Vahap Özaltay: “Aramızda En Çok Gadre Uğrayan Oydu”

1934’te soyadı kanunu çıktığı zaman çok sevdiği kulübü Altay’ın ismini almak istemişti. Ne var ki, 9 Eylül 1922’de İzmir’e ilk giren süvari birliğinin komutanı Fahrettin Paşa’ya Altay soyadı, bizzat Atatürk tarafından verilmişti. Bunun üzerine o da Özaltay soyadını aldı. Atletizm milli takımına seçilecek kadar süratli olmasının yanı sıra iki ayağıyla çektiği sert şutları ve isabetli kafa vuruşlarıyla, devrinin en iyi santrforlarından biriydi Vahap Özaltay. Bu meziyetleriyle otuzlu yıllarda Fransa’da futbol oynama imkanı bulmuş, ancak aynı ilgiyi kendi ülkesine görmemiş ve ay-yıldızlı formayı sadece bir kez giyebilmişti.

Lübnan kökenli babası Mesut başçavuş, Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın yaverlerinden biriydi. Annesi Remziye hanım İstanbulluydu. Vahap Özaltay’ın doğum tarihi ve yeri konusundaysa çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler var. Kendisi bir röportajda 1909’da İstanbul’da doğduğunu belirtmiş ama resmi bilgilere göre 1907 Beyrut doğumlu. Yine kendisi 1936’da Akşam gazetesine verdiği röportajda 29 yaşında olduğunu belirtiyor ki, bu durumda 1907 tarihi doğru gözüküyor. Halit Kıvanç ise, Özaltay’ın ölümünden sonra Milliyet gazetesinde kaleme aldığı yazıda doğum tarihi ve yeri konusunda şunları belirtiyordu: “Vahap öldüğünde yayınlanan bazı biyografilerinde Beyrut’ta doğduğu bildiriliyordu. Oysa Özaltay 1906’da İstanbul’da Akaretler’de doğmuştu. Ama bu Beyrut sözü de pek asılsız değildi. Kardeşi Saim’in açıkladığına göre, Beyrut meselesi 1928’de Altay’ın bir Yunanistan seyahati vesilesiyle ortaya çıkmıştı. Askerlik durumu dolayısıyla yurt dışına çıkmasına engel doğunca, “Doğum yeri: Beyrut” formülü bulunmuş ve pasaportu alıp maça gitmek uğruna İstanbullu Vahap Beyrutlu oluvermişti.” (1) Doğum yeri ve tarihi konusundaki çelişkili bilgiler ne olursa olsun Vahap Özaltay İzmir’de parlamış bir futbolcuydu ve çok farklı takımlarda oynamasına rağmen, futbol tarihimize Altaylı Vahap olarak geçti ve her zaman Altay kulübünün simgelerinden biri olarak kabul edildi.

Vahap altı yaşındayken babası hastalanıp vefat etmişti. Bunun üzerine anne Remziye hanım kızı Perihan ve oğulları Vahap ile Saim’i alarak İzmir’e gitti. Aile bir müddet sonra da oradan Aydın’a taşındı. Aydın Mayıs 1919’da Yunan ordusu tarafından işgal edilince, aile bu sefer Kastamonu’ya göç etti. Vahap ve ailesi, kurtuluşun ardından tekrar İzmir’e yerleşti. Bu arada annesi, Alsancak Garı’nda faaliyet gösteren İngiliz şirketinde demirci ustası olarak çalışan Ahmed bey ile evlenmişti. Vahap eğitim hayatına İzmir Sultanisi’nde (günümüzdeki Atatürk Lisesi) devam ediyor, bir yandan da okulun futbol ve atletizm takımlarında spor yapıyordu. Vahap’ı kendi evladı gibi seven Ahmet usta, onun sporla uğraşmasına kızmak bir yana, gol atması karşılığı verdiği harçlıklarla teşvik ediyordu. Özaltay, yıllar sonra yapılan bir röportajda, “Futbola nasıl başladın?” sorusunu, “Sekiz yaşında iken Aydın’da,” diye cevaplayıp devam ediyor: “1909’da İstanbul’da doğdum. Aslen İstanbulluyum. Fakat sekiz yaşıma girdiğim zaman Aydın Sultanisi’ne gönderildim. İşte futbolu ilk defa orada gördüm. Kale arkasında bekler, kaçan toplara ayağımla vurarak onu sahaya fırlatmaktan büyük bir zevk duyardım. Bu bende futbola karşı müthiş bir heves uyandırdı. Geceleri rüyamda maçlara girer, müteaddit goller çıkarır ve alkış sesleriyle gözlerimi açtığım zaman kendimi yatağımda bulurdum. Aydın’ın Yunan işgaline uğraması üzerine bizi Kastamonu Sultanisi’ne naklettiler. Orada sınıf ve mektep maçlarına girdim. İstirdadı (geri alma) müteakip de kendimi İzmir’e naklettirdim.” (2)

Altay’daki ilk yılında. (Çetin Esen Kaftan, Altay Tarihi)

1922’de İzmir’e dönen Vahap, 1923-24 sezonunda Altay genç takımında oynamış, 1924-25 sezonundan itibaren A takımında forma giymeye başlamıştı. Altay’a nasıl girdiğini bir başka röportajda şöyle anlatıyor: “İzmir Lisesi’nde daha muntazam bir şekilde sporla uğraşmaya başladım. Bir sene sonra Altay kulübüne intisap ettim. Şimdiki futbol mevkimi Altay’a medyunum (borçluyum). İstanbul’da pek yakından tanıdığım Hamit Aslan’ın (o sıralar Altay’da oynayan İzmir’in ilk milli futbolcusu) yardımıyla bu vaziyeti elde ettim. Takımımız iki sene mütemadiyen şampiyon çıktı. İlk şampiyonluk senesi Türkiye birinciliklerine iştirak ettik. Onu müteakip Ankara’ya bir Rus takımı gelmişti. Bu takıma karşı teşkil edilen Ankara-İzmir muhtelitine dahil oldum. Ecnebilerle ilk temasım bu maçta olmuştur. Bu oyunu 1-6 kaybetmiştik.” (3)

1924-25 sezonunda İzmir şampiyonu olan Altay. Üst sıradaki futbolcular: Çeko Burhan, Nadir, Muzaffer, Hasan, Tevfik, Vahap, Vefik. Oturanlar: Nebil, Baha, Hamit Arslan, kaleci Halik. (Çetin Esen Kaftan, Altay Tarihi)

Altay A takımında üç sezon oynayan genç yıldız, 1927-28 sezonunda Beşiktaş’a transfer oldu. Ancak İstanbul serüveni sadece bir yıl sürdü. Buna rağmen, İstanbul’un seçkin futbolcuları arasına girdiğini, “Sporda en kuvvetli, en unutulmaz hatıranız?” sorusuna verdiği cevaptan anlıyoruz: “İstanbul’da Beşiktaş – Galatasaray muhtelitinde o sene Avrupa kupasını kazanan Sparta’ya karşı oynadığım gün. Hava çok berrak, saha bir çamur deryası halinde idi. Çamurun fazlalığından dolayı topu stop etmeğe bile imkan yoktu. Bu vaziyette ve halkın ademi teveccühü (ilgisizliği) arasında, Muslih’ten gelen güzel bir pası iyi istimal ederek (kullanarak) uzaktan gole tahvil ettim.” (4) Beşiktaş’ta oynadığı sırada, 1928 Amsterdam Olimpiyatlarına katılacak Milli Takımı belirlemek için oluşturulan geniş kadroya seçildi. Bundan sonrasını ondan öğrenelim: “Son olempiyattan bir sene evvel İstanbul’a gelmiş ve Beşiktaş kulübüne intisap etmiştim. Bundan sonra vaziyetim malumdur. Olempiyat kafilesile Prag seçmelerine iştirak ettim ve seçilenlerin haricinde kalarak İstanbul’a, oradan da İzmir’e eski kulübüme avdet ettim.” (5) Prag’da Milli Takım’ın kesin kadrosunu belirlemek için yapılan maçta oynayan Vahap, takıma giremeyince geri gönderilmişti. Belki bu konudaki en büyük şanssızlığı, onun mevkisinde Fenerbahçeli Zeki Rıza gibi o yılların en iyi santrforunun oynamasıydı. Beşiktaş tarihçisi Vâlâ Somalı ise onun ay-yıldızlı formayı sadece bir kez giymesini siyahi olmasına bağlayarak şu iddiada bulunuyordu: “Tıpkı Beşiktaşlı Teğmen Fercani Şener, Sadri Usuoğlu gibi siyah ten renginden dolayı ona da futbol milli takımında yer vermeyenler, Türkiye atletizm takımında bu şerefe nail olduğunu gördükten sonra, futbolda da milli olmasına müsaade ettiler.” (6)

Beşiktaş’ın 1927-28 kadrosu. Ayaktakiler: İbrahim, Refik Osman, Eşref, Osman, Şükrü, ?, Hayati, Tahir. Oturanlar: Zeki, Hüsnü, Vahap. (Vâlâ Somalı)

Olimpiyat kadrosuna giremeyince Altay’a dönen Vahap, gollerini İzmir’in siyah-beyazlı ekibi için atmaya devam etti. 1927-28 sezonunu şampiyon bitirmiş olan Altay, onun dönüşüyle iyice güçlenmiş ve 1928-29 sezonunda bu kez namağlup şampiyon olmuştu. Onun sportmen ve yenilgiyi kabul etmeyen karakteri ligin son maçında ortaya çıkmıştı. Şampiyonluğu önceden garantileyen Altay, son maçta Altınay takımıyla oynuyordu. Altaylı futbolcular lakayıt oynayınca 1-0 geriye düşmüştü. Fakat bu sonucu hazmedemeyen Vahap, son dakikalarda kendi çabasıyla bir gol atıp beraberliği sağlamış ve böylece takımının namağlup şampiyonluğunu sağlamıştı. (7)

Altaylı futbolcu ve idareciler 1929’da, Alsancak Stadı girişinde bulunan Alsancak İlkokulu önünde. Vahap Özaltay en önde oturmuş. Onun arkasındaki futbolcu, kısa süre sonra Göztepe’ye geçecek olan Fuat Göztepe. (Çetin Esen Kaftan, Altay Tarihi)

Altay’ın 1930-31 şampiyonluğunda da büyük rol oynayan Vahap, üç yıl önceki Prag seyahati sırasında gördüklerinin etkisiyle yurt dışında oynamayı kafasına koymuştu. “Bu seyahat, yani Avrupa benim genç bünyemde çok iyi bir intiba bıraktı. Oranın büyük statları ve usta oyuncuları arasında oynamak hevesine kapıldım.” (8) Amacı hayranı olduğu Arsenal takımında oynamaktı. O tarihte Türk milli takımını ve Galatasaray’ı çalıştıran İngiliz antrenör Pagnam ile Karşıyaka’yı çalıştıran Macar antrenör Jozsef Schweng de ona çeşitli kulüplerde oynamayı teklif etmişti. “Milli takım antrenörü Fred Pegnam bana Arsenal’den ve İskoç şampiyonu Aberdeen’den, Macar antrenör Herr Şvenk, Hungaria’dan ve Alman Manheim kulüplerinden teklif getirmişti. İngiltere’de oynamayı arzuluyordum. Hele Arsenal’de oynamak rüyalarıma giriyordu.” (9) Ne var ki Vahap bunların hiçbirinde oynama imkanı bulamayacak ve kendisini hiç düşünmediği bir kulüpte bulacaktı. 1932’nin Ocak ayında Sirkeci Garı’ndan bindiği trenle Manş kıyısındaki Calais şehrine kadar giden yıldız futbolcu, buradan vapurla İngiltere’ye hareket etmişti. Ancak Dover’de vapurdan indiği zaman polis memurları ona yabancı futbolcuların oynama yasağı nedeniyle ülkeye giriş yapamayacağını bildirdiler. İki saat sonra kalkan vapurla Fransa’ya dönen Vahap, Paris’e gitti. Türk konsolosluğunda çalışan yakın bir arkadaşı vasıtasıyla Racing kulübüyle irtibat kurdu. Birkaç gün sonra Racing kulübü idarecileri onu takımın antrenmanına çağırmıştı.
“Antrenmana başladık. Bir iki sıkı şütten sonra 25 dakikalık oyun yapalım dediler. Etraftan bütün gözler bana bakıyordu. … Burası imtihan yeriydi. Sırat köprüsü gibi bir geçit. Bir iki çalım yaptım. Bu kıvrak hareketler hoşlarına gitmiş olacak ki kahkahaları sahadan duyuyordum. Bir aralık kale yanında iki bek de birden üzerime geldiler. Yılan gibi aralarından sıyrılıp topu köşeye bırakmak suretile bir de gol yaptım. Bu bizim yeni direktörün hoşuna gitmiş olacak ki, yüksekten ‘bravo!’ sesleri ta kulaklarıma kadar geldi. Kendi kendime, ‘Eh diyordum, Vehab.. Galiba Sırat köprüsünü geçtin.’ … Klübe geldik. Orada çay içerken (direktör) oyunumu iyi ve ince bulduğunu, beğendiğini açıkça söyledi.” (10)

Vahap, Racing Club takımında (ayakta, soldan dördüncü). (Çetin Esen Kaftan, Altay Tarihi)

Racing’in B takımıyla taşrada bir iki maça çıkıp, her zamanki gibi gollerini atan yıldız futbolcu ilk ciddi sınavını kısa bir süre sonra Paris’te verdi. Racing ve Red Star Olympique takımlarından oluşan Paris Karması, İspanya şampiyonu Athletic Bilbao’yla oynayacaktı. Bu karma takımın santrforluğunu Vahap üstlendi. Bu ilk ciddi sınavında çok başarılı olan yıldız futbolcu bir gol atıp iki golün pasını verdi ve Paris Karması maçı 4-1 kazandı. Vahap, ölümünden yaklaşık bir yıl önce Milliyet gazetesindeki röportajda attığı golü şöyle anlatıyordu: “İspanyol takımının kalesinde meşhur Zamora vardı. Gol yemeyen kaleci. Sıkıştırıyorduk, tek kale oynuyorduk ama bir türlü mağlup edilmiyordu. İkinci devrenin ortalarına doğruydu. Sağ açıktan güzel bir orta geliyordu. Sıçradım, vurdum kafayı penaltı noktası üzerinden. Zamora uçmuştu ama top iç direğe çarpıp fileleri bulmuştu bile.” (11)

Vahap’ın Athletic Bilbao takımına attığı gol. (Profesyonel)

Bu noktada, birçok kaynakta yanlış olarak kullanılan bir bilgiyi düzeltmek gerekiyor. (Muhtemelen Vahap Özaltay, hakkında en çok yanlış bilgi verilen futbolcuların başında gelmektedir.) Vahap’ın bu maçta, o yıllarda dünyanın en ünlü kalecisi Zamora’ya gol attığı yazılmıştı. Belki o da, bu yazıların etkisiyle, aradan uzun yıllar geçtikten sonra gol attığı kalecinin Zamora olduğunu söylemişti. Ancak Athletic Bilbao kalesini koruyan isim, o tarihte İspanya milli takımında Zamora’nın yedeği olan Goyo Blasco idi. Nitekim, bu maç hakkındaki yazıyı Fransız günlük spor gazetesi L’Auto’dan olduğu gibi Türkçeye çevirip yayınlayan Türkspor dergisinde Vahap’ın golü şöyle anlatılıyordu: “Paris takımında Delfur ve Finamur’un ortasında oynıyan santrfor Türk Vahap, hatta bir ahenk ve yırtıcı bir yaratıcılık vermişti. Yerinde ve musip (isabetli) paslarla halka kendini sevdirdi. … Vahap iki müdafiin ayağından çıkardığı topu Fontober’e verdi. O da Finamor’a verdi. Finamor’un tekrar verdiği pası Vahap kafa ile Blasko’nun yetişemeyeceği noktadan kaleye soktu.” (12)

L’Auto gazetesinde Vahap’ın fotoğrafı.

Kaleci kim olursa olsun, Vahap bu maçta oynadığı futbol, attığı gol ve verdiği gol paslarıyla herkesin beğenisini kazanmıştı. Türkspor dergisi “Vehab’ın Paris’teki muvaffakiyeti idarecilerimize ders olsun…” başlıklı yazıda onu şu sözlerle övüyordu. “Vehap nasıl gitmişse gitmiş ve orada ilk oyununda muvaffak olmuştur. Hem de Paris’in iki büyük kulübünün ecnebi bir takıma karşı çıkardıkları yarı yarıya Fransız milli takımı demek olan bir muhtelitin merkez muhacim (santrfor) mevkiinde oynayarak. Bu netice, İzmirli oyuncunun burada yer bulamayan kıymetinin, bizi kıskandıran bir görünüşü oldu. Düşündürecek, üzerinde konuşulacak bir görünüş.” (13)

Vahap hakkındaki bir diğer yanlış bilgi Racing’de geçirdiği süreyle ilgilidir. Bazı kaynaklarda ilk gidişiyle ikinci gidişi birleştirilerek toplam beş yıl geçirdiği yazılıdır. Gerçekte Racing’deki ilk döneminde 1932 başından Temmuz’a kadar kalmıştı. Ayrıca takım kadrosuna sezon başında katılmadığı için lig maçlarında forma giyememiş ve Athletic Bilbao karşısında olduğu gibi özel maçlarda ve daha çok B takımının maçlarında oynamıştı. Yaygın bilinen bir diğer yanlış, onun yurt dışında profesyonel olan ilk Türk futbolcusu olmasıdır. Vahap’tan önce “Bombacı Bekir” olarak tanınan Bekir Refet Teker, 1921’den itibaren Almanya’nın Karlsruhe takımında profesyonel olarak futbol oynamıştı. Bu arada Vahap Özaltay, çeşitli röportajlarda Fransa’da profesyonel olmadan futbol oynadığını belirtiyordu. Yıldız futbolcu muhakkak ki Racing kulübünde belli bir ücret karşılığı futbol oynuyordu. Nitekim Halit Kıvanç, Racing’e 5 bin liraya transfer olduğunu, 300 lira da aylık aldığı yazmıştı. (14) Yine de, sezon ortasında geldiği için muhtemelen profesyonel mukavele yapılmamıştı. Nitekim kendisi de bu ilk döneminden birkaç yıl sonra verdiği röportajda bu konudaki soruya, “Hiçbir zaman profesyonel olmadım. Böyle rivayetler çıktı. Hepsi yanlıştır,” cevabını veriyordu. (15)

Vahap, Racing takımıyla birlikte İstanbul’a gelişinde, Sirkeci garında gazeteciler tarafından karşılanıyor. (Olimpiyat)

Fransa’da sezonun tamamlanması ardından Racing takımı, 1932 Haziran ayında bir Balkan turnesine çıktı ve ay sonunda İstanbul’a geldi. 1 Temmuz’da Taksim Stadı’nda Fenerbahçe ile oynanan maç 3-3 berabere bitti. Bu turne Vahap’ın Fransa’daki ilk döneminin de sonu oldu. Zira takım arkadaşlarıyla yaşadığı ihtilaf nedeniyle Türkiye’de kalmayı tercih etmişti. Bunun sebebini yıllar sonra şöyle açıklıyordu: “Taksim’de Fenerbahçe’yle oynayacaktık. İkinci başkan M. Maestir’e, ‘Ben bir Türk takımına karşı oynamam,’ dedim. O, ‘Gol atma, kendini zorlamadan oyna,’ diyerek beni zorla sahaya çıkardı. Maç 3-3 bitince diğer futbolcular kasten oynamadığımı söyleyerek bana cephe aldılar. Üstelik başkan da söylediklerini inkar edince Fransa’ya dönmedim. Türkiye’de kaldım.” (16) Belki Fransa’ya dönmemesinde bu olayın yanı sıra oradayken çektiği yurt hasretinin de payı vardı. Türkspor dergisine gönderdiği bir yazıdaki şu satırlar bunun ipuçlarını veriyor: “Burada maçlarda İzmir’deki takımımın hasretini çekerek ve pas verirken, pas alırken onlarla oynar gibi kendimi avutarak ve onları sahada görmeye çalışarak oynuyorum.” (17)

Vahap, Racing’in Fenerbahçe ile oynadığı maçtan önce, Zeki Rıza, iki takım arkadaşı ve hakem ile birlikte. (Olimpiyat)
Fenerbahçe-Racing maçında Vahap’ın bir şutu. (Olimpiyat)

İzmir’e ve Altay’a dönen Vahap, kısa bir süre sonra iki ayrı branşta milli formayı giyme sevincini yaşadı. Spora başladığı yıllardan itibaren futbolla birlikte atletizmin 100, 200 ve 400 metre branşlarında başarılı olan bir isimdi. Bu dallarda İzmir bölge birincilikleri alıp rekorlar kırmıştı. 1930’daki bölge şampiyonasıyla ilgili haberin Vahap’la ilgili kısmını aktarırsak onun atletizmdeki başarısını daha iyi görürüz:

“Mıntıkamız atletizm birincilik müsabakalarının ilk haftası Cuma günü yapılmıştır. Stadyom kalabalıktı. Neticeler şudur:

100 metro (seçme): İkinci seri: 1- Vehap (Altay) 11,4-5 …

Bu seçmede Altay’ın maruf futbolcusu Vehabın elde ettiği rekor şayanı dikkattır. …

400 sur’at: Altaylı Vehap güzel bir deparla daha ilk metrolardan itibaren öne geçmiş ve çok güzel bir koşu ile müsabakanın sonuna kadar başta koşarak birinci gelmiştir. 1- Vehap (Altay) 56 s. … Vehap geçen sene bu mesafede birinci olan Sakaryalı Haydar beyin 58,2-5 rekorunu kırmış oluyor.” (18)

Bulgaristan maçında. (Olimpiyat)

Bu başarılar sonucu atletizm milli takımına seçilmiş ve 1932 Ekim’inde Atina’da düzenlenen Balkan Oyunları’nda 4 x 400 bayrak yarışında koşmuştu. Vahap Türk takımının ilk koşucusu olarak yarışa başlamış ve bayrağı Mehmet Ali’ye (altmışlı yıllarda TİP Genel Başkanı olan Mehmet Ali Aybar) vermişti. Aradan bir ay geçmeden milli formayı ikinci kez, bu defa futbolda giydi ve 4 Kasım 1932’de, Taksim Stadı’nda Bulgaristan’a karşı 3-2 kaybettiğimiz maçta santrfor olarak görev yaptı. Milli Takım, bundan sonra 1936 Temmuz’una kadar resmi bir müsabaka oynamadı. Vahap’ın futbolda sadece bir kez milli olmasında şüphesiz bunun da payı vardı. Resmi maçlarda fazla milli olamasa da, 1932 ile 1935 arasında Halkevi Muhteliti adıyla Sovyetler Birliği karmalarıyla yapılan maçlarda 10 kez forma giydi. Buna karşın 1936 Berlin Olimpiyatları’na katılan Milli Takım kadrosuna alınmadı. Oysa kadroyu seçme amacıyla Haziran ayında Avusturya’nın First Vienna takımıyla İzmir Muhteliti’nin yaptığı maçta oynamış ve başarılı olmuştu. İzmir’den Hakkı Olaç ve Sait Altınordu 12 Temmuz 1936’da Yugoslavya’yla yapılan hazırlık maçında oynamış; bu ikisiyle birlikte Fuat Göztepe, Berlin kafilesinde yer alırken Vahap Özaltay götürülmemişti. Bu konuya değinen Halit Kıvanç, Vâlâ Somalı’nın tezini destekleyen şu satırları yazmıştı: “Vahap 1936 Olimpiyatları öncesinde büyük form göstermişti. Hele İzmir’in yetiştirdiği diğer iki yıldız, Sait ve Fuat’la kurdukları üç orta, Türk futbolunun unutulmayacak bir çağını yaratmıştı. Mesela Avusturya’nın fırtına takımı First Vienna, İstanbul karması önünde coşarken, İzmir’in Sait-Vahap-Fuat üç ortası karşısında sönüvermişti. Fuat ve Sait’in gollerine biri kafa, öteki nefis şutla iki gol ekleyen Vahap, İzmir’in Viyanalıları 4-1 yenmesini sağlamıştı. Bu üstün formuna rağmen Vahap 1936 Berlin Olimpiyatları’na götürülmedi. O günlerin dedikodusu gerçekten garipti. Hitler siyah ırktan hoşlanmadığı için Vahap’ın milli kadrodan çıkarıldığı söylenip durmuştu.” (19)

4 Kasım 1932’de Taksim Stadı’nda Bulgaristan’a 3-2 yenilen Milli Takım. Soldan sağa: Hasan Ekin (İstsp.), Nihat Bekdik (GS), Fikret Arıcan (FB), Mehmet Leblebi (GS), Hüsamettin Böke (FB), İhsan Türemen (İzmirspor), Eşref Bilgiç (BJK), Selahattin Almay (İstsp.), Vahap Özaltay (Altay), Lütfi Aksoy (KSK), Hüsnü Savman (BJK), Muzaffer Çizer (FB), Necdet Cici (GS).

Bizce Vahap Özaltay’ın Olimpiyatlara götürülmemesinin başlıca sebebi Fransa’da profesyonel olduğu düşüncesiydi. O yıllarda resmi çevrelerde para için futbol oynamak kabul gören bir davranış değildi. Üst düzey takımlarda oynayan ve özellikle milli olan sporcular çeşitli devlet kurumlarında işe yerleştirilerek geçim derdi olmadan futbol oynamaları sağlanıyordu. Vahap Özaltay da o yıllarda kamu kurumlarında muhasebeci olarak çalışıyordu. Fransa’da oynarken resmen profesyonel olmasa da dolaylı yoldan para kazandığı için kafileye alınmamış olabilirdi. O yıllarda Olimpiyatlara profesyonel sporcuların katılması yasaktı. Sonuçta dışlanmanın yarattığı hayal kırıklığıyla, Altay’ı ve İzmir’i çok sevmesine rağmen bir kez daha Fransa’ya gidip eski kulübü Racing’e girdi. Kısa bir süre sonra Top dergisine gönderdiği yazıda yaşadığı hayal kırıklığı açıkça görülüyordu: “Her sporcu gibi benim de gayem, hedefim, bir gün milli oyuncu sıfatını alabilmekti. Buraya kadar bütün basamakları çıktık, artık biz de sıraya, sürüye girdik. Olimpiyatlara iştirak edecek milli futbol takımımızda bana da yer vereceklerini ümit ediyordum. Senelerce yuvarlak meşinin arkasında bu gayemin tahakkuku için koşmamış mı idim. Bunun için didinip durdum. Amma zahir bu kadar çalışma sonunda ben yine hiçbir işe yaramıyan bir oyuncu olmuşum. Ben profesyonel ruhu taşır ve o zihniyetle oyun oynarmışım! Yahut bilmem, ne sebepten Türkü temsil edemezmişim. Velhasıl milli amatörlerin spor bayramında benim hiçbir işim yokmuş! Bu bir sürü laf içime işledi. Dayanamadım, kalktım, zaten içimde o muazzam spor tezahürünü yakından görmek hevesi uyandığı için ne bahasına olursa olsun oralara gitmeğe karar verdim. Zaten beni antrenör yapmak isteyenler de vardı. Futbol bilgimi tazelemek için de bu iyi bir fırsattı. Atladım trene ve buraya kadar geldim.” (20)

(Kırmızı-Beyaz)
Vahap Fransa’ya ikinci gidişinde, ülkemizde en ses getiren maçını Londra’da, Chelsea’ye karşı oynamıştı. Racing’in 2-1 kazandığı maçın galibiyet golünü atması, Türk spor basınında büyük ilgi yaratmıştı.

1936-37 sezonunu Rasing’de geçiren Vahap, Fransa’da yabancı oyuncu sayısının bire indirilmesi üzerine bir kez daha Türkiye’ye döndü. Halit Kıvanç’a göre, kulüp idarecileri bir başka yabancı futbolcu alabilmek için ona Fransız uyruğuna geçmeyi teklif etmişler, o da bunu kabul etmeyerek dönmüştü. (21) Vahap Özaltay ise Paris’ten başka bir şehirdeki takımda oynamasının teklif edildiğini, bunu kabul etmeyerek döndüğünü söylüyordu. Yine aynı röportajda profesyonel olarak damgalandığı için İstanbul’da Şişli kulübüne girdiğini belirtiyordu. (22) “Vehap, İzmir futbolunun muvaffakiyet yolunda yürümesi için elzemdir” başlıklı bir yazıda, Altay’da oynamasına izin verilmemesi konusunda şu yorum yapılıyordu: “Hafta içinde, sıhhatine inanmadığımız bir haber, İzmir’de bazı kimselerin müşkülat çıkarılması için harekete geçtiklerini kulağımıza kadar getirdi. Bu fuzuli gayretkeşliğin sebebi nedir? Paris’te profesyonel olmadan hususi lisansla çalışmış olmak bir suç mudur? Hele böyle dünya futbolunun profesyonelliğe doğru koştuğu, Türkiye futbolunda bile bu hareketin yer yer ve için için başladığı ve tatbik edildiği şu günlerde? Vehaba lisans vermemek için çalışmak doğrudan doğruya İzmir futbolunun kuvvetlenmesine tekme vurmak demektir. Çünkü Vehap kelimenin bütün manasile, İzmir sporuna lazımdır. Onsuz İzmir futbolu geçen seneki neticelerden kurtulamaz.” (23)

Şişli’nin 1937-38 sezonundaki Vahap Özaltay’lı kadrosu.

Böylece Vahap 1937-38 sezonunu İstanbul’un Şişli kulübünde antrenör-oyuncu olarak geçirdi. Burada oynayabilmesinin sebebi Şişli’nin o yıllardaki tabirle gayri federe, yani resmen tescil edilmemiş bir kulüp olmasıydı. O yıllarda gayrimüslim azınlıkların kurduğu kulüpler, ayrı bir yazının konusu olacak şekilde devlet tarafından dışlanmışlardı. Ancak kendi aralarında turnuvalar düzenleyebiliyor, Fenerbahçe ve Galatasaray gibi kulüplerle özel maçlarda karşılaşıyor ya da İstanbul’a gelen yabancı takımlarla oynuyorlardı. Şişli’de bir sezon geçiren Özaltay, ertesi yıl yine kendisinden öğrendiğimize göre amatörlüğe kabul edilmiş ve Güneş kulübü tarafından transfer edilmişti. (24) Ne var ki, 1938-39 sezonunda dört lig maçına çıkan Güneş, Atatürk’ün ölümüyle aniden kapanınca o da henüz forma giyme fırsatı bulamadan Fenerbahçe’ye geçmişti (Güneş kulübünün hızlı yükselişi ve ani kapanışı da ayrı bir yazı konusu olur). Burada bir ay kadar idmanlara çıkan Özaltay, işinin Ankara’ya nakledilmesi üzerine Ankaragücü kulübüne girdi.

Ankaragücü’nün Vahap Özaltay’lı 1938-39 kadrosu. (Veli Necdet Arığ)

1938-39 sezonunda Ankaragücü formasıyla mücadele eden Vahap Özaltay, ertesi yıl İzmir’e döndü ve futbolu çok sevdiği kulübünde bıraktı. Yaşı artık 30’u geçtiği halde, gençlik yıllarındaki formunu koruduğu, Galatasaray’a karşı oynadığı Milli Küme maçındaki performansından anlaşılıyor. Futbol tarihimizin en ilginç maçlarından biri olan bu Milli Küme müsabakası, aynı zamanda Dünya futbol tarihinde de nadir rastlanacak türden bir geri dönüş örneğiydi. 7 Nisan 1940’ta, Alsancak Stadı’nda oynanan maçta Galatasaray ilk yarıyı 3-0 önde bitirmişti. Devamını ertesi günün gazete haberinden okuyalım: “İkinci devreye başlanalı henüz on dakika olmamıştı ki Galatasaray dördüncü golü de çıkardı. Bu golden sonra artık Altay’ın mağlubiyeti mukadder addediliyordu. Çünkü takım ümit verici oynamıyordu. Fakat sanki Altaylı çocuklar dördüncü golün ikazını bekliyormuş gibi fevkalade enerjili bir oyunla maça hakim oldular. Top şimdi daima Altaylıların ayaklarında dolaşıyordu. Hakkı ile Saim’in (Vahap’ın kardeşi Saim Özaltay) her inişi, yakın bir golün hissini veriyordu. Gol kapısını ilk önce Vahap açtı. Yirminci dakikada güzel bir vuruşla frikikten Altay’ın ilk sayısını kaydetti. Bunu Saim’in kornerden yaptığı ikinci gol takip edince Altay takımında ateş gibi oynamıyan kimse kalmadı. Hatta kaleci bile güzel bir kurtarış yaptı. 29’uncu dakikada Vahap üçüncü golü attı ve Saim, ağabeyisini takip etmekte gecikmedi. Bir dakika sonra o da dördüncü golü yaptı. 4-0 mağlup vaziyetten 4-4 berabere vaziyete geçen Altay’ın bu enerjisi seyircilere bile sirayet etmişti. Havada uçan gazetelerin ve danseden şapkaların yekûnu oldukça kabarıktı. Bu hali hâd bir devreye çıkaran, İlyas’ın yaptığı beşinci gol oldu. Şimdi artık elif, lâm, te, ye, Altay, Altay, Altay… âvazeleri kulakları çınlatıyordu. Maç, siyah-beyazın 5-4 galibiyetiyle neticelendi.” (25)

Altay’ın 5-4 kazandığı maçta takımlar sahaya çıkıyor. (Çetin Esen Kaftan, Altay Tarihi)

Vahap Özaltay Fransa’ya ikinci gidişinde futbol oynamakla yetinmemiş, kursa gidip antrenörlük sertifikası da almıştı. Böylece belki de memleketimizin ilk diplomalı antrenörü olmuştu. O yıllarda, hatta 1964’te ilk kez Manisa’da düzenlenen kursa kadar, ülkemizde antrenörler alaylıydı. Futbolu bırakan futbolcular, çoğunlukla kendi kulüplerinde antrenörlüğe başlıyor, eski hocalarından gördükleri yöntemleri uyguluyorlardı. Vahap’ın daha 1940’ta diplomalı bir antrenör olarak mesleğe adım atması büyük bir yenilikti. Devlet de futbolculuğu sırasında ondan esirgediği ilgiyi antrenörlüğü sırasında göstermişti. İlk görevi İzmir bölge antrenörlüğü oldu. Uzun yıllar yaptığı bu görev sırasında İzmir Genç Karması’na seçtiği pek çok genç futbolcu ilerleyen yıllarda Türk futbolunun yıldızları oldular. Ellili yılların başında İstanbul’a gidip Adalet kulübünü çalıştıran Özaltay, 1952’de Ankara bölge antrenörlüğüne atandı. 19 Mayıs Stadı’nda ve Ankara Tenis Kulübü’nde müdürlük görevlerini üstlendi. “Profesyonel” adıyla çıkardığı haftalık spor dergisi özellikle Ankara sporu hakkında zengin bilgiler içeriyordu. Bu derginin yayın hayatı altı yıl sürdü. Ayrıca yurt dışında elde ettiği bilgi ve deneyimlerden hareketle, “Futbol Nasıl Oynanır?” adlı bir kitap da yazarak yetiştiricilik alanında önemli bir katkıda bulundu. Ankara Genç Karması’nda çalıştırdığı birçok futbolcu Genç Milli Takım kadrosuna seçildi. Bu dönemde Trabzon ve Bursa bölgelerinde de görev yaptı. Ankara’da bulunduğu dönemde bir yandan da Ordu Milli Takımı olarak bilinen Ordu futbol takımını çalıştırdı. Antrenörlük hayatının belki en mutlu anlarını bu takımla birlikte yaşadı, zira Ordu futbol takımıyla 1955’te İtalya’da Dünya Şampiyonluğu kazandı.

1955’te Dünya Şampiyonu olan Ordu Milli Takımı. Ayaktakiler : Vahap Özaltay, Seyfi Talay, Rober Eryol, Sabahattin Erdiniz, Suat Kaledelen, Rıdvan Bolatlı, Hadi Pozan, Nedim Günar. Oturanlar: Nusret Üktem, Ali Beratlıgil, Ömer Kandemir, Burhan Sargın, Rıza Palaska.
Ordu Milli Takımı kampı, 1955.

1957’de İzmir bölgesine döndü ve genç yıldız adaylarını yetiştirmeye devam etti. Altmışlı yıllarda kendi kulübü Altay’ı ve Karşıyaka’yı çalıştırdı. 1964-65 sezonunda çalıştırdığı İzmirspor ve Ülküspor, görev yaptığı son takımlar oldu. Hangi kulüpte görev yaparsa yapsın, kendisini soyadını alacak kadar sevdiği Altay’a ait hissediyordu. 10 Haziran 1965’te yapılan Altay kongresine de bu duygularla katıldı. Kordon’daki Altay lokalinde yapılan kongre elektrikli bir havada devam ediyordu. Söz alıp konuşma isteğine divan başkanı Dr. Fikret Tahsin, kalp hastası olduğunu bildiğinden karşı çıkmıştı. Ancak o aksak gördüğü hususları belirtmek için ısrar ederek kürsüye çıktı. Sakin başladığı konuşmasında giderek sinirlenen Vahap Özaltay, eleştirilerini sıraladıktan sonra, “Allah Altay’a yardımcı olsun,” diyerek kürsüden indi. (26) Yerine oturup kendisinden sonraki konuşmacıyı dinlediği sırada geçirdiği kalp kriziyle son nefesini verdi. Futbola Altay’da başlayan, ayrıldıktan sonra her seferinde yuvasına dönen bu büyük yıldız, hayata veda ederken de Altay’dan kopmamıştı.

Sait Altınordu (soldan ikinci), Vahap Özaltay’ın naaşı başında gözyaşları içinde. (Milliyet)

Futbol tarihimizin bir başka yıldızı Şükrü Gülesin, ölümünün ardından onun için şu satırları yazmıştı: “Futbolu bıraktıktan sonra memleket sporuna candan yardımla hizmet etmeyi kendisine dert edinmişti. Çeşitli hizmetlerde bulundu, fakat kıymeti bilinmedi. Sinir bozucu mücadeleler, bu büyük spor adamının kalbini yordu. Yalnız yorgun bir kalb değil, küskün bir kalble aramızdan uçtu gitti. Daha bir gün önce Vahap ve Sait Altınordu ile Fuar’da beraber yemek yemiştik. ‘Bir harman sigarası ver de ağzımın pası alınsın,’ demişti. Bana iki büyük derdi olduğunu söyledi. Biri Altay’dı, diğeri de Türkiye’de antrenörlüğün şamar oğlanlığı hüviyetinden kurtulamaması… ‘Üzme kendini hocam!’ dediğimde yumuşayacağına hiddetleniyordu. Haklı idi de. Aramızda en çok gadre uğrayan oydu. ‘Altay kongresinde iki lafım var,’ diyordu. ‘Allah bu lafları söyledikten sonra canımı alsa da gam yemem.’ Sanki içine doğmuştu. Bu lafları söyledi mi acaba? Eğer söylediyse içi rahat gitmiştir.” (27)

DİPNOTLAR

1- Halit Kıvanç: “Bir Vahap Vardı” Milliyet, 20 Haziran 1965, s. 8.

2- Türkiye Spor Ansiklopedisi, sayı 3, 31 Mart 1943, s. 19.

3- Türkspor, 13 Teşrinisani (Kasım) 1930, s. 19.

4- A.g.y.

5- A.g.y.

6- Vala Somalı: “Beşiktaş’ın Kara İncisi Vahap Özaltay” Beşiktaş dergisi, sayı 121, Eylül 2011, s. 97.

7- Orhan Berent: “Alsancak’ın Sakini Altay”, İletişim Yayınları, İstanbul 2014, s. 62.

8- Türkiye Spor Ansiklopedisi, sayı 3, 31 Mart 1943, s. 31.

9- Çetin Esen Kaftan: “Türkiye’nin İlk Profesyonel Futbolcusu”, Milliyet, 3 Mayıs 1964, s. 12.

10- Top, sayı 37, 5 Ağustos 1935, s. 7.

11- Kaftan: Milliyet, 3 Mayıs 1964, s.12.

12- Türkspor, 20 Şubat 1932, s. 5.

13- A.g.d., s. 2.

14- Kıvanç: “Bir Vahap Vardı” Milliyet, 19 Haziran 1965, s. 8.

15- Akşam, 9 Haziran 1936, s. 5.

16- Kaftan: Milliyet, 3 Mayıs 1964, s.12.

17- Türkspor, 5 Mart 1932, s. 13.

18- Türkspor, 28 Ağustos 1930, s. 13.

19- Kıvanç: Milliyet, 19 Ağustos 1965, s. 8.

20- Top, 21 Eylül 1936, s. 3.

21- Kıvanç: Milliyet, 19 Ağustos 1965, s. 8.

22- Türkiye Spor Ansiklopedisi, sayı 3, 31 Mart 1943, s. 31.

23- Kırmızı-Beyaz, sayı 14, 13 Eylül 1937, s. 3.

24- Türkiye Spor Ansiklopedisi, sayı 3, 31 Mart 1943.

25- Yeni Asır, 8 Nisan 1940, s. 2.

26- Milliyet, 12 Haziran 1965, s. 8.

27- A.g.k.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.