Her kulübün tarihinde sembol olmuş, uzun yıllar boyunca o kulübün formasını terletmiş futbolcular vardır. Ancak bir kulübün kuruluşundan itibaren ilk on birde yer alıp tam 17 sene aynı formayı giymek gibi kriterler göz önüne alındığında, belki bunun dünyadaki örnekleri bile çok azdır. Bu yazımızın konuğu olan İsmail Arca, işte bu özellikleriyle Türk futbol tarihine geçmiş bir isimdir. Beş çocuklu bir ailenin en küçük ferdi olarak 1945’in son gününde İnegöl’de dünyaya gelen İsmail Arca, doğup büyüdüğü kentin takımında çok kısa sürede parlamış, Bursalı yöneticilerin onun değerini fark etmemeleri sonucu, futbol hayatına Eskişehir’de devam etmişti. 1965’te kurulan Eskişehirspor’un kadrosuna alınan ilk isimlerden biri oldu. Aynı tarihlerde seçildiği Milli Takım’ın bütün kategorilerinde oynayıp 50’den fazla milli olan futbolculara verilen altın madalyayı da parlak başarıları arasına kattı.

O yıllarda futbola meraklı her çocuk gibi, topla tanışması mahallenin sokaklarında olmuş İsmail Arca’nın. Sporun her türüne yetenekli bir çocuk olduğu için ortaokuldayken bütün branşlarda okul takımında yer almış. Yaz aylarıysa sabahtan akşama sporla iç içe yaşadığı günler. O günleri, “Yalınayak yüzmeye giderdik. Oradan gelir şimdiki stadyumun olduğu yerdeki çayırda kale arkasında top oynardık,” diye anlatıyor. İşte öyle bir gün, o maçlardan birinde keşfedilen küçük İsmail, uzun futbol hayatının başlangıcına adım atmış: “Orta 3’te filan orada oynarken, İdman Yurdu kulübü idman yapıyor. ‘Adam eksik. Gelin beraber oynayalım. Siz bir takım, biz bir takım olarak,’ dediler. O maçta beğendiler, takıma aldılar beni.”

Bursa mahalli liginde mücadele eden İnegöl İdman Yurdu’nun yöneticileri, düşmenin kaldırıldığı 1963-64 sezonunda genç futbolcuları oynatmaya karar vermişler. Böylece genç İsmail de günümüzün stoper mevkisine denk düşen santrhafların o yıllarda giydiği 5 numaralı formayı sırtına geçirmiş. Yöneticilerin nasıl olsa düşme yok diye oynattıkları gençler İnegöl İdman Yurdu’nu o sezon şampiyonluğa taşımışlar. Takımın en iyi oyuncularından İsmail Arca da, henüz bir yıllık mazisi olan Bursasporlu yöneticilerin transfer listesine girmiş. Ancak bu transfer gerçekleşmemiş. Sebebini ondan dinleyelim: “Ne istersin diye sordular. ‘Bir şey istemiyorum, aileme yük olmamak için kolejde masrafımı karşılarsanız gelirim,’ dedim. O zaman Bursa Ticaret Lisesi’nde okuyordum, lise birdeydim. ‘Tamam biz sana haber göndeririz,’ dediler. Sonra duydum ki, ‘İnegöl’den topçu mu alınır, boş ver,’ demişler.”

Bursaspor’un o zamanki yöneticileri ne büyük fırsat kaçırdıklarını kısa sürede anlayacaklardı. Ancak Eskişehir mahalli liginde mücadele eden ve Demirspor, Şekerspor, Havagücü gibi kulüpler kadar güçlü ve iddialı olmayan bir kulübün yöneticileri onu transfer etmeyi kafalarına koymuşlardı. Bu ilginç transferin hikayesini de İsmail Arca’dan dinliyoruz: “Eskişehir’de Fatihspor kulübü vardı, yeşil-kırmızı renkleri. İnegöl İdman Yurdu takımının da renkleri aynıydı. Bir gün onlar geldi, ‘Biz seni almak istiyoruz, gelir misin?’ diye sordular. Geldik Eskişehir’e, anlaştık döndük. İnegöl’de duymuşlar benim buraya geldiğimi. ‘Tamam, biz sana vereceğiz ne istersen,’ dediler. Bir takım elbise istemiştim İdman Yurdu idarecilerinden, o zaman vermemişlerdi. Onlar öyle deyince tamam kalıyorum dedim. Bu sefer Fatihspor idarecileri duymuşlar. Tekrar geldiler siyah bir Chevrolet ile, beni kaçırdılar. O zaman İnegöl’den eski yol var, Ağı Dağı yolu; şimdiki yol değil. Çok virajlı, yüksek bir yoldu. Tam yolun başında askeri şube var. Durdurdular bizi, ‘Çocuk kaçırıyormuşsunuz,’ diye! Beni götüren yönetici avukattı. Arabadan inip durumu anlattı. Tamam gidebilirsiniz dediler. Buraya geldiğimizde ben bir taraftarın evinde kaldım. İnegöl yöneticileri gelip beni otellerde aramışlar. Bir hafta kaldık orada. İlk maçımız Demirspor’laydı. Eski Şeker Stadı’nda oynuyoruz. İnegöllü yönetici gelmiş, tellerin arkasından sesleniyor: ‘İsmail ne olur maça çıkma, şöyle yapacağız, böyle yapacağız,’ diye. Biz tabii çıktık maça, Eskişehirli olduk.”

Böylece 1964 yazında Fatihspor takımına katılmış İsmail Arca. Yeni takımıyla Eskişehir ligini üçüncü sırada bitirmişler. Bir sene sonra da Eskişehirspor kurulunca idareciler hiç tereddüt etmeden onu, Türkiye İkinci Ligi’nde yolculuğuna başlayacak bu yeni takıma almışlar. “O zaman Eskişehir amatör ligi vardı. Demirspor, Şekerspor, Havagücü, hep iddialı takımlardı. O sene Demirspor şampiyon oldu. O sezonun sonunda Eskişehirspor kuruldu. Beni de kadroya aldılar. Ne istersin diye sordular. ‘Fazla bir şey istemem, 2 bin lira verseniz olur,’ dedim. O zaman 2 bin lira iyi paraydı. Zaten amatörüm, ticaret lisesinde okumaya devam ediyorum. Anlaştık, giriş o giriş. İlk sene Abdullah Matay çalıştırdı. İkinci devrenin ortalarında Boroviç diye bir Yugoslav geldi. Fazla etkili olamadı. Rahmetli Matay iyi bir arkadaşlık kurmuştu. Zaten Akademi’nin antrenörüydü. Oradan altı-yedi kişi gelmişti. Fatihspor’dan ben gelmiştim. Şekerspor’dan gelen vardı. Cansiparane oynayarak, abi-kardeş ilişkisiyle güzel maçlar oynayarak şampiyon olduk.”

“Eskişehirspor’a girdikten sonra Bursaspor maçları benim için ayrı bir havaya büründü,” diyen İsmail Arca, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Siz beni istemezsiniz ama ben buyum diye kendimi ispat etmek için daha hırslı oynadım.” Nitekim Türkiye İkinci Ligi 1965-66 sezonunda iki gruba ayrılırken, Eskişehirspor ve Bursaspor aynı grupta yer almışlardı. Eskişehir’deki maç 1-1, Bursa’daki maç 0-0 sonuçlandı. Grup maçlarını yenilgisiz tamamlayan Bursaspor birinci sırada, dört yenilgi alan Eskişehirspor ikinci sırada, o zaman “Sekizler” adı verilen play-off grubuna yükseldiler. Devamını Arca’dan dinleyelim: “O zaman lig Şubat ayında bitti. İlk dört takım A grubundan, yine dört takım B grubundan, sekizler denilen gruba kalmıştı. Yani bugünkü play-off sistemiyle oynadık. Nisan 1966’da Bursa’daki maçı 3-1 kazandık. Bursaspor da çok iyi takımdı, direkt şampiyonluğa oynuyordu. Ertuğrul Dilek hakemdi. Daha ikinci dakikada Fethi gol attı. O zaman şampiyonluğa oynadığımızı fark ettik. O ana dek, ‘Sekizlere girelim de ondan sonrasına bakarız, seyirci maçlarımızı seyretsin,’ diyorduk. Şampiyonluk hayalimizde yok. O maçı kazanınca biz şampiyon oluyoruz galiba dedik. Burada Bursaspor ile oynayacağımız rövanş maçından önce Bursa’da dişçi abim vardı, ona gitmişler. ‘30 bin lira şimdi, 30 bin lira transfer ayında verip alacağız, İsmail oynamasın,’ demişler. Abim kovmuş onları. Buradaki maçta 0-0 berabere kaldık.”

Genç futbolcu Eskişehirspor formasıyla şampiyonluk mücadelesi verdiği sırada Genç Milli Takım’a seçilmiş ve 1966 Mayıs’ında Yugoslavya’da yapılan Avrupa Gençler Şampiyonası kadrosuna katılmış. Ay-yıldızlı formayla sahaya ilk kez 21 Mayıs 1966’da Sovyetler Birliği maçında çıkmış. Bunun ardından Macaristan ve İsviçre maçlarında da forma giymiş. Bu turnuvada İnegöl’den arkadaşı Hayrettin Endersert de oynamış.

Bir yandan Eskişehirspor’un başarısı, bir yandan Milli Takım derken İsmail Arca bir anda futbol piyasasında ön plana çıkmış. Kırmızı Şimşekler’in Türkiye Birinci Ligi’ne çıktığı 1966-67 sezonunda, İsmail Arca’yı transfer etmek isteyen takımlar arasına İstanbul kulüpleri katılmış. “Birinci lige çıkınca Cihat Arman geldi. Beni Fenerbahçe’ye almak istedi. Zaten beni istiyorlardı. Tabii amatörüm. Amatör Milli Takım’a seçildim. İspanya’ya gittik. Dönüşte Beşiktaş yöneticileri beni havaalanından götürdüler. ‘Biz seni almak istiyoruz, ne istersin?’ diye sordular. ‘200 bin lira isterim,’ dedim. ‘Evladım biz Yusuf ile Sanlı’ya 80’er bin lira verdik, sana o kadar parayı nasıl verelim?’ diye sordular. ‘Ben zaten amatörüm, kulübüm bırakır bırakmaz, belli değil,’ dedim. ‘Sen git, biz düşünelim,’ dediler.”

Başarılı futbolcunun talipleri çoğalınca Eskişehirsporlu idareciler çareyi onu profesyonel yapmakta bulmuşlar. 1967 yazında attığı imzayla İsmail Arca, artık resmen profesyonel futbolcu olmuş. “67 senesinde Eskişehirspor idarecileri, profesyonel imza atmadan önce bir yere gitmeyeyim diye beni Sazak çiftliğine götürdüler. Haziran ortasından 1 Temmuz’a kadar amigo Orhan’la orada beraber kaldık. Yani Eskişehirspor beni kaçırmış oldu! 1 Temmuz’da profesyonel mukavele imzaladım. Zaten Bursa ve İnegöl’ün beni istememesi ve ardından Eskişehir’in bana sahip çıkması, beni kulübe kalben bağladı. Arkadaşlık çok iyiydi. İlk başkanımız Aziz Bolel’di. Pek sporla alakası yoktu ama efkarı umumiyenin arzusuyla başkanlığa geldi. Bankacı, esnaf, hep güvenilir insanlar vardı yönetimde. Hep boş kağıda imza atardık ama onlar da hakkımızı verirlerdi. Şimdiki gibi değildi.”

“Çok zor günlerde de oynadım, güzel günlerde de. Burnum kırıldı, oynadım. Burada Fenerbahçe’yle oynuyoruz. Maç 0-0 devam ediyor. Yarım saat doldu. Bizim ceza sahası önünde rahmetli Burhan Tözer topa vole vurayım derken ben kafayla vurdum. Ayağı kafama çarptı. Benim kafa gitti. Birisi beni öpüyor, ‘Hadi koçum,’ diyor. Dört beş dakika geçmiş. Ben uyanmaya başlıyorum. Açtım gözlerimi, rahmetli Muzaffer Çil. İkinci ligdeyken beraber oynamıştık, sonra antrenör yardımcısı olmuştu. ‘Hadi koçum, oynarsın,’ diye beni gayrete getirdi. Girdim oynadım. Maç bitti. Hava Hastanesi doktorları çok ilgileniyorlardı. Hemen beni soyunma odasında masaya yatırdılar. ‘Maç kaç kaç?’ diye sordular. Bilmiyorum dedim. Koltuk altımı, ayak altımı ellediler, huylandım. ‘Yarın hastaneye gel,’ dediler. Eve geldim, kafamın içinde vın diye bir ses. Ertesi sabah hastaneye gittim. Komple bir muayene yaptılar. ‘Su dolu kovanın içine karpuzu koyarsın. Kenarına vurduğun zaman karpuz hareketlenir. Senin beynin de öyle olmuş ama şimdi bir şey yok,’ dediler. Hâlâ bir şey yok, Allaha çok şükür!”

“Çocuğum öldü, aynı gün çocuğumu gömdüm, top oynadım. Perşembe günü doğdu. Cumartesi acele gel dediler. Gittik, çocuk vefat etmiş. Sonradan öğrendik ki, küvezde unutmuşlar, havasız kalmış. Yaşadığı için cenaze namazı kılınacak dediler. Pazar günü öğlende namazı kıldık, gömdük. Doğru stada geldim. Oynar mısın dediler. Arkadaşlarıma baktım, ihtiyaçları var, oynarım dedim. Göztepe maçıydı. 1-0 yendik.”

İsmail Arca’ya hangi dizilişle oynadıklarını, takım arkadaşlarının özelliklerini soruyoruz. Eskişehirspor’un kuruluşundan itibaren ilk on birde yer alan, parlak başarılara imza attığı altmışlı ve yetmişli yıllar boyunca hemen her maçında forma giyen birisi olarak, o günleri yaşarcasına cevaplıyor: “Bazen 4-4-2, bazen 4-3-3 oynardık. Sağ bek İlhan, santrhaf ben, bazen Kocaelili Mustafa olurdu. Rahmetli Nuri vardı. Sonra Süreyya abi geldi Beşiktaş’tan. Sol bekte baştan Samsunlu rahmetli Necdet oynadı, sonra Faik abi geldi. Kalede Mümin yahut Taşkın. Hakkı abi bana göre bizi birinci lige çıkaran adamdı. Çok plonjon yapmaz, sağa sola atlamazdı. Çok iyi yer tutardı. Orta sahada Ayhan, Kamuran, Muzaffer abi sonra Vahap ve Koko Burhan geldi. O zamanın en iyi sol kanat adamıydı. Bizim önümüzde Küçük Burhan oynardı. Sağ açık Nihat, santrfor Fethi, sol açık Ender, o gidince Şevki geldi. Bana göre Fethi’yi gol kralı yapan Nihat ile Ender’di. Fethi de pozisyonları çok iyi değerlendiriyordu. Cüsseliydi, çok fazla sıçrayamazdı ama çok iyi yer tutardı. Gol yollarını çok iyi bilirdi. Nihat ve Ender dışında orta saha da hep onu beslerdi. Yağmur gibi geliyorduk o zaman. Çok iyi çalışıyorduk, çok iyi arkadaşlığımız vardı. Kapalı gözle kimin ne yapacağını bilirdik. Bazen maç esnasında gırgır geçerdik. Rahmetli Faik abiyi kızdırırdık. Ben libero oynuyorsam kademesine girmezdim. Ender ve Koko da yardıma gelmiyordu. Faik abi kızar, bağırır çağırır. Düşün maç içinde gırgır yapıyoruz. O kadar kendimize güveniyoruz. Güzel günlerdi.”

“O yıllarda bizim takımımız gibi Göztepe de çok iyi bir takımdı. Onlarla yaptığımız maçlar bayağı iyi oluyordu. Bir maçı hiç unutamıyorum. Burada oynadık. Samimiyetten maç esnasında muhabbet eder gibi birbirimizle gözle, kaşla gırgır yapıyoruz. O arada Fevzi bir gol attı, derken bir gol daha yedik. Bir baktık 2-0 mağlubuz. Ne oluyor filan derken, Nihat ve Kamuran’la 2-2 yaptık. Sonra devre oldu. İkinci devre daha iyi oynadık, 5-2 bitti maç. Ertesi gün Hamam Yolu’nda volta atıyoruz. Esnaf, taraftar çay, kahve içmeye çağırdı. Onların da çok hoşuna gitmiş. ‘Maç böyle olur işte,’ dediler. ‘O geliyor 3-0, bu geliyor 4-0, ikinci devre biz uyuyoruz. Böyle heyecan lazım,’ diye espri yaptılar.”

Kurulduktan bir sene sonra Birinci Lig’e çıkan Eskişehirspor, çok kısa süre içinde de şampiyon adaylarından biri haline gelmişti. İsmail Arca, “Bütün maçlara hırsla çıkardık ama İstanbul takımlarına karşı o hırs ikiye katlanıyordu,” diyerek o yıllardaki iddialarını ortaya koyuyor. Onun, “Yağmur gibi geliyorduk” dediği Kırmızı Şimşekler, 1968-69, 1969-70 ve 1971-72 sezonlarında ligi ikinci sırada bitirdiler. Özellikle şampiyonluğu Galatasaray’a kaptırdıkları iki sezonda puan farkı çok azdı. Peki çok iyi futbol oynamalarına rağmen neden şampiyon olamamışlardı? “Biz şampiyon olurduk ama masada güçlü değildik. İlk kez ikinci olduğumuz 1968-69 sezonunda, İstanbul’da Galatasaray karşısında 2-0 galibiz. Yabancı hakem geliyordu o zamanlar. Bir penaltı yarattı, karambolde bir gol attılar. 2-2 bitti maç. Üç büyüklerin yönetimleri, Anadolu kulüpleri bizi zorluyor diye bize karşı birleşti. Yine o sezon Şekerspor maçında 1-0 galiptik. Bayağı gol de kaçırdık. Maç bitiyordu artık, bir frikik oldu. Arap Güngör frikikten çok güzel bir gol attı. Hepimiz kahrolduk, yerlere yayıldık üzüntüden.”

Eskişehirspor ligde ulaşamadığı şampiyonluklara kupalarda ulaştı. İkinci Lig’de kazandığı şampiyonluğun ardından Başbakanlık Kupası’nı müzesine götüren Kırmızı Şimşekler, 1970-71 sezonunda iki kupa birden kazandılar. Önce finalde Bursaspor’u saf dışı bırakarak Türkiye Kupası’nı kazanan Es-Es, lig şampiyonu Galatasaray’ı 3-2 yenerek Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı da kazanmayı başardı. İsmail Arca, Eskişehirspor’un en parlak sezonunu şu sözlerle özetliyor: “Lig maçında burada, sahaya seyirci girince Galatasaray bizi hükmen mağlup etti. Hakemin yanlış kararı üzerine açık tribünden şişe atıldı, yan hakemin kafaya gelmişti. Bunun üzerine, ‘Bursaspor’u yenip kupayı alacağız, Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında rövanşı alacağız,’ dedik. Bursa’da 1-0 mağlup olduk. Burada 2-0 kazanıp Türkiye Kupası’nı aldık. Ankara’da Galatasaray’ı 3-2 yenip Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı da aldık. Ertesi gün çarşıda dolaşıyoruz. Esnaf bize, ‘Ne yaptınız yahu siz?’ diye soruyor. Biz, ‘Ne yaptık?’ deyince, ‘Niye maçı bitirdiniz? Maç uzasaydı beş olacaktı,’ dediler!”

Eskişehirspor 1970-71 sezonu başında da çok büyük bir başarıya imza atmış ve UEFA Kupası ilk turunda İspanyol ekibi Sevilla’yı elemişti. İsmail Arca, 1-0 kaybedilen ilk maçla ilgili şunları söylüyor: “Oradaki maçta hava çok sıcaktı, 40 derece filan vardı. Tabii o zamanlar yurt dışına gidince alışverişe çıkılıyor. Alışveriş için otelden çıktık ama sıcağı görünce hemen geri döndük. Gegiç bizimle dalga geçiyordu. ‘Buyurun serbestsiniz, gitsenize,’ diye gülüyordu. Maç başladı, ilk devre normal oyunumuzu oynadık. İkinci devrenin ortalarına doğru gol yedik. Öyle bitecek maç. Son yarım saate girdik. Süreyya abi kafasına top çarpar, pat yere düşer. Omzuna biri çarpar, pat yere düşer. Bizim masör rahmetli Kazım abi koşuyor, geliyor. ‘Kazım abi merak etme bir şey yok, biraz soluklanıyorum,’ diyor. Beş altı kere böyle oldu. Maç artık bitmek üzere. Kazım abi yine koşa koşa geldi. ‘Ulan bak, bir daha yaparsan sülalene okurum, öldüm ulan!’ dedi.” Rövanş maçının 79. dakikasında 1-0 yenik duruma düşen Eskişehirspor bir mucize gerçekleştirmiş ve son 10 dakikada üç gol atarak Sevilla’yı elemişti. İkinci maçı da şöyle anlatıyor İsmail Arca: “İlk yarı 0-0 bitti ama sanki istekli, hırslı oynamıyoruz. Yani bu maçı alacağız havasında oynamadık ilk devrede. İkinci devre de uzun müddet öyle gitti. Gol yiyince birdenbire sanki kendimize geldik. Sağdan soldan ortalar yapılmaya başlandı. Süreyya abi bana, ‘Hadi sen de ileri git,’ dedi. Son 10 dakikaya girdik. Sağdan İlhan ortaladı, Fethi kafayla gol attı. Sonra soldan Halil ortaladı, Fethi gol. Seyircinin yarısı stattan çıkmıştı. Gol sesi duyan başladı geri dönmeye. İkinci gol sesinden sonra başladılar stadyuma koşmaya. Maç bittiğinde herkes birbirine sarılmıştı. Çok değişik, çok özel bir maçtı.”

Eskişehirspor’un bu başarılarında Yugoslav antrenör Abdullah Gegiç’in çok büyük payı vardı. İsmail Arca onun başarısının sırrını şöyle anlatıyor: “Hepimizi ayrı ayrı çalıştırırdı. Taktik çalışmaları yaptırırdı. Bazen ben bile defanstan gole gitmek için Fethi’yle verkaça girip sağa sola kaçıp yol açarak gole gitmeyi çalışırdık. Kornerlerde birinci, ikinci direk çalışması; sol açık birinci direğe gelecek, sağ açık ikinci direğe gelecek, kim ortalayacak? Mesela İlhan ortalayacaksa ona göre değişmeler antrenmanlarda yapılırdı. Yedi sekiz metreye üç tane ağırlık topu koyardı. Sağdan gelen ortaları kafayla o topa isabet ettirmeyi çalışırdık. Rakipten gelen ortayı arkadaşına isabetli pas vermek için yapardık bu çalışmayı.”

Gegiç yönetimindeki Eskişehirspor çok başarılı bir seyir izleyince birçok futbolcusu da A Milli Takım kadrosuna seçildi. Bunların içinde en istikrarlısı İsmail Arca oldu. Daha önce Genç, Amatör ve Ümit Milli formalarını giyen başarılı futbolcu A Milli Takım’da da 27 kez görev yaptı. Toplamda 53 kez ay-yıldızlı formayı giyen Arca, o yıllarda oynanan milli maç sayısının çok az olması göz önüne alındığında büyük bir başarıya imza atmış ve 50 kez milli olan sporculara verilen altın madalyayı almaya hak kazanmıştı.

A Milli Takım’da ilk kez forma giymesi şanssız bir maça denk gelmişti; zira 24 Nisan 1968’de Polonya ile oynanan özel maçı Milli Takım 8-0 kaybetmişti. İstikrarsız sonuçların olağan olduğu o yıllarda, çok güçlü rakipler karşısında alınan sürpriz galibiyetlerin yanı sıra bu şekilde ağır mağlubiyetlere de rastlanıyordu. İsmail Arca bu maçta alınan farklı yenilgiyi ve genelde o yıllardaki başarısızlığımızı şöyle açıklıyor: “Polonya’da yedek soyundum. Durum 4-0’dı; Sanlı’yı çıkardılar, ben girdim. Dört gol daha yedik, 8-0 bitti. Bizim takım çok rahattı. Adamlar çok iyi top oynadı. Çok büyük hatalar yaptık. Kaleci hatası, defans hatası oldu. O yüzden farklı mağlup olduk. Kuzey İrlanda’ya gittik, ilk golü biz attık. Ogün abi atmıştı golü. Ben George Best’i tutuyordum. Markaj yaparken biraz sert girdim, topu aldım. Faul yoktu. Best topu tutup aldı, bana verdi. Hakem de hentbol çaldı bizim lehimize. Sonra dört gol yedik, 4-1 mağlup olduk. O zamanlar rakiplerimize karşı ‘Nasıl olsa yeniliriz,’ şeklinde psikolojik bir ezikliğimiz vardı çünkü şimdiki gibi devamlı milli maçlar oynamıyorduk. Senede iki maç, üç maç oynardık. Galatasaray’da, Beşiktaş’ta oynayan arkadaşlarımızı karşımızda oynarken görüyorduk ancak. Takımın birbirine alışması için belli bir zaman dilimi olmuyordu. Nasıl pas alıp vereceğiz, birinci direği, ikinci direği kim alacak, verkaça mı gireceğiz, defansın arkasına kademeye mi gireceğiz, bunları Milli Takım antrenmanlarında yeterince çalışamıyorduk. Kopukluk oluyordu. Ben genç, ümit derken 50 maçı zor tamamladım. Oysa şimdi bir sürü maç oluyor. Şimdi oynasam 100’ün çok üzerinde milli olurdum herhalde.”


İsmail Arca savunmada oynamasına rağmen pozisyon gereği sık sık ileri çıkıp takımının hücum gücüne de katkıda bulunuyordu. 1 Aralık 1974’te, İzmir’de İsviçre ile oynanan maçta attığı golle mağlup durumdaki Milli Takım’a beraberliği getirmiş, son dakikalarda Mehmet Oğuz’un attığı golle Türkiye sahadan 2-1 galip ayrılmıştı. Bu maçla ilgili, attığı gol dışında da bir anısı var: “Bir ara gol attığım İsviçre maçında mide spazmı geçirdim devre arasında, heyecandan mı bilmiyorum. Coşkun Özarı ve arkadaşlar yatırdılar beni masaya ne oluyor diye. Maç yemeklerini az yerdim. O zamanlar bonfile verirlerdi, boğazımdan geçmezdi. Kahvaltıyla idare ederdim. O zaman öyle bir olay yaşadım ama tabii devam ettik maça.”

Yukarıda bahsettiğimiz istikrarsız sonuçların bir örneği, onun kaptan olarak yaklaşık 25 gün arayla Milli Takım’ın başında sahaya çıktığı iki maçta yaşanmıştı. 23 Kasım 1975’te İzmir’de oynanan Avrupa Kupası grup eleme maçında Sovyetler Birliği’ni 1-0 yendikten sonra, 20 Aralık 1975’te, İstanbul’da oynanan özel maçta Batı Almanya’ya 5-0 yenilmiştik. İsmail Arca bu iki maçın farklı sonuçlarını şöyle açıklıyor: “İlki çok özel bir maçtı. Rusya milli takımı Dinamo Kiev olarak çıkıyordu sahaya. Almanya’yı, Hollanda’yı sürklase etmişlerdi. Adamlar kendi kalesine attı. 1-0 yendik. Bir müddet sonra İstanbul’da Almanya’yla oynadık, 5-0 mağlup olduk. Çamurdu saha ama adamlar çamurda bile çok koşuyorlardı. Biz Türk milleti olarak birdenbire rehavete kapılıyoruz.” Sovyetler Birliği maçından sonra Orhan Aldinç, Hürriyet gazetesinde onun için şu satırları yazmıştı: “Türkiye liginin şimdilik dibinde giden Eskişehirspor, Milli Takımın tepesinde bir delikanlı tutuyor: Kaptan İsmail. Sovyet Rusya ile İzmir Atatürk Stadındaki kapışmamızda bütün dikkatleri üzerine çeken kaptan, doksan dakikanın tamamında klas ve tecrübesini rakiplerimizin dünya çapındaki forvetlerine de kabul ettirdi. Gösterişsiz fakat mutlaka yararlı, teferruatsız ancak son derece olumlu düşünceler taşıyan futbolu galibiyetimizde baş rolü oynamıştır.”


Zamanla Eskişehirspor’un o ihtişamlı günleri sona erdi. Önce teknik direktör Abdullah Gegiç takımdan ayrıldı. Ardından parlak başarılara imza atan futbolcular birer birer transfer oldular ya da futbolu bıraktılar. İsmail Arca ise “istikrar abidesi” tabirinin hakkını vererek 1982’ye kadar oynadı ve futbola Eskişehirspor formasıyla veda etti. 516 resmi maçta oynayarak Eskişehirspor’un en çok forma giyen futbolcusu oldu. “Sadece Eskişehirspor’da değil, Türkiye’de de benim kadar maça çıkan futbolcu azdır. 17 sene oynadım. Ceza aldığım maç bir ya da ikidir. Bir Galatasaray maçı oynuyorduk galiba. Bizim Coşkun Demirbakan bir oyuncunun ayağına bastı. Münakaşa ederlerken ben de onları ayırayım diye koştum. Hakem kimdi, şimdi unuttum, bana kırmızı kart gösterdi. O şekilde bir kart gördüm. Bir kere de Sadık Deda’ya, ‘Hocam öyle olmadı,’ filan diye itiraz ederken pat diye kırmızı kartı çıkardı. 74’te Fethi bıraktı, üniversitede hocalığa başladı. Kaptanlığı bana verdiler. 82’ye kadar kaptanlık yaptım. Nihat, İlhan, Vahap gitti. Hep gençler kaldı. Gençlere Eskişehirspor adabını öğretmek için çabaladık. Her Cumartesi akşamı yaptığımız gibi, ertesi günkü maçı konuştuk. Gençlerin kıyafetine bakardık, sakallı dolaşmalarını istemezdik. Sahaya çıktığımız zaman hiçbir zaman forma şortumun dışında olmazdı, tozluklar aşağıda olmazdı. Ben de genç kardeşlerimden bunlara dikkat etmelerini isterdim. Onlar da hep bize sevgi ve saygı gösterdiler. Hâlâ ararlar sağ olsunlar.”

İsmail Arca’nın futbolu bıraktığı 1981-82 sezonunda, Eskişehirspor da ilk kez Türkiye Birinci Ligi’ne veda ediyordu. Kaptan o zor günlerde gemisini terk etmek istemese de yöneticiler onun gibi düşünmemiş. “Takım küme düştü. Başkana gittim. ‘İsterseniz ben oynarım, takımın tekrar çıkması için elimden geleni yaparım,’ dedim. ‘İhtiyacımız yok,’ gibi konuştu. ‘Bırakmazsan jübile hakkın kaybolur,’ demek istedi. Nihat da Malatya’yı çalıştırıyordu. ‘Sen jübile yap, sonra bize gel, abilik yapıp oynarsın,’ dedi. Kabul etmedim, jübile yapıp bıraktım futbolu. Milli Takım ile bir jübile maçı oldu. Maçta sahadan çıktım, tur atıyordum; baktım arkamdan çocuklarım koşuyor. Yedi yaşında oğlum varmış, 10 yaşında kızım varmış, ne zaman büyümüşler. Allah razı olsun eşimden, onları o büyüttü. Nasıl büyüdüklerini hiç bilmiyorum. Onlara sarılıp da tam anlamıyla bir baba-çocuk ilişkisi yaşayamadım. Temmuz’da bir ay tatil oluyordu. Akrabalara mı gideceksin, tatile mi çıkacaksın.”



“Futbolu bıraktıktan sonra arkadaşımla ortak olduğumuz bir mobilya mağazamız vardı, o işle uğraştım. Biraz da antrenörlük yaptım. Genç Milli Takıma antrenör oldum, 1993-1995 arası. Rahmetli Bora ile beraber çalıştırdık. Sonra İnegöl’ü çalıştırdım. İskenderun’a gittim. Eskişehirspor’u üç ay çalıştırdım, anlaşamadım. Burada Kanlıkavak diye bir yer var. Orada altyapı tesisi yaptım. Yaptım derken ilk defa vekillere gittim. Tanıdıklar çıktı. Bütün efkarı umumiyeden, maddi manevi yardım alarak tesis kurdum. Bir dernek kuralım dedik. Altyapı derneği kurmasak kulüp idarecileri orayı alıp başkasına satardı. İki üç sene önceki yönetim yine orayı almak istedi. Odunpazarı Belediye Başkanına gitmişler. Hakkımı helal etmem diye röportaj verdim. Dernek olduğu için alamadılar. Alsalardı şimdiye çoktan satılmış olurdu. Geçmiş yönetimler Eskişehirspor’a bayağı zarar verdiler. Tarihe hiç sahip çıkmadılar. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi kulüpler tarihlerine her yönden sahip çıkıyorlar. Eskişehirspor’da gelen yönetimler bizi hiçbir şekilde onore etmiyorlar. Türk futboluna hizmet ettik ama şimdi bizi kimse hatırlamıyor. En büyük üzüntümüz bu. Buraya maça geliyor Milli Takım. Burada milli formayı giymiş birçok futbolcu var benden başka; Fethi var, Nihat var, Ender var. Şimdi gitsem maça giremem.”


Efsanevi kaptan, vefasızlıktan ve yönetimlerin verdiği zarardan yakınırken haksız değildi. Geçmiş yönetimlerin yaptığı yanlış transferler ve sorumsuzca harcayıp bitirdiği kaynaklar yüzünden 2015-16 sezonunda Süper Lig’den düşen Eskişehirspor, bu yanlışlarda ısrar edilince dört sene sonra İkinci Lig’e, hemen ardından Üçüncü Lig’e düştü. İsmail Arca’yla Eskişehir’deki evinde görüştüğümüzde henüz sezon ortasıydı, ancak transfer yasakları yüzünden kulübün kötü gidişi sürüyordu. Bu satırların yazılmasından yaklaşık iki hafta önceyse, bir zamanlar İstanbul’un şampiyonluk tekelini zorlayan Eskişehirspor, amatör lige düştü. Söyleşimizin sonunda İsmail Arca, arkadaşlarıyla birlikte oluşturdukları o mucizevi takımın yarattığı değişimi, “Güzel günler yaşattık Eskişehir’e. Bir çöl ortasında bir şehirdi. Eskişehirspor kurulunca o çöl yeşerdi. Sonra belediye başkanımız tarafından daha da güzelleştirildi,” sözleriyle ifade ediyordu. Eskişehirspor düştüğü diplerden tekrar o ihtişamlı günlerine dönecek mi bilinmez. Bunu zaman gösterecek. Bizce bunun başlıca çözümü, İsmail Arca gibi sadece Türk futbolunda değil, Dünya futbolunda da örneğine az rastlanan istikrar abidesi insanların keşfedilip kulübe kazandırılmasında yatıyor.
