Yavuz Şimşek – Sezona Fatih Olarak Başladı, Vatan Haini Olarak Kapattı

Övgünün de yerginin de azami boyutta uygulandığı ülkemizde, henüz 21 yaşında bunların ikisine de yaşamış bir insan düşünün. Önce kahraman ilan edilip omuzlara alınmış, birkaç ay sonra yerin dibine batırılmış. Lakin 20 yaşında geçtiği Fenerbahçe kalesinde, sık sık günah keçisi ilan edilmesine rağmen 10 yıl görev yapmayı başarmış. Bu zorlu kariyerin sahibi olan Yavuz Şimşek 25 Şubat 1947’de, Samsun’un Havza ilçesinde, ikisi kız, beşi erkek yedi çocuğun en küçüğü olarak dünyaya gelmiş. İki abisi de kendisi gibi kalecilik yapmış. “Yusuf abim Şekerspor, Eskişehirspor, Samsunspor’da kalecilik yaptı. Yunus abim de benden daha kabiliyetliydi o zaman ama sonradan beden eğitimi öğretmeni oldu. Ankara Toprakspor’da oynadık beraber. Sonra Manisaspor’da oynadı. O futboldan fazla bir şey ummadı. Spor Akademisinde hoca oldu. Ersun Yanal’ın filan hocasıdır.”  Hemen her genç gibi küçük yaşlarda mahalle arkadaşlarıyla top oynayarak futbola başlamış Yavuz Şimşek. Biraz büyüyüp de bir takıma girdiğinde oynadığı ilk mevki santrfor olmuş. “Babamız bahçıvandı. Bulunduğumuz yerde ne gazete var, ne radyo, ne elektrik, ne buzdolabı var. O zamanlar mahallede çocuklar cikletlerden çıkan resimlerle kendi takımının serisini yapmaya çalışıyordu. Ben Fenerbahçeliydim. Topladığımız resimlerle alt mı üst mü oynardık. Orada mahalle maçları yapardık. Ayakkabı yok, forma yok, yalın ayak sabahtan akşama kadar oynuyorduk. Ben santrfor oynuyordum. Bizim ailenin güzel bir geleneği vardı, bir yetişen ailesini yanına alır. Büyük abim öğretmen olunca tayini Çanakkale’ye çıktı. Oraya taşındık. Ben orada Türkgücü genç takımında oynuyordum ama resmî değil, yani öyle gidip geliyordum. Abim Yusuf da lise son sınıf talebesi, Türkgücü’nün kalecisiydi. Orada bir sene kaldıktan sonra Kastamonu’ya taşındık. Ben Kastamonu’da yine yaşımın küçüklüğünden lisanslı olarak top oynayamıyordum ama yine forvet olarak genç takımda bazı maçlara çıkıyordum.”

Soldan sağa Yakup, Yusuf, Yunus ve Yavuz Şimşek.

Genç futbolcunun kaderi abisinin Gazi Eğitim Enstitüsü asistanlık sınavını kazanmasıyla değişmiş. Şimşek ailesi bu kez Kastamonu’dan Ankara’ya taşınmış. Bu sırada genç Yavuz’un fiziği de kaleciliğe uygun bir hale girmeye başlamış. “Erkek çocukların fiziksel gelişiminde ikinci bluğ çağı denen bir dönem vardır 13-15 buçuk yaşlar arasında. Bir bakarsın kemik boyu bir ay içinde 15-20 santim uzar. Tabii bunları ben sonradan öğrendim. Ben 16 yıl futbol antrenmanı dersi verdim. Araştırmalarımda hepsini öğrendim bunların. O zamanlar bunları kimse bilmiyordu, hababam sistemiyle, doğaçlama eğitiliyorduk. O dönemde ben Ankara genç karmasının antrenmanlarına gidiyordum. Boyum 1,66’ydı, birdenbire 1,82 oldu. Ayaklarım beni taşımaz oldu. Bu durum rahmetli Sabri Kiraz’ın dikkatini çekti. Tuttu beni, Ankara 19 Mayıs Stadyumundaki kum havuzlarında atlatmaya başladı. Sonra da Ankara genç karmasının kalesine koydu. Türkiye genç karmalar şampiyonasında ön elemeleri Bolu’da, finalleri Konya’da oynadık. Final maçı Ankara’da, Tunus milli maçından evvel oynanacak. Öbür finalist Rize genç karması. O zamanki statü gereği finale kalan takım kendi grubundan iki tane takviye oyuncu alabiliyor. Rize genç karması Samsun Yolspor’dan Osman Arpacıoğlu’nu ve Aydın diye bir arkadaşımızı takviye almış. Biz maça çıktık, ilk yarıda 2-0 mağlubuz. Bizim takım da çok iyi ama; Faruk Karadoğan, Ankaragüçlü Selçuk Yalçıntaş, İsmail Dilber var. Rize genç karmasının antrenörü yetmişli yıllarda Gümrük ve Tekel Bakanı olan Tuncay Mataracı. Eski futbolcu, hakemlik de yapmış. Neyse biz çıktık ikinci yarıya, durumu 2-2 yaptık. Uzatmalarda da 4-2 yendik, Türkiye şampiyonu olduk.”

Yavuz Şimşek’in bu maçta çok iyi oynaması, ardından Kız Teknik Öğretmen Okulu mezunu olan ablasının tayininin Rize’ye çıkması, onun profesyonel futbolcu olmasının yolunu açmış. “Ben Rize’ye ablamın yanına gittim. Lise ikinci sınıf talebesiydim. Bir gün kapı çaldı, baktım Tuncay Mataracı, Metin Akmehmet, bir abimiz daha vardı, karşımdalar. Orada olduğumu öğrenince Rize Güneşspor’a beni transfer ettiler. Transferim de bir takım elbise, bir şemsiye. Her gün yağar orada. Lisenin karşısında bir lokanta vardı, iki üç türlü yemek çıkıyor zaten; pilav, kuru fasulye, çorba. Orada yemek yiyordum. Bir de bana o zaman ayda 5 lirayla 10 lira arasında cep harçlığı verirlerdi.” Henüz Türkiye Liginin kurulmadığı, her ilin kendi mahalli liginin olduğu o yıllarda Güneşspor Rize şampiyonu olmuş. Ardından il şampiyonlarının birbiriyle mücadele ettiği Türkiye Amatör Futbol Şampiyonasında çok kuvvetli bir rakiple eşleşmiş. Bu maçlardaki performansı onun Rize mahalli liginden Türkiye 1. Ligine sıçramasını sağlamış. “Rakip  Ahmet Suat’lı, Faruk Özak’lı Trabzon İdman Ocağı. Tesadüfe bak, onlar o hafta Beşiktaş’ı Türkiye Kupasından eliyor. Trabzon’da 0-0 berabere kaldılar, İstanbul’da 1-0 yendiler. Döndüler akabinde, biz de Rize’de Trabzon İdman Ocağı’nı 1-0 yendik. Ben çok iyi oynadım. O güne dek Rize’nin herhangi bir takımı Trabzon’un herhangi bir takımını, antrenman maçı dahi olsun yenememiş. Biz bir ilki gerçekleştirdik. Trabzon’daki rövanş maçı 15 gün sonraydı. Rize’de zaten 15-20 tane araba var o zaman, hepsi Trabzon’a akın etti. Rize bomboş, millet gelen gelene. Tribün ana baba günü. Ben orada çok iyi top oynadım. Penaltıdan yediğim golle 1-1 berabere kaldık ve  Trabzon İdman Ocağı’nı eledik. O maçı Ankara PTT Genel Müdürlüğünde çalışan Necdet Oralalp diye bir milli hakem yönetti. Bu Necdet Oralalp beni PTT Spor Kulübü’ne önermiş.”

1966-67 Türkiye şampiyonu Yıldırım Beyazıt Lisesi takımı. Ayaktakiler: İsmail Dilber (Adanaspor), Osman Arpacıoğlu (Mersin İdman Yurdu), Ayhan Paçun (Adanaspor), Yücel Kaya (Petrolspor), Yavuz Şimşek (PTT), Levent Engineri (PTT). Oturanlar: Seçkin Velioğlu (Toprakspor), Abidin Akmanol (Eskişehirspor), Yalçın Özdemir (Toprakspor), Necdet Çınar (Yenişehir), Tahsin Ünal (PTT).

Böylece Yavuz Şimşek 1965-66 sezonunda, yani henüz 18 yaşında Ankara’nın Türkiye 1. Ligindeki temsilcilerinden PTT takımına üçüncü kaleci olarak girmiş. Özellikle Cavit Gökalp gibi tecrübeli bir kaleci olunca, bir lig maçına çıkmak için neredeyse sezon sonuna kadar beklemek zorunda kalmış. “Kütahya’ya gittik, iki tane hazırlık maçı yaptık. Orada iyi maçlar oynadım. Amatör olarak transfer oldum. Bana 4.000 lira para verdiler. Hiç unutmam, 542 lira da maaşım var. Cep harçlığını zor bulan insan, bir anda 4000 lirayı buluyorsun. Tabii biz öyle parayı bulunca hemen büyük cesaretle annemi babamı yanıma aldım. Bir yandan da lisede okuyorum. Eğer okul takımı olarak Türkiye şampiyonu olursak sınıf geçiyoruz, olamazsak bir sene daha okuyoruz. 180 gün okul var, ben 135 gün okula gitmemişim. Hep kamptayız. Sezon sonuna doğru bir Altay maçı geldi. Biz küme düşmek üzereyiz. O zamanlar oyuncu değiştirme olmadığından yedek soyunmak yoktu. Antrenör maçtan önce kadroyu okur, o on birle maçı tamamlarsın. Hocamız Bülent Giz kadroyu okudu, kalede ben varım. Baktım herkes bana bakıyor. Meğer heyecandan dişlerim birbirine vuruyormuş. Daha yaşım 17 buçuk, küme düşmemek için oynanan bir maça çıkıyorum. Oysa Cavit Gökalp var, Beşiktaş’ta oynamış. Atilla var Adana’dan gelmiş. Defansta rahmetli Yılmaz Yücetürk, Tamer Güney, Yusuf Katırcıoğlu, hepsi benim önümde oynuyor. Orta sahada eski Karagümrüklü Zekai Selli var. Ben neredeyse onların torunları yaşındayım. Çıktık, harika bir top oynadım, Altay’ı 3-0 yendik.”

1966-67 sezonunda, İstanbul’da oynanan Fenerbahçe-PTT maçında, Yavuz Şimşek, Abdullah Çevrim’le karşı karşıya. Sol başta, ertesi yıl birlikte Fenerbahçe’ye transfer olacağı Levent Engineri görülüyor.

PTT takımı ertesi hafta İstanbul’da güçlü rakibi Fenerbahçe’yle 1-1 berabere kalırken Yavuz Şimşek yine iyi bir performans sergileyince, kaçınılmaz olarak hemen transfer edilecek genç kabiliyetler listesine girmiş. “Tünele giriyoruz, arkadan bir ses: ‘Evladım, evladım.’ Dönüp baktım, doktor Reşat Dermanver. ‘Kimseye söz verme, seni biz alacağız.’ Ben de, ‘Tamam, merak etmeyin,’ diye cevap verdim.” İstanbulspor ve Göztepe’yi de yenen PTT böylece kümede kalırken Yavuz Şimşek de 1966-67 sezonundan itibaren birinci kaleci oluyordu. Genç kaleci kalesini başarılı bir şekilde koruyunca başkent ekibi bu kez düşme korkusu yaşamadan ligi orta sıralarda tamamlamıştı. Bu arada 1967 Avrupa Gençler Şampiyonası ülkemizde düzenlenirken o da Genç Milli Takım kadrosuna seçilerek başarısının karşılığını alıyordu. Bunun ardından Galatasaray kulübüyle bir transfer görüşmesi yapıyordu. “Coşkun Özarı ile Reha Eken’di galiba. İkisi beni aldılar, uçağa bindirip İstanbul’a gönderdiler. İstanbul’da da birisi beni karşıladı, Ali Sami Yen Stadı’na götürdü. Orada kulüp müdürü Halil Burnaz’la görüştük. Bana 80 bin lira teklif etti. O zamanlar para hiç önemli değildi. Yoksul halimizle bile kulüpçülük vardı. O kulüpçülük artık kalmadı maalesef. Bir sürü özelliklerimizi yavaş yavaş kaybediyoruz. Sevinemedim Galatasaray’ın bu teklifine, Fakat Fenerbahçe’den ne arayan var ne soran. Ben üzgün bir halde trenle Ankara’ya döndüm. Aynı hafta okulda dersteyiz. Nöbetçi öğretmen geldi, 5 Edebiyat A sınıfının kapısını vurdu. Levent’le benim adımı söyledi. ‘Müdür bey sizi çağırıyor,’ dedi. Müdürün odasına bir girdik; Faruk Ilgaz, Semih Bayülken, Fikret Arıcan, Ahmet Erol oturuyorlar. Müdür bize, ‘Bu takıma gitmezseniz bu okul bitmez,’ dedi. Bizi İstanbul’a getirdiler. Suadiye Otelinde Faruk Ilgaz geldi bizimle görüştü. ‘Yönetim kurulu olarak karar aldık, size 45’er bin lira vereceğiz,’ dedi. Biz de, ‘Kendi kulübümüz profesyonel olmamız için bize zaten 50 bin lira teklif etti,’ karşılığını verdik. Peki dedi gitti. Yarım saat sonra geldi, rakam 70 bine çıktı. Kendi kendime, ‘Oğlum bu takımda oynamayı istiyorsak o zaman Galatasaray’ın 10 binini görmeyeceğiz,’ diye söyleniyorum. Sonra Levent’e ‘Kendi adıma tamam diyorum,’ dedim. O da tamam deyince teklifi kabul ettik ve 20 yaşında Fenerbahçeli olduk.”

1967’de ülkemizde yapılan Avrupa Gençler Şampiyonasına hazırlanan Genç Milli Takım aday kadrosu. Yavuz Şimşek üst sırada, soldan ikinci.

Böylece Yavuz Şimşek, kendisinden bir sene sonra Güneşspor’dan gelerek PTT’ye katılan, liseden sınıf arkadaşı Levent Engineri’yle birlikte Fenerbahçe’ye transfer oluyordu. İlk senesinde yani 1967-68 sezonunda Hazım Cantez ve Ali Filibeli diğer kalecilerdi. Özellikle Hazım Cantez yaşı otuzun üzerinde hayli tecrübeli bir isimdi. Buna rağmen genç Yavuz, 32 lig maçının 25’inde kaleyi korumuştu. Bu dönemde 1154 dakika gol yemeyerek rekor kırmış ve lig şampiyonluğunda büyük rol oynamıştı. 24 Aralık 1967’de İzmir’de oynanan Altınordu maçının son dakikalarında bir gol yiyen başarılı kaleci, bunun ardından üst üste 12 lig maçında gole izin vermemişti. İlginç bir tesadüf eseri, Fenerbahçe’nin gol orucu yine İzmir’de, 21 Nisan 1968’de Göztepe’ye 1-0 yenildiği maçta bozuluyordu. Lig maçları dışında, Türkiye Kupası ve Balkan Kupasında da zorlu maçlar oynayan genç kaleci o sezonu şöyle özetliyor: “O sene 5 kupa aldık. Yani bu Fenerbahçe’nin en başarılı sezonudur. Sezon başında Spor YazarlarıKupası, ardından lig şampiyonluğu, Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası ve Balkan Kupasını aldık.”

Fenerbahçe’nin 1967-68 sezonunda beş kupa kazanan kadrosu. Ayaktakiler: Fuat Saner, Yavuz Şimşek, Ercan Aktuna, Yılmaz Şen, Abdullah Çevrim, Selim Soydan. Oturanlar: Şükrü Birand, Nedim Doğan, Ogün Altıparmak, Numan Okumuş, Ziya Şengül.

Şampiyon Fenerbahçe’nin, 1968 Eylül’ünde Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasının ilk turunda İngiltere şampiyonu Manchester City ile eşleşmesi, Yavuz Şimşek’in “Manchester Fatihi” olarak futbol tarihimize geçmesine yol açmıştı. 18 Eylül 1968’de deplasmanda oynanan maçın 0-0 berabere bitmesinde onun kurtarışları baş rolü oynamıştı. Bu maçın hikayesini ondan dinliyoruz: “İki sene evvel dünya şampiyonu olmuş İngiliz milli takımının altı tane oyuncusu mevcuttu Manchester City’de. Tabii bu konu bizi rahatlattı. Hatta şöyle esprileri de gündeme getirdi: İşte üçlük, dörtlük olursak ufak tefek alışveriş yaparız. Beşlik falan olursak gümrüğe tabi oluruz. Altılık, yedilik falan olursak hiçbir şey almayalım, her şey takılır gümrüğe falan gibi kendi aramızda espriler yapıyoruz. Kaldığımız otelde 66 Dünya Kupasında Brezilya milli takımı kalmış. Manchester United’ı tutan garsonlar bize öyle bir ihtimam gösteriyorlar ki. Antrenman için sahaya bir gittik, 100 metre ötemi görmüyorum. Biz burada nasıl maç oynayacağız, herhalde perişan olacağız dedik. Biz o rahatlıkla stada gittik. Sahaya bir çıktık, saha pırıl pırıl. O anda sanki benim de içimde bir ışık yandı. Karamsarlıktan çıktık. Bir maçta kaleciye ne kadar çok top gelirse o derecede oyundan düşmüyor, kendini gösteriyor. Tabii kaleci şansımız da vardı. Ben de yerinde müdahale yapılacak pozisyonların hepsine zamanında, yerinde müdahale ettim. Zaten oradan başlar kalecilik, sadece atlama uçma değil. O işin cezbeden tarafı. Sabri Hoca’nın bana öğretmiş olduğu o ayak kullanma teknikleri, el teknikleri falan, hepsi orada işe yaradı. Sonunda bir baktım, kendimi omuzlarda buldum. Kıbrıslı bir ağır siklet şampiyonu bir aldı omuzlarına inemiyoruz. Yalnız şuna şahit oldum: ben omuzlarda, etrafımdaki kalabalıkla tünele doğru gidiyoruz. Ben tünelden içeri girene kadar tribünlerin beni ayakta alkışladıklarını gördüm. Ertesi gün rahmetli Samim abi, Samim Var, ‘Yavuz gazeteleri aldın mı?’ diye sordu. ‘Yok abi ne alacağım, ben İngilizce bilmiyorum ki,’ dedim. ‘Deli misin, bütün gazeteler senden bahsediyor, ne kadar bozuk para varsa git hepsini al,’ dedi. Hakikaten ne kadar gazete varsa maneştlerde benden bahsediyor, maça da yarım sayfa yer vermişler. O zaman evim sobalıydı. Sonradan rahmetli annem soba tutuşturmak için somyanın altından gazeteleri alıp alıp teker teker yakmış!”

İlk maçın kahramanı olan kaleci iki hafta sonra, 2 Ekim 1968’de Mithatpaşa Stadında Fenerbahçe’nin 2-1 galip gelerek tur atladığı maçı da şöyle anlatıyor: “Rövanş maçı için Çınar Otelde kampa girdik. Adamlar hâlâ bizden bahsediyor. Biz İngilizleri eledik diyemiyoruz ama orada o beraberliği aldıktan sonra bu sahada bir şeyler olur diye konuşuyoruz. Ben futbol hayatımda öyle kalabalık bir seyirci görmedim. Şöyle ki sahanın içinden bahsetmiyorum, sahanın dışındaki kalabalık. Teknik Üniversitesi’nin orası, Maçka’nın sırtları, her taraf insan dolu; Kabataş’a kadar, iskeleye kadar. Sahanın çizgilerine kadar insanlar dolmuş, hakemler insanların arasında koşuyor. Şimdi tünellerde biliyorsun yangın yolu bırakmazsan maç oynatmıyorlar. Maça çıktık. Bizim Ercan Aktuna bir uzun topta heyecandan kendisini 18 çizgisi önünde zannetmiş. Yani bir hava topu geldi, kafayı eğdi. O kafayı eğince arkadan Coleman girdi. Ben de çıktım tabii kaleden, 18’in dışında bana da bir çalım; geldi, boş kaleye bıraktı. Daha 10’uncu dakikada golü yedik ama yıkılmadık. Yenilirsen de bir dünya şampiyonuna yenileceksin yani. Devre arasında Molnar, Can abiyi oyundan almaya kalktı, Can Bartu’yu. Herkes birbirine baktı, şaşırdık. Derken büyüklerimiz, Ogün abiler, Selim’ler, Nedim’ler, Can abiyi duştan aldılar. Eşref Aydın geldi, Molnar’la dalaşı yaptı. Ahmet abi, Ahmet Erol girdi araya. Can abi oyuna devam etti. Can abi çıktı, ikinci devre bir top oynadı, tek başına İngilizleri devirdi. İngilizler şaşırdılar, şok oldular.”

Fenerbahçe on biri, 2 Ekim 1968’deki rövanş maçı öncesinde seyirciyi selamlıyor.

1968-69 sezonuna futbol tarihimize geçen bir maçla başlayan Yavuz Şimşek, sezonu talihsiz bir gol yiyerek kapatmış. Bu durumu, “Sezona ‘Manchester Fatihi’ olarak başladım, sonunda ‘Vatan Haini’ olarak sezonu kapattım,” sözleriyle özetliyor. Fenerbahçe’nin dördüncü olarak tamamladığı lig bittikten sonra, 6 Haziran’da Galatasaray’la oynayıp 2-1 kaybettiği Türkiye Kupası yarı final maçında bütün eleştiri okları genç kalecinin üzerine yönelmiş. Kalecilik nankör meslektir denir. Önündeki defans oyuncularının hatası o kadar göze batmaz ama kalecinin bir hatası sonucu yenilen gol yıllarca konuşulur. Yavuz Şimşek de bu maçta yediği gollerin sebebini “Saha harikaydı (!) köstebek yuvası gibi” diyerek açıklıyor. Fenerbahçeli yöneticilerin ertesi sezon Romanya’dan Ilie Datcu’yu transfer etmesini de şöyle yorumluyor: “Datcu’nun kaleciliği inkar edecek değil ama bir de Yavuz’un geleceği var. 21 yaşındaydım daha. Ben Datcu’nun kaleciliğini yermiyorum. Onlar çim sahada bir teknik üzerine çalışmışlar, biz köstebek yuvalarında, çamur deryasında top oynamaya çalışmışız. O koşullarda biz yine o sahalara çıkıp kalecilik yapmışız. Bizim performansımızı antrenmanda almışlar, sahaya leşimizi sürmüşler.” Bu sözlerin ardından telefonundan bir fotoğraf gösterip soruyor: “Bak antrenman yaptığımız saha. Tanıyabiliyor musun beni?” Gerçekten de, sadece eşofmanı ve yüzü değil, saçının her teli bile çamura bulandığı için tanınmayacak hale gelmiş bir kaleci var fotoğrafta. 

Galatasaray’la oynanan kupa maçının ardından Fenerbahçe şube kaptanı Fikret Kırcan, gazetecilere “Yeni sezonda mutlak bir kaleciye ihtiyacımız var” diyordu. Nitekim ertesi sezon Romanya’dan Datcu getirilmiş, 1973-74 sezonunda Uşakspor’dan Adil Eriç transfer edilmişti. Bunlara rağmen Yavuz Şimşek sabırla sırasını beklemiş, 1974-75 sezonunda yine en çok maç oynayan kaleci olmuştu. 1976-77 sezonu ardından jübile yaparak futbola veda eden Yavuz Şimşek, Fenerbahçe’de toplam 10 sezon geçirerek sarı-lacivertli takımda en uzun görev yapan kaleciler arasında yer alıyordu. Bunca yılın sonunda eline geçenin bilançosunu şöyle özetliyor: “Ben Türk futboluna o kadar çok büyük hizmetler verdim ama jübile yapmasam açtım. 12 senede bir daire parası aldım. Şimdi yetiştirdiğim kaleciler beni milyarlarla katlarlar. Helal olsun. Hep boş mukaveleye imza attım. O zaman dört senede bir mukavele imzalıyorsun. İki senelik mukavele yapıyorsun, iki sene de kulübün uzatma hakkı vardı. Ben dört mukavele imzaladım, dördünde de ‘takdir sizin’ diye boş mukaveleye imza attım; iyi oynadığım zaman da kötü oynadığım zaman da. Zaten kötü olanı kimse tutmuyor. Yoksa 12 sene hiçbir takım beni barındırmazdı.”

Yavuz Şimşek ve Yasin Özdenak, 17 Kasım 1968’de Fenerbahçe ile Galatasaray’ın 1-1 berabere kaldığı maçın ardından sahadan çıkıyorlar.


Futbolu bıraktıktan sonra, o sene Yugoslavya’dan transfer edilen kaleci İvançeviç’ten başlayıp Yaşar, Nurettin, Adem gibi kalecileri çalıştırarak sarı-lacivertli kulübe hizmete devam etmiş Şimşek. Volkan Babacan, Mert Günok gibi birçok yeni kaleciyi Türk futboluna kazandırmış. Fenerbahçe kulübündeki başarılı mesaisini bir dönem Futbol Federasyonunda da sürdürmüş. “Manchester maçı tabii benim futbol yaşamımda unutulmaz bir anı oldu ama ben çok Manchester maçı oynadım Türkiye’de” diyen Şimşek, büyük takım kalecisi olmanın zorluğuna dikkat çekiyor: “Bir kaleci senede en azından 6 puan, 9 puan falan çevirebilmeli; Fenerbahçe kalecisiysen özellikle. Çünkü Fenerbahçe’de, Galatasaray’da, Beşiktaş’ta kaleci oynamak çok zordur. Ancak deplasmanlarda biraz top gelir. İçeride top bekleme; git kahve iç, sohbet et. Bir top gelir, içeriden alır atarsın santraya. Böyledir, yani bu kalecinin kaderi. Neyse, yetiştirdiğimiz kalecilere bunların hepsini anlattık, öğrettik. Onlar bilimsel yetiştiği için şimdi aynı şeyleri yapmıyorlar.”

1974-75 sezonunda deplasmanda oynanan Adanaspor maçı.


Futbolu bıraktıktan sonra bir müddet şarkıcılık, foto roman oyunculuğu gibi renkli bir hayatı da olmuş Yavuz Şimşek’in. Şarkıcılığa nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “1977-78 sezonu öncesi Yugoslavya’da kampa gittik. Hatta teknik direktör Kaloperoviç, kampa gitmeden önce İstanbul’da benimle konuştu. İvançeviç’in transferi gerçekleşmediği takdirde, Fuat’la birlikte kaleciliğe devam etmemi istedi. Ben Yugoslavya’da Fuat’la birlikte çıktım sahaya, 10 gün idman yaptım. O sırada İvançeviç ile Antiç’in işi oldu. O gün ben eldivenleri çıkarttım, onları çalıştırmaya başladım. 20 gün sonra yurda dönüyoruz. Kapıkule gümrüğüne yaklaşınca otobüsün radyosu TRT yayını çekmeye başladı. Radyoda şarkılar vardı. Ben de eve dönmenin sevinciyle şarkılara eşlik ediyordum. TRT muhabiri Ender Asman eğilmiş bana kulak vermiş. ‘Spor programında şarkı okur musun?’ diye sordu. Ben de gırgır zannetim, ‘Okurum, ne olacak,’ dedim. Üç gün sonra Ender geldi, ‘Radyoevinde Erköse kardeşlerle randevumuz var,’ dedi. Gittik stüdyoya, bana bir kulaklık verdiler. ‘Unutturamaz seni hiçbir şey’ şarkısını çalmaya başladılar. Ben söylemeye başladım, bir yandan da gözüm onlarda. Ben prova yaptık diye düşünüyorum, dışarı çıkınca, ‘Tamam kaydı yaptık’ dediler. Şarkı spor programında çalındı, derken kendimi Fahrettin Aslan ile Osman Kavran’ın karşısında buldum. Böylece sahneye çıkmaya başladım. O arada altı yedi foto romanda oynadım. Bu arada Aziz Nesin’in ‘Gol Kralı’ adlı eserini filme çekmeye karar vermişler. Kemal Sunal zaten arkadaşımdı. O filmde onunla beraber oynadık.” İzmir Fuarında Zeki Müren’in assolist olduğu kadroda sahneye çıkan Yavuz Şimşek’in şarkıcılık hayatı iki yıl sürmüş. Çocuklarının yüzünü görememekten yakınan Şimşek, sonunda Osman Kavran’la kavga edip müzik kariyerine noktayı koymuş ve futbol dünyasına geri dönmüş.

Yavuz Şimşek 1977-78 sezonu öncesi yapılan jübile maçıyla sahalara veda etti.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.