bir aile, çoluğu çocuğu yanında, Beyoğlu’nda selam verirdi. Tribünde küfür yoktu. Bilhassa Moda seyircileri defileye gider gibi kürklerini giyer, parfümlerini sürer öyle gelirdi. Herkeste bir çeki düzen, saygı vardı. Tribünde herkesin yeri belliydi. Modaspor seyircisi giriş kapısı tarafında pota arkasındaki tribüne otururdu. Fenerbahçeliler girerken, sağ tarafa otururdu. Bazı tribünler karmaydı. Aramızdaki rekabet de şimdiki gibi değildi. Fenerbahçe-Galatasaray final maçından sonra beraber yemek yer, birbirimizle dalga geçerdik, ‘Nasıl kestim topunu, nasıl elinden aldım,’ diye.”

Tuncer Kobaner: Biz Başladığımızda Potaya Smaç Yoktu” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.