Futbolumuzun henüz her şehrin kendi mahalli ligi içine hapsolduğu kırklı ve ellili yıllarda, A Milli Takımımızın kadrosu İstanbul kulüplerinin oyuncularından oluşuyordu. Daha doğrusu, İstanbul’un “üç büyükler” adı verilen takımları dışında bazen Vefa, İstanbulspor gibi kulüplerden birer oyuncu milli formayı giyebiliyordu. İşte bu dönemde, Milli Takımın bu çok dar muhitine İstanbul dışından girebilmeyi başaran nadir oyunculardan biri İzmirsporlu Tarık Gençay’dı.

1926 yılında, İzmir’in Eşrefpaşa semtinde doğmuştu Tarık Gençay. İzmir futbolunu ayrıntılı biçimde bilmeyenler için belirtelim; İzmirspor’un da doğum yeriydi Eşrefpaşa. Üçü erkek, ikisi kız, beş kardeşin en büyüğü olan Tarık’ın futbolla tanışması, o devirlerdeki bütün yaşıtları gibi, mahallenin boş arsalarında ve sokaklarında bezden toplarla yapılan maçlarla gerçekleşmişti. Belediyede memur olan babası, o yıllardaki yaygın tavrın aksine, oğullarının futbol oynamasına kızmıyor, hatta teşvik ediyordu. Ne var ki, babanın memur maaşı, yedi nüfuslu ailenin geçimine yetmediği için Tarık daha orta birde okurken okulu bırakıp çalışmak zorunda kalmıştı.

Genç Tarık, yeteneğiyle Eşrefpaşalı büyüklerinin dikkatini çekmiş, bunun doğal bir sonucu olarak da henüz 17-18 yaşlarında İzmirspor formasını giymeye başlamıştı. Ne var ki, daha takıma yeni yeni alıştığı sırada askerlik yaşı geldi ve İzmirspor’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bununla birlikte, İzmir’den ve futboldan kopmamıştı. O tarihlerde İzmir’de görev yapmakta olan ve futbolu çok seven geleceğin genelkurmay başkanı Ragıp Gümüşpala’nın kurduğu Kayagücü isimli askerî takımda oynadı. İzmirspor’dan arkadaşı Fikret ve Burhan, Altaylı Bayram Dinsel, Karşıyakalı Çamur Nebil gibi aynı tarihte askerliğini yapan İzmir’in bütün seçkin futbolcuları da bu takımda forma giyiyordu. Takımın “kulüp binası” Konak meydanındaki tarihi Sarı Kışla’ydı. Yıldız futbolcuları bünyesinde toplayan Kayagücü takımı 1946-47 sezonu İzmir Ligi şampiyonluğunu kazanmıştı.

Askerlik hizmeti biter bitmez İzmirspor’a döndü Tarık Gençay. Aynı sıralarda babasının ölümüyle sarsıldı ve bu olay onun hayatının akışını değiştirdi. En küçük kardeşi Namık Gençay anlatıyor: “Üç büyüklerin yöneticileri, futbolcuları her ay evimize doluşurlardı onu transfer etmek için. Fakat babamız erken yaşta öldüğü için abim 22 yaşında evin reisi olmuştu. Hem top oynuyor, hem şoförlük yaparak çalışıyordu. Kazandığı parayla hepimizi okuttu. İstanbul’a giderse ailemiz dağılır endişesiyle bizden ayrılamadı. Adalet kulübünün başkanı da gelmişti bizim eve. Ben o sıralar küçük olmama rağmen konuşmaları hatırlıyorum. O zaman yaptığı teklif akıllara zarardı, yine gitmedi abim.”

Aslında ilk ciddi teklifi daha askerliğini yaptığı sıralarda almıştı Tarık Gençay. İzmirspor’dan arkadaşı Burhan Cevrem anlatıyor: “İzmirspor’un gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Tarık Gençay’dı. Kayagücü’nde birlikte oynadık. Askerdeyken bir gün onu garnizon kapısına çağırdılar. Bana sen de gel dedi. Gittik kapıya, baktık Galatasaray idare heyeti. Tarık’ın terhisine 15-20 gün vardı. İdareciler 1.500 lira transfer ücreti, 300 lira aylık teklif ettiler. 1.500 lira o zaman çok büyük paraydı, Alsancak’ta üç-dört tane daire alınırdı. Kabul etmedi.”

Onun dönüşüyle güçlenen İzmirspor, 1948-49 lig şampiyonluğunu kazandı. Futbolculukta en verimli yıllarını yaşayan Tarık Gençay bunun semeresini milli takıma seçilerek yaşadı. Önce B Milli Takımın 6 Mayıs 1951’de, İzmir’de Irak’la yaptığı maçta ay-yıldızlı formayı giydi ve iki gol attı. Ardından A Milli Takımın 1951 Haziran ayındaki tarihi turnesinde İzmir’den kadroya alınan tek futbolcu oldu. Bu turnede önce İsveç’e giden Milli Takım 3-1 yenilmiş, ardından Berlin Olimpiyat Stadı’nda Batı Almanya ile oynadığı o unutulmaz maçı 2-1 kazanmıştı. Fakat Tarık bu maçları kenardan seyretmekle yetindi. Burhan Cevrem bu konuya şöyle açıklama getiriyor: “Berlin’de 2-1 yendiğimiz maçta kadrodaydı, Mısır’a gitti kadrodaydı, Roma’ya gitti kadrodaydı. Niye oynatmadılar? Ulvi Yenal federasyon başkanıydı. ‘Galatasaray’a imzayı at, hemen milli takımda oyna,’ dediler. ‘Ben İzmirspor’dan başka takımda oynamam,’ diye cevap verdi.”


Tarık Gençay’ın çok iyi bir futbolcu olduğu şimdiye kadar yazdığımız satırlardan anlaşılıyor ama onu üstün yapan vasıflar nelerdi, bunları da onun takım arkadaşlarından öğrenelim. Donanma Nuri lakabıyla bilinen Nurettin Terzi onun hem sürati hem tekniği olduğunu belirtip ekliyor: “Baba Gündüz’ün (Gündüz Kılıç) boyu ve hava toplarındaki üstünlüğü malum. Tarık santrhaf oynadığı zaman Baba Gündüz’ün kafasından top alırdı.”


Onun futbolculuğunun son demlerinde İzmirspor’da oynamaya başlayan merhum Cenap Doruk da kendisiyle yaptığımız görüşmede Tarık Gençay için şunları söylemişti: “Ben 17-18 yaşlarındayken o 32-33 yaşlarındaydı. Santrhaf da oynardı, santrfor da. Benim için süratli derlerdi, 20 metrelik deparda bana 5 metre fark atardı.”

Tarık Gençay’ın antrenörlük yaptığı dönemde İzmirspor’da talebesi olan Bülent Buda da şunları söylüyor: “Tarık Gençay İzmirspor’da sembol olmuş isimlerden biridir. Muhteşem bir sağbekti. Canı sıkılır, santrhaf olurdu. Espride, pratik zekada, futbolda müthişti. İki ayağını da iyi kullanırdı. Sakatlanıp futbolu erken bıraktı.”


Bülent Buda’nın bahsettiği esprili kişiliğini maçlar sırasında da sergilediğini Burhan Cevrem şu örnekle ortaya koyuyor: “Fenerbahçe gelmişti İzmir’e. O zamanki Fener forveti Küçük Fikret, Mehmet Ali, Feridun, Lefter, Burhan’dan oluşuyordu. Bizi burada 2-0 yendiler. Bir ara bir pozisyon oldu. Bizim Tarık abi ile Feridun beraber depar attılar. Türkiye’de Tarık abiye yetişecek adam yoktu. Bastı topa ‘Seyfi’ dedi. Feridun kaleciye doğru fırladı. Tarık abi döndü bana, ‘Yahu bunda akıl da yokmuş,’ dedi. Çok muzip adamdı. Takım mağlup durumdaysa santrhaftan santrfora geçerdi. Mesela 2-0 mağlubuz bir maçta, son 15 dakika santrfora geçip üç gol attığı olurdu.”


İzmirspor’dan Beşiktaş’a transfer olan kaleci Feyzi Büyükyıldırım ve Tarık Gençay, İzmir Karmasının bir maçından önce.
1952-53 sezonunda 17 gol atarak gol kralı olan Tarık Gençay’ın herhalde futbolculuk hayatında en unutamadığı anlardan biri, 1953-54 İzmir Ligi’nin son haftasında, kendisinin penaltı kaçırdığı maçta Altay’a yenilerek şampiyonluğu kaptırmaları olsa gerekti. O maçta sahada yer alan oyunculardan, İzmir futbol camiasının “Tito Cavit” lakabıyla tanıdığı Cahit Ellier anlatıyor: “O sezon ilk yarıda 8 puan öndeydik. Galibiyete 2 puan veriliyordu henüz. Aralardaki maçları kaybettik. Puan farkı kapandı. Altay’la oynadığımız şampiyonluk maçında tribünler sabah saat 9’da kapanmıştı. Biz sahaya giremedik. Sahanın içinden bizi içeri aldılar, o kadar kalabalıktı. 2-1 kaybettik maçı. Tarık abi penaltı kaçırdı. Ama beraberlik de yetmiyordu şampiyonluğa, kazanmamız lazımdı.”

O sezon Altay’ın ardından ikinci oldu İzmirspor ama ertesi sezon, yani 1954-55’te Metin Oktay’ın da katılımıyla iyice güçlenerek şampiyonluğu kazandı. Metin gittikten sonra da hızı kesilmedi İzmirspor’un. İzmir’de profesyonelliğin resmen başladığı 1955-56 sezonunda da şampiyonluğa ulaştı. Böylece Tarık Gençay, futbolculuk hayatının son demlerine yaklaşırken üçüncü şampiyonluk sevincini de yaşadı.


Kardeşi Namık beyin belirttiğine göre, İstanbul’a gittiği zaman Beşiktaş kulübünün Akaretler’deki binasında kalıyordu. Baba Recep, Ali İhsan, Nusret yakın arkadaşlarıydı. Lakin bu dostlarının Beşiktaş’a gelmesi yolundaki ricalarını da kabul etmemişti. Muhitini ve kulübünü çok sevmesinin yanında ailevi sorumlulukları da bunda rol oynamıştı. Yine Namık beyin ifadesiyle dört kardeşini okutmuş, yetiştirmiş, evlendirmişti; onlara bakmaktan evlenecek fırsat bulamamıştı.

İzmir’in Türk futboluna armağan ettiği Metin Oktay’ın da Tarık Gençay’ın futbolculuğuna hayran olduğunu, Namık Gençay’ın şu sözlerinden öğreniyoruz: “Metin Oktay bir akşam, ‘Tarık abi, hayatta gördüğüm en iyi futbolcu sensin,’ demişti. Abim de onun futbolculuğuna hayrandı. Bir de karakter konusunda, ikisi de muhteşem insanlardı. O kadar namuslu, haysiyetli insanlardı.”

Son kez 1957-58 sezonunda sahalarda top koşturan Tarık Gençay, futbolu bırakmakla birlikte İzmirspor’dan kopmadı. Zaten son sezonunda hem oynamış hem antrenörlük yapmıştı. Futbolu bıraktıktan sonra da antrenörlüğe devam etti. Yeri geldi antrenörlüğü bıraktı, umumi kaptanlık yaptı. Yeri geldi, bir antrenörün görevine son verildiğinde tekrar sorumluluk üstlendi. Zaman zaman kulübünden ayrılsa da fazla uzağa gitmedi; Aydınspor, Tirespor gibi Ege takımlarını çalıştırdı. Fakat her seferinde İzmirspor’a döndü.

Tarık Gençay’ın futbolla ve İzmirspor’la haşır neşir geçen ömrü fazla uzun sürmedi. 1987 yılının 17 Eylül günü, evinde kalp krizi geçirip son nefesini verdiğinde henüz 61 yaşındaydı. Soğumuş bedeni, merak edip eve gelen kardeşi tarafından bulundu.
İzmir dışında yaşayan futbolseverlerin çoğunluğu muhtemelen bilmez; şehrin muhtelif semtlerinde İzmir kulüplerinin simgesi olmuş futbolcuların heykelleri dikilidir. Karşıyaka’da Gode Cengiz ve Erol Baş’ın, Alsancak’ta Vahap Özaltay ve Sait Altınordu’nun, Güzelyalı parkında Göztepe’nin “Efsane On Birinin” heykelleridir bunlar. Birkaç yıl önce, İzmirsporlu bir futbolcunun heykeli dikilmesi söz konusu olduğunda, kamuoyunda Metin Oktay’ın ve Milli Lig’de ilk golü atan Özcan Altuğ’un ismi gündeme gelmişti. Bu vesileyle son sözü, Tarık Gençay’ın takım arkadaşı Burhan Cevrem’e bırakalım: “Söz heykelden açılmışken, rahmetli Tarık abi esprili bir insandı. Bir gün ona, ‘Tarık abi, senin heykelini dikelim,’ dedim. ‘Ne o, yüzüme tüküremediler, heykelime mi tükürecekler?’ diye cevap vermişti. Elimde olsa Eşrefpaşa’nın her sokağına, Hatay’ın her sokağına Tarık Gençay’ın ismini verirdim.”







Ellerinize yüreğinize sağlık izninizle alıntı olarak paylaşmak istiyorum yeni kuşaklara daha çok ulaştıralım değerlerimizi iyi tanısınlar.
BeğenBeğen
Sevgili Başar, elbette paylaşabilirsin.
BeğenBeğen
Oldukça Vefalı bir hareket.Layık olana değerini vermek erdemdir.Allah rahmet etsin mekanı cennet olsun
BeğenBeğen