Seta Yağcıoğlu, Türk kadın basketbolu ve kadın voleybolunun öncü isimlerinden biri, Fenerbahçe’nin bu branşlarda kurduğu ilk takımların üyesiydi. İlk kez kurulan voleybol milli takımı oyuncuları arasında da yer almıştı. Otuzlu yıllarda yine Fenerbahçe’de futbol oynayan Püzant Yağcıoğlu’nun kızı olan Seta Hanım, sarı-lacivertli kulüpte atletizm ve kürek branşlarında da yarışmıştı. 14 Nisan 1937’de dünyaya gelen Seta Yağcıoğlu, 4 Nisan’da, yani 87’nci yaş gününü kutlamaya 10 gün kala hayata veda etti. Kendisiyle bundan birkaç yıl önce hazırladığımız Türkiye Basketbol Tarihi adlı kitabın çalışmaları sırasında görüşmüş, anılarını dinlemiş, fotoğraflarını dijital arşive aktarmıştık. Kitapta ne yazık ki çok kısıtlı bir kısmını kullandığımız bu fotoğrafları ve anılarını bu yazıyla paylaşarak, bu spor aşığı insana karşı son vazifemizi yerine getiriyoruz.

Seta Yağcıoğlu’yla görüşmemizi Göztepe Parkı’na yaklaşık 50 metre mesafedeki evinde yapmıştık. Bize öncelikle bu bölgenin çocukluk yıllarındaki halini anlatmıştı. Bağdat Caddesi, Göztepe Parkı, Plaj Yolu gibi yerlerin bugünkü halini bilenler için şaşırtıcı ayrıntılar içeren bu bilgilerle başlıyoruz yazımıza: “Doğup büyüdüğüm yer burası. Burası bütün tarlaydı. Bahçede oynardık. Topumuz yoktu, kağıttan top yapar oynardık. Göztepe Parkı’nın olduğu yer buğday tarlasıydı. Bir de iki tane taş ocağı vardı. Şimdi Cemil Topuzlu Caddesi’nin olduğu yerde dar, parke taşlı bir yol vardı. Göztepe’den bizim sokağın biraz aşağısına kadar buğday ekilirdi. Tam orada bir taş ocağı, bir de biraz ileride, caddeye doğru bir taş ocağı vardı. Onlar kapandıktan sonra buraya Medrano Sirki kurulmaya başlandı. Tam bir köy havası vardı burada. Bizim sokağın altındaki sokaktan aşağıda üzüm bağları vardı. Caddebostan’a kadar hep köşkler vardı, eski adamların, paşaların köşkleri. Plaj Yolu’ndan inerken sağ tarafında at ahırları vardı.”

“Babam eski Fenerbahçeli futbolcudur. Adı Püzant. Büyük Fikret’ler zamanında, Taksim sahasında oynamış. Kulüp üyelik numarası 22. Benim de 898’dir. Babam Moda’da kunduracılık yapıyordu. Bütün idareciler falan Moda’da olduğundan onu tanıyorlardı. Ben ortaokulu ve liseyi Erenköy Kız Lisesi’nde okudum. O sırada yalnız lise maçları var. Çamlıca, Erenköy, Kandilli, İstanbul Kız Lisesi, Atatürk Lisesi; bunlar yarışıyor. Cağaloğlu Halk Eğitim salonunda güzel maçlar oluyordu. Yazın Bostancı’da, sahildeki Çamlık Gazinosu’nun orada bir ahbabımıza yazlığa giderdik. Orada büyük, küçük, kız-erkek karışık gençler vardı. Evimizin yanında güzel bir saha vardı. Orada bir file kurdular. Bostancı takımı olarak Küçükyalı takımıyla, İdealtepe takımıyla gazozuna maç yapıyorduk.”


Ellili yıllarda basketbol, voleybol ve hentbol sporlarını bünyesinde barındıran Sportif Oyunlar Federasyonu, 1954-55 sezonunda kız takımları arasında basketbol ve voleybol ligi kurmaya karar vermişti. Her spor branşında olduğu gibi bu alanda da başı Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin çekmesini isteyerek yöneticilere durumu bildirdiler. Seta Yağcıoğlu’nun sporcu olması işte bu karar sayesinde gerçekleşmişti. “Okul maçlarını taramışlar. Oradan göze batanları seçmeye başlamışlar. Bizim okuldan beni görmüşler. Babamı bulmuşlar, Fenerbahçeli olduğu için. Bir gün, ‘Hadi, seni basket öğrenmen için Kadıköy Halkevi’ne götüreceğim,’ dedi. Ben zaten hareketi, sporu seviyorum. Halkevine gittik. Ne bulduksa şort, ayakkabı, çıktık. Bir grup kız, başlarında bir antrenör. Sahanın bir tarafında potaya şut atıyorlar. Ben gittim ama, bana ne geldin diyen var, ne sen kimsin diyen var. Ben de öbür potaya geçtim. Onlar ne yapıyorsa bakıyorum, ben de onu yapıyorum. Böyle böyle birkaç antrenman geçti. Oradakiler Erenköy Kız Lisesi’nden değil, başka liseden olduğu için tanımıyorum. Bir gün nur içinde yatsın, antrenör Önder Dai; herhalde bana dikkat etmiş, ‘Kız! Sen ne yapıyorsun orada? Gel bakayım!’ diye seslendi. Ondan sonra ben takıma girdim. Demek benim hareketlerimi takip etmiş, görmüş.”

“Biz basketbol takımı olarak çalışmaya başladık. Sonra ne oldu bilmiyorum, voleybol da oynayacaksınız dediler. İlk antrenörümüz Altan Dinçer’di. Çalıştıracak adam yok. Sonra Haydarpaşa Lisesi spor hocası, rahmetli Alaaddin Güneş de voleybol antrenörümüz oldu. Biz mesela ikiden dörde kadar voleybol antrenmanı yapıyoruz, ondan sonra iki saat Önder abi geliyor, basket antrenmanı yapıyoruz. Hep aynı ekip, başka sporcu yok. Bizim zamanımızda kızlar pantolon bile giymiyordu, nerede kaldı şort giyecek. O zaman Kandilli, Çamlıca, İstanbul Kız Lisesi çok iyi liselerdi. Onların başında faal jimnastik hocaları vardı, spor daha ileriydi. Bizim Mediha Toprak hocamız vardı, çok hanımefendiydi ama artık yaşlanmıştı. Orada takım kuruyordum, takımı da ben çalıştırıyordum, hevesli olduğum için.”


“Önder Dai erkeklerde hem yıldız hem genç takımını hem de bizi çalıştırıyordu. Bizim antrenman bitince yıldızlar çalışıyordu. Yıldızlar geldiği zaman, bizim antrenman sonunda onlarla maç yapıyorduk. Can Bartu da vardı. Biz Can’la gazozuna beşer faul atışı yapardık. Güneş’le ben bazen geçiyorduk onu.”


“Daha ayrı olarak basketbol ve voleybol federasyonları kurulmamıştı. Biz maçlara çıktık. O zaman önce bir Teşvik Turnuvası oluyordu. Sonra İstanbul Ligi oluyordu. Sonra da Türkiye Şampiyonluğu oluyordu. Türkiye Şampiyonluğu genelde Ankara’da, Maarif Koleji’nde (TED Ankara Koleji) oynanıyordu. İstanbul Ligi ve Teşvik Turnuvaları da burada, İstanbul’da oynanıyordu. Benim oynadığım altı yahut yedi senelik dönemde hem İstanbul Şampiyonluğunu, hem Teşvik Turnuvalarını, hem de Türkiye Şampiyonluğunu hep Fenerbahçe kazanmıştır.”

O yıllarda hangi kulüplerle maç yapıyorlardı? “Galatasaray vardı, İstanbul Üniversitesi, Acıbadem vardı. Türkiye Şampiyonluğu için Ankara Maarif Koleji , Gazi Eğitim Enstitüsü takımlarıyla oynardık. Basketbol maçlarını Spor Sergi’de oynardık. Voleybol maçları da Teknik Üniversite’nin Gümüşsuyu’ndaki salonunda yapılırdı.”

“Liseden sonra üniversiteye girdik. Hep spor yapmaya devam ettik. Kaptanımız Ayten Salih tıp okuyordu. Güneş Çapa hukuk okuyordu. Mahiru hukuk okuyordu. Ben iktisat okuyordum. Birbirimize çok saygılı, çok güzel bir takımdık. Zaten o zaman para için oynamazdık. Herkes spor için, kulüp için, Fenerbahçeli olduğumuz için oynardı. Güzel bir ortam vardı. Bütün antrenmanlarımıza anamız, babamız, kardeşlerimiz gelirdi. Maça gideriz hep beraber, bir yere gideriz hep beraber. Ailelerle hep beraberdik yani. Ankara’ya trenle maça giderdik, hep beraber. O zaman maçlara trenle giderdik. Ankara Palas mı ne, öyle bir otelde kalırdık. Hatta basket yıldız takımının da maçları olurdu, hep beraber aynı otelde kalırdık.”

Seta Yağcıoğlu 1957’de ilk kez kurulan Kadın Voleybol Milli Takımı oyuncuları arasında yer almış ancak bu konuda buruk bir mutluluğa sahip. Bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Milletlerarası İstanbul Voleybol Turnuvası için ilk kez Milli Takım seçtiler. Milli Takım diye toplandık. Bütün gazeteler de Milli Takım diye yazar. Fakat sonra Milli Takım olarak değil de İstanbul Karması olarak oynadık. Çünkü Ayten ablanın (Ayten Salih) pasaportu Kıbrıs’mış. İngiliz uyruğu gözüktüğü için Milli Takım olarak oynayamadık.”

Sporu çok seven Seta Yağcıoğlu, babasının da teşviğiyle Fenerbahçe’de basketbol ve voleybol oynamanın dışında atletizmin birkaç branşında ve kürekte müsabakalara katılmış. “Hepimiz aynı heveste olduğumuz için kürek çekeceksin dediler, kürek çektik. Atletizm yarışlarına katılacaksın dediler katıldık. Babam hevesli olduğu için akşam eve geliyordu. ‘Atletizm takımı eksikmiş, yarın Atatürk Koşusuna katılacaksın,’ derdi. Kürekte sekiz tek ve dört tek çektim. Atletizmde cirit de attım, gülle ve disk de attım, 4 x 100 de koştum. Babam kolumdan tuttuğu gibi götürüyordu beni. Ben zaten dünden hevesliydim. Tabii o büyük şans, bayağı fanatik bir babam vardı. Allahım, nasıl gururlanırdı benimle.”



Çok yönlü bir sporcu olan Seta Yağcıoğlu, bir müddet voleybol antrenörlüğü de yapmış. “Şişli kulübünün kız voleybol takımını kurdum. Fenerbahçe’yle maçı vardı. O gün ben oynamadım, antrenörlük yaptım. O zaman Eseyan Lisesi’nde jimnastik hocalığı yapıyordum.”


Seta Yağcıoğlu’nun 1954’te başlayan sporculuk yaşamı 1960’ta, yani henüz 23 yaşındayken sona ermiş. Bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Üniversite bitti, evlenme zamanı geldi, her şey zorlaştı. O zaman hem okuyordum, hem çalışıyordum, hem de antrenman ve maçlara gidiyordum. Evlenince de İstanbul’da Şişli’de oturmak mecburiyetimiz oldu. Tabii antrenmanlara gitmek, spor yapmak tamamen imkansızlaştı. Böyle bir durum olmasaydı herhalde üç beş sene daha devam edebilirdim. Antrenmanlar Kadıköy’de oluyordu, İstanbul tarafında olsa belki devam ederdim. Performansımın en iyi olduğu dönemde bıraktım sporu.”




