Yetmişlerin ortasında kurulan ve o yıllarda Türk futboluna pek çok yıldız futbolcu armağan eden Beşiktaş öz kaynak düzeninden yetişmişti. Gelgelelim Beşiktaş’ta büyüyüp olgunlaşan bu futbolcu, seksenli yıllarda Galatasaraylı Adnan olarak tanındı. Beşiktaş’tan Galatasaray’a geçmeden önce arada kısa bir Bandırmaspor faslı vardı. Galatasaray’dan sonra Malatyaspor, Zonguldakspor, Göztepe ve Kuşadası da formasını terlettiği diğer takımlardı. Bu zengin futbol yaşamının ayrıntılarını Adnan Esen’den dinledik.
Mübadelede Yunanistan’dan Büyükçekmece yakınlarındaki Gürpınar’a yerleşen bir ailenin beş çocuğunun en küçüğü Adnan Esen. Bir süre sonra, babası halde kabzımallık yaptığından Fatih’te, Vatan Caddesi üstünde bir eve taşınmışlar. Adnan Esen 1961’de burada dünyaya gelmiş. “Çocukluğum burada geçti. Bir müddet Horhor, 1974-77 arası Etyemez’de oturduk. Tekrar Vatan Caddesine taşındık. Annem hala orada oturur. Oruçgazi İlkokulu’nu bitirdim, sonra Oruçgazi Ortaokulu’na devam ettim. Zaten yan yanaydı okullar. Çocukluğumuzda arsalar daha fazlaydı. Mahalle maçları yapardık. Sokak aralarında oynardık devamlı. Okuldan çıkıyorduk, çantayı atıyorduk. Top alıp arkadaşlarla boş bulduğumuz her yerde top oynuyorduk.”

Adnan Esen top tutkusu yüzünden, kuşağının birçok üyesi gibi lise eğitimini yarıda bırakmış ve profesyonel futbolculuğa doğru ilk adımlarını atmış. “Pertevniyal Lisesi’ne başladım ama futbol yüzünden liseyi bitiremedim. Liseye başladığım senenin yazında Beşiktaş futbol okuluna kaydoldum. Seçmeler vardı Şeref Stadı’nda, seçildim. O zamanki imkânlar şimdiki gibi değildi. Şimdi okuyan çocuklara akşam idman yaptırıyorlar, ışıklandırma var. O zaman bunlar yoktu, idmanlar gündüz yapılırdı. Okulu asıyorduk, ikinci plandaydı. Okula gitmeyip antrenmana gidiyorduk. Tabii derslere yansıyordu. Baktım futbolla okul bir arada olmuyor, futbolu tercih ettim. Lise 1’de ilk sene kalmıştım, ikinci sene devam ettim, zaten bütünleme imtihanlarına bile gitmedim.”


Binlerce çocuğun arasından sıyrılıp en iyiler arasına girmesinin hikâyesi hayli ilginç: “Beşiktaş futbol okuluna 14 yaşında kaydoldum. Zaten Türkiye’de ilk defa futbol okulu kavramı o zaman Beşiktaş’ta başladı. Gazetede gördüm, Beşiktaş futbol okulu kayıtları başladı diye bir haber vardı. Kayıtlar Taksim’de, Sıraselviler Caddesi’nde bir yerdeydi. Bizim mahalleden birkaç arkadaş daha vardı, gittik kaydolduk. Bu ana kadar babamın haberi yoktu. Bize kendi malzemenizi getireceksiniz dediler; siyah şort, beyaz fanila. Mahalleden çocuklarla toplaştık, gittik Şeref Stadı’na. Bir gittik, en aşağı iki-üç bin kişi var; 61’li, 62’li, 63’lü. Hatta çocuklara, ‘Bizim hiçbir şansımız olmaz, dönelim,’ dedim. ‘Adnan buraya kadar geldik, şort aldık, masraf ettik, şansımızı deneyelim,’ dediler. Girdik seçmelere, maç oynattırdılar. Altyapı hocaları seyredip beğendiklerini işaretliyorlar. Ben seçildim. İki -üç gün sonra bir daha çağırdılar. O zaman daha çocuk sayılırız. Hocaların elinde liste var, birine üç çarpı, diğerine dört, kimisine beş çarpı koymuşlar. Sonradan anlıyoruz tabii. Saha içinde yaptığın olumlu hareketlerin sayısına göre çarpı koyuyorlar. Yan gözle bakıyorum kâğıda, heyecan var tabii. Bende çok çarpı var, bizim takımdan birinde daha aynı sayıda çarpı var. O da daha sonra Beşiktaş’ta oynayan Küçük Haluk. Onunla ikimiz liste başı kaldık.”

“Bu süreç üç-dört ay sürdü. 61 doğumlu yaş grubundan otuz küsur kişi kaldık. Bizim hocamız Refik Özvardar’dı. O bir müddet sonra bıraktı. Serpil Hamdi Tüzün başladı. O gelince bir seçme daha yaptı. O da maç oynattı ama ondan önce, iki sağlık topundan kale yapıyordu. 7-8 metre ileriden beş tane sağ ayak içi, beş tane sol ayak içiyle hedefin içinden geçirmemizi istiyordu. Ardından kafa saydırma yaptırdı. Sonra geniş bir kare yaptı saha içine. 20-25 metre mesafeden eşape top, yani havadan atıp karenin içine düşürme hareketleri yaptırdı. Sonunda maçlar oynattı. O kadroyu 20 küsura indirdi. 75’ten 80 senesine kadar altı sezon altyapı devam etti. Son iki senemizde gençler ligi kuruldu. Türk futbolunun o zaman büyük atılım yapmasının en büyük sebeplerinden biri gençler liginin kurulmasıydı. Biz A takım maçından önce oynuyorduk. Mesela Beşiktaş A takımı Adanaspor’la oynuyorsa, biz de Adanaspor genç takımıyla maç yapıyorduk. Biz 17 yaşında, 20-25 bin seyircinin önünde oynuyorduk. Bir de bizim çok iyi bir genç takımımız vardı. Ziya, Fikret, Küçük Haluk, Tuğrul, Fuat, Rıza; bunların hepsi daha sonra A takımında oynadı. O kadar seyircinin önünde oynayınca hepimize güven geliyordu. İki sene arka arkaya Türkiye deplasmanlı gençler ligi şampiyonu olduk. Seyirci bizi çok beğeniyordu, takımımızı ezbere sayıyordu. Serpil Hamdi Tüzün ve yardımcısı Adnan Dinçer’in olması bizim için büyük bir şanstı. Gerçekten bütün futbolcularda çok büyük emekleri var. Onların çalıştırdığı jenerasyonların çoğu üst düzey takımlarda oynadı. Zaten altyapısı iyi olan futbolcular, profesyonel düzeyde çok rahat ediyorlar. Son senemde takımların yaş grubunu aşmış üç kişiyi oynatma hakkı vardı, ben de öyle oynadım, zaten takım kaptanıydım.”

Adnan Esen’in henüz 14 yaşında, Beşiktaş altyapısında başlayan futbol yaşamı, altı yıl boyunca istikrarlı biçimde gelişme kaydeden bir çizgide devam etmiş. Birkaç bin çocuğun içinden son yirmi içine seçilen ve genç takımdaki son senesinde kaptanlık yapan bir futbolcunun, A takımında oynamaya devam etmesi bu sürecin doğal ve olağan sonucudur. Lakin öyle olmamış. Ülkemizde yeteneklerini eğitimle zenginleştirmiş nice genç sporcunun başına gelen Adnan Esen’in de karşısına çıkmış ve Beşiktaş A takımında yoluna devam etmek yerine Bandırmaspor’a gitmiş. “O zaman A takımına gelen hoca zannederim Metin Türel’di. O da altyapıdan pek fazla oyuncu istememiş anladığım kadarıyla. O sırada ben serbest kalmıştım. 100 bin lira yatıran her takım bizi alabiliyordu. Bandırmaspor genel kaptanı rahmetli Refik Elmastaş beni Bursa’da Bursaspor-Beşiktaş genç takımlar maçında seyretmiş. İstanbul’dan bir arkadaşı beni buldu mahallede. Seni çok istiyor, bir görüş dedi. İlk görüşmemizde maddi açıdan anlaşamadık. Benim istediğim rakam onların limiti üstündeydi. İstanbul’a döndüm. Üç dört gün sonra tekrar haber gönderdiler. Hatta takım İnegöl’de kampa girmiş. Direkt kampa gittim. Böylece iki sene boyunca, 1980-82 arası Bandırmaspor’da oynadım.”

“Bandırma’da birkaç yaşlı oyuncu vardı ama genelde genç bir takımdık. Gittiğimde eski takımın çoğunu serbest bırakmışlar, yeni bir strateji belirlemişler takımı gençleştirmek için. Takımda iki üç futbolcu İstanbul’dan, dört beş futbolcu Bursa’dan gelmişti. Gerisi Bandırma altyapısından alınmıştı. Yaşı büyük olarak Bandırmalı Evrens abi, Edirnespor kaptanı Muzaffer abi – o da Bandırmalıydı, Bolusporlu Vahdet abi vardı. İlk gittiğimde hocamız rahmetli Galip Türkkan’dı. İzmir’de Göztepe’ye 4-1 yenildik. 1-0 öne geçmiştik, hatta golü de ben atmıştım. Sonra hafta arası kolum kırılınca İstanbul’a döndüm. Bir hafta kadar sonra da ihtilal (12 Eylül 1980) oldu. Üç dört maç oynayamadım. Döndüğümde hoca değişikliği olmuş, rahmetli Seracettin Kırklar gelmiş. İki sene onunla devam ettik. Rahmetli Muhittin Kıpçak’la da çalıştık. Bu takım küme düşer diye çok konuşuldu ama takım çok iyi bir performans sergiledi. O sezon son maçı içerde Karşıyaka’yla oynayıp berabere kaldık. Karşıyaka bizi yense şampiyon olacaktı. Göztepe Balıkesirspor’u yenerek şampiyon oldu.”

Adnan Esen Bandırmaspor’da oynadığı dönemde başarı grafiğini istikrarlı biçimde artırmış. İki sezon boyunca, sakatlık dışında bütün resmî maçlarda yer almış. Bu başarısı ona ay-yıldızlı formayı giyme olanağını sağlamış. “Bandırma’daki ikinci senemin devre arasında Ümit Milli Takıma seçildim. Sovyetler Birliği ile hazırlık maçı yapılacaktı. İzmirsporlu İsmail, Samsunsporlu Dobi Hasan, Karşıyakalı Küçük Cihan ve Bilal, Altay kalecisi Can, Antalya’dan Akgün – yani daha sonra hep Süper Lig’de oynayan futbolcular vardı. Sovyetler Birliği, bizim A Milli Takımını Adana’da 1-0 yenmişti. Bizi de 1-0 yendiler.”

Sovyetler Birliği maçının ardından, Beşiktaş’ta onu yetiştiren hocası Adnan Dinçer, futbolculuk ve insanlık vasıflarını değerlendiren bir yazı kaleme almıştı. 21 Şubat 1982 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan bu yazıdan bazı satırları paylaşıyoruz: “Beşiktaş Futbol Okulunun en eski öğrencisidir. Uzun yıllar Serpil Hamdi Hocanın Teknik Direktörümüz olduğu futbol okulunda sürekli benimle çeşitli gruplarda çalışmıştır. Süper top tekniği, oyunu okuması, zarif stili, sükuneti ve uzun kısa pasları en iyisiyle kullanma meziyeti, reaksiyon süratiyle çok yeteneklidir. Ölü toplarda neticeyi etkileyecek kadar başarılıdır. Ancak hepsinden önemli yanı liderdir ve çok hassastır. Bu meziyeti onu yıllarca kaptanı olduğu genç takım içinden Ümit Milli Takım kaptanlığına getirmiştir. Takımı ve formasını çok seven nadide bir futbolcudur. (…) Genç takımda çok güzel oynadığı bir karşılaşmadan sonra aniden apandisiti patlamış ve hastanede uzun süre yaşam savaşı vermiştir. Dört ay süreyle devam eden ameliyat yarasının kapanmaması onda yıkıcı bir etki yapmış ve Trabzon deplasmanına misafir olarak geldiği halde kendisine şans vermemi istemiştir. Beline bağladığı sargı bezi ve kuşakla sahaya çıkmış, devre arasında, ‘Ölene kadar sahada kalmak istiyorum’ diyerek tüm takıma moral vermiş ve maçı 1-0 kazanmamızda büyük faktör olmuştur. O yıl sonunda benimle beraber Genç Takımın şampiyonluğunda büyük emek veren genç Adnan, birkaç oyuncuyla profesyonel takıma tarafımdan verildiği halde alınmamış ve benim istifama neden olan bu olaylarla birlikte Adnan da ağlayarak giderken, Beşiktaş’tan adeta koparılmıştır.”

Devre arasında oynanan bu milli maç, sezon sonunda İstanbul’a dönmesini sağlamış. O maçta beğenilince Galatasaray kulübünün transfer listesine girmiş. “Hepimizin yaş ortalaması 20-21 olduğu için antrenörler bu tip maçlara çok ilgi gösterirler. Özkan Sümer o zaman Galatasaray’ı çalıştırıyordu. Ben o maçta libero oynamıştım ve çok iyi bir maç çıkarmıştım. Hatta ertesi gün bazı gazetelerde maçı kaybettik ama Adnan ve Can’ı kazandık gibi yazılar çıkmış. Tabii benim oynadığım Bandırmaspor ikinci ligde, şampiyonluğa oynayan bir takım değil. O tip takımlardan gelen bir futbolcunun başarılı olması daha çok dikkat çekiyor. Neticede o sezon sonunda ben Galatasaray’la anlaştım. O zaman transfer yönetmeliğine göre bir futbolcu sözleşmesi bittiği zaman belli bir güne kadar satışını istemesi lazımdı. Kulüp onu satışa koyuyordu. Gidemezse kulüp o paranın yüzde 20’si gibi bir miktarı yatırıyordu. Ben satışımı istememiştim, aslında benim için sıkıntılı olabilecek bir durumdu. Çünkü o zaman bütün inisiyatifi kulübe bırakıyorsun. Neticede kulüp beni istediği paraya sattı. Başlangıçta istenen para yüksekti, Galatasaray biraz tedirgin oldu. Sonra büyükler araya girdi. İdarecilerle konuştular, çocuğun önünü tıkamayın, ortayı bulun anlamında. 82 senesinde 5 milyon lira bonservis parası aldı Bandırmaspor. Kulüp tarihinin en büyük parası diyebilirim.”

1982-83 sezonunda katıldığı Galatasaray’daki ilk günlerini şöyle hatırlıyor Adnan Esen: “Galatasaray’a transfer olup imzayı atınca, Avşa adasına tatile gittim. O sırada Bandırmaspor kulübüne telgraf gelmiş, tekrar milli takım hazırlık kampı var diye. Resmi olarak henüz Galatasaray’dan sözleşmem federasyona gitmediği için Bandırmasporlu gözüküyorum. O zaman telgrafla haber veriliyordu. Kamp Uludağ’daydı. 30 kişilik filan bir kamp vardı. Şenol, Rıdvan, Ziya, Hüseyin, Samet, birçok futbolcu kampta. Sonra da Almanya’ya gidilecekti. Tabii bütçe şimdiki gibi değil. Sonra Almanya kampı iptal oldu ama yöneticiler, ‘Gitme ihtimali de var’ dediler. O arada takımlar sezon hazırlıklarına başlamıştı. ‘Takım kamplarınıza dönün ama televizyondan haberleri takip edin,’ dediler. Galatasaray’dan benimle birlikte kaleci Eser ve Bülent vardı. Galatasaray’ın Abant’taki kampına gittik. İki üç gün sonra kamp var diye haber geldi. Almanya’ya kampa gittik. Döndükten bir iki gün sonra Galatasaray’ın Sarıyer’le hazırlık maçı vardı. Özkan Hoca beni ikinci devre oynattı. Dört gün kadar sonra da Macar Csepel maçı vardı. Orada direkt oynattı. 3-2 yendik, ben bir kafa golü attım. İyi bir intibayla başladık ki bu bir futbolcu için çok önemlidir. Seyircinin, hocanın, camianın ilk intibası önemlidir. Sakatlığım yüzünden Mersin maçında oynamadım, onun dışında ilk devredeki bütün maçlarda oynadım.”

Adnan Esen’in talihsizliği, o sezonun devre arasında askere alınması olmuş. Galatasaray için de talihsiz bir dönem olmuş o devre arası, zira onunla birlikte iki takım arkadaşı da askere gitmiş. “1982-83’te ilk devreyi Fener’in arkasından ikinci bitirdik. O zaman bütün maçları üç tane orta saha oyuncusuyla oynadık: ben, Küçük Mustafa (Ergücü) ve Bülent (Alkılıç). Üçümüz de devre arası askere gittik. Kütük İstanbul olduğu için Söke’de askerliğimi yaptım. O zaman acemi askerlerin oynaması zordu ve acemilik dönemi dört ay sürüyordu. Benden hiç faydalanamadılar. Küçük Mustafa da Manisa’dan on günde bir geliyor, idmanlara çıkamıyordu. Bülent İstanbul’da askerlik yapıyor ama yine de diğer futbolcular gibi olamıyor. Bir anda üç futbolcunun hem de orta sahadan gitmesi, takımı etkiledi. O zaman askeri yönetim vardı, çok titiz davranılıyordu. Austria Wien ile Avrupa Kupası maçları oynadık, ona bile özel izinle çıkardılar. Fakat burada Galatasaray kulübünün de yapacağı bir şey yoktu. Devre arasında askerliği gelmiş diğer kulüplerden ne kadar futbolcu varsa hepsini aldılar.”


1983-84 sezonunda Galatasaray’ın başına yurt dışında çok tanınmış bir hoca olan Tomislav İviç gelmiş. Fakat o sene lig şampiyonluğunu Trabzonspor kazanmış. İviç’in neden başarılı olamadığını merak edip soruyoruz. “Biz hiç hesapta olmayan bir iki maç kaybettik. Bir Ordu maçı var mesela 3-0 mağlup olduk. Bir gün önce kumda sıkıntılı bir idman yapmıştık. Sahaya çıktık, belki Orduspor tarihi fark atardı bize. Yoksa 20 küsur hafta lider götürmüştük o sezon.” Söz İviç’ten açılmışken çalıştığı hocalar arasında bariz farklılıklar olup olmadığını merak ediyoruz. “Her hocanın kendine göre bir bakış açısı, çalışma programı var,” deyip anlatıyor Adnan Esen: “Hepsinden farklı şeyler kazandık. Özkan Sümer deyince Türk futbolundaki yeri tartışılmaz, bir Trabzonspor gerçeği var. Futbol hayatım boyunca iki tane yabancı hocayla çalıştım, bunlar da İviç ve Derwall. İviç çok iyi bir taktisyendi, çok iyi çalışma programı olan bir antrenördü. Bize geldiği zaman Avrupa’nın en iyi üç hocasından biriydi. Çalıştırdığı takımlar Avrupa’da üst düzeydeydi. Derwall’in futbol geçmişi, yaptıkları zaten tartışılmaz. O Türk takımlarına özgüven sağlamıştır. O bakımdan Galatasaray için, Türk futbolu için çok önemli bir isim. Ülke düzeyinde baktığında Almanya dünyanın en istikrarlı takımı. En iddiasız olduğu dönemde bile bir bakmışsın ya yarı final, ya final oynuyor. Derwall bu süreçlerde hem yardımcı olarak, hem teknik direktör olarak çalışmış. Üç hoca da ayrı ayrı değerliydi.”


İviç’in sezon sonunda ayrılmasıyla birlikte, Almanya Milli Takımını yeni bırakmış olan Derwall’in Galatasaray’ın başına getirilmesi, futbol tarihimizin önemli dönüm noktalarından biriydi. Lakin büyük isme sahip bu hocanın gelmesiyle, uzun süredir beklenen şampiyonluğun kazanılacağını düşünenler hayal kırıklığına uğramıştı. Galatasaray 1984-85 sezonunu beşinci, 1985-86 sezonunu ikinci sırada bitirdi. “Derwall’in geldiği ilk sezon Türkiye Kupasını aldık ama ligde kötüydük. Çok transfer yapılmıştı. Derwall’in ikinci senesinde, yani 1985-86 sezonunda namağlup ikinci olduk. O sezon Beşiktaş şampiyon oldu. Dünyada namağlup şampiyonluk çok var ama namağlup ikincilik yok. O da bize kısmetmiş.” Gerçekten de bu ilginç istatistiğin sahibi olan Galatasaray, hiç yenilmemesine rağmen, beraberlik sayısı o sene şampiyon olan Beşiktaş’tan dört fazlaydı.


Lig şampiyonluğu gelmese de 1984-85 sezonunda Türkiye Kupası’nın kazanılması önemli bir başarıydı. Adnan Esen, Fenerbahçe’yle oynanan çeyrek finalin 1-0 kazanılan ikinci maçında, takımının golünü atarak kupaya giden yolda çok önemli bir katkı yapmıştı. Üstelik attığı golün yanında çok iyi bir performans sergilediği, Milliyet gazetesinin ona beş yıldız vermesinden anlaşılıyordu. Coşkun Özarı da aynı gazetedeki maç eleştirisinde onun için şu satırları yazmıştı: “Büyük bir mücadele örneği verdi. Hem çalışkan, hem akıllı oynadı. Çoğu futbolcunun kötü zeminde sağa sola vurduğu topları o stop etti, kontrol etti ve oyuna iyi soktu. Sanki çimen ve kuru bir sahada oynuyormuşçasına rahattı. Hem defansına olağanüstü yardım etti, hem de arkadaşlarını hücumda yalnız bırakmadı. Oyun disiplinine uyuşu, ikili mücadelelerdeki cesareti, sahanın her yerini dolaşışı ve de attığı nefis golle sahanın zevkle seyredilebilecek futbolcularından biri oldu.”


Derwall ilk iki sezonunda şampiyonluk kazandıramasa da, Galatasaraylı yöneticiler ülke standartlarının dışına çıkarak onun görevine son vermemişlerdi. Adnan Esen bu davranışın olumlu sonuçlarını şöyle anlatıyor: “Galatasaray sabretmesinin karşılığını gördü. Sonra iki sene üst üste şampiyon oldu. Sonra biraz ara verdi. Sonra tekrar şampiyon oldu. Hepsi o jenerasyonun ve devamında gelen futbolcuların gayretiyle oldu. Yani Galatasaray o sabrının karşılığını fazlasıyla aldı. Bir hoca çok bariz hatalar yapmadıktan sonra onunla devam edeceksin ama maalesef Türkiye’de bu yok. Bakıyorsun altı yedi hafta sonra bir sürü takım hocasını değiştirmiş.”


Derwall’in sahada oynanan futbol dışındaki faktörlere de etkisi olduğunu şu anısıyla ortaya koyuyor Adnan Esen: “Florya sahası önceleri topraktı. Derwall de ilk sene orada çalıştı. Sonra yönetime şart koşmuş, bu sahayı çim yapmazsanız çalışmam demiş. Rahmetli Ali Uras’ın başkan olarak katkısı çoktur. Evi Florya’daydı. Çimler ekildiği zaman av tüfeğini alıp tesise geliyordu, kargalar çimleri yemesin diye. O zaman antrenman sahasının çim olması çok önemliydi, çoğu kulüpte yoktu. Bırak Florya’yı, İnönü Stadı’nda üç maç oynuyorduk, sahanın ortası toprağa dönüşüyordu, bir yağmur yağdığı zaman balçık oluyordu.”

1985-86 sezonu başında Galatasaray’ın Kupa Galipleri Kupası ilk turunda Polonya takımı Widzew Lodz’u elemesini konuşuyoruz. “İstanbul’da 1-0 kazanmıştık. Polonya’da hakem maçı 8 dakika mı ne uzattı, çok anormal bir uzatma verdi. O sürenin son dakikalarında ikinci golü yedik ama 2-1 bittiği için biz eledik. Lodz o zaman Polonya futbolunun önemli takımlarındandı. Milli takımın banko adamlarından Smolarek vardı, sol açık. Lodz’un kaptanıydı. Penaltı kaçırdılar, Simoviç kurtardı. Daha maçın başında, iki veya üçüncü dakikada gol olmuştu. Sonra Erdal bir gol attı. O zamanlar Türk takımlarının ikinci tura geçmesi olay oluyordu. Ondan önce, 1982-83’te Fin takımı Kuusi Lahti’yi ilk turda elemiştik Kupa Galipleri Kupasında. Altı sene sonra bir Türk takımı ikinci tura geçmişti. Düşün o zamanki Türk futbolunun Avrupa’daki halini. O zamanlar kulüplerin ekonomik durumu kötüydü. Biz kulübe gelir olsun diye piyango biletlerini Kapalıçarşı’da satıyorduk. O zamanki şartlar öyleydi. Şimdiki gibi naklen yayın, iddia, hasılat gibi gelirler yoktu.”

Galatasaray’ın yabancı futbolcularını konuşuyoruz sonra. “O zaman iki yabancıya izin vardı. İlk katıldığımda Seydiç, Hoçiç vardı. Derwall’in ilk senesinde Simoviç, Abramczik oynadı. Sonra Abramczik gitti, Prekazi geldi. Takımdaki yabancılar kaliteliydi, randıman verdiler. Bir Abramczik çok faydalı olmadı ama o da isim olarak geldi. Alman milli takımında oynuyordu.”


Adnan Esen 1986-87 sezonuna Galatasaray’da başladıktan birkaç hafta sonra, Malatyaspor’a transfer olmuş. Bunun neden ve nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatıyor: “Malatya’ya altıncı maçtan sonra galiba, kiralık gittim. Malatya’nın Beşiktaş’ı yendiği sezon orada oynadım. 86-87 sezonu başladığında cezalıydık. Sakarya’da Trabzonspor’la oynadık, 1-0 yenildik. Hoca beni sonradan oyuna soktu. Yedek oyuncu olarak ilk tercihi genellikle ben oldum ama oynamamak bana sıkıntı vermeye başladı. Oynamak istiyordum. Hatta Derwall’le konuştuğumda, ‘Kesinlikle senin gitmeni istemiyorum. Sezon uzun, senden faydalanmak istiyorum,’ dedi. Fakat ben top oynamak istiyorum diyerek kabul etmedim. Özkan Sümer Malatya’ya gitmişti. Alp Yalman’dan beni istemiş. Alp abi çağırınca gittim, Özkan Hoca da oradaydı. Futbol oynamak istediğimi anlattım. Sonuçta kiralık olarak gittim.”

O sezon hem Adnan Esen, hem Malatyaspor için iyi geçmiş. “O sezonun kadrosu Malatya’nın gelmiş geçmiş en iyi kadrolarından biriydi. İyi bir performans sergiledik ve ligi altıncı bitirdik. Fenerbahçe’yle aynı puana sahiptik. O zaman iki puanlı sistemdi. Son dokuz maçta Galatasaray 14 puan toplayıp şampiyon oldu. Beşiktaş 13 puan topladı, biz de 14 puan topladık. Malatya’da yenemeyeceğimiz takım yoktu. Feyzullah, Oktay, Bünyamin, Feridun, Levent, Eren, Fuat vardı. Fenerbahçe kalecisi Yaşar’la aynı dönem kiralık gelmiştik. Galatasaraylı Büyük Metin vardı. İyi bir takım vardı. Sakatlık haricinde hep ilk 11’de oynadım.”

1987-88 sezonunda yeni takımı Zonguldakspor olmuş Adnan Esen’in. Lakin sezonun sonu üzücü bitmiş, zira yetmişli yıllarda futbol tarihimize güzel izler bırakmış olan lacivert-kırmızılı takım İkinci Lige düşmüş. “Aslında iyi bir takımımız vardı. Maddi açıdan sıkıntılar oldu. İlgi anlamında sıkıntılar yaşadık. Bir maç mağlup olduk mesela, takıma güvensizlik gösterdiler. Böyle olunca, sonuç almak daha zorlaşıyor. İyi futbolcular olmasına rağmen maalesef küme düştük. O takımın düşmesine çok üzülürüm, düşecek bir takım değildi. Hepsi kaliteli futbolculardı ama olmadı. Bazen böyle oluyor. İstediğin kadar iyi kadro ol, bazı sıkıntılar içeriden yemeye başlıyor ki, kimse bunun farkına varamaz.”

Zonguldak’tan sonra Ege ve İkinci Lig yılları başlamış Adnan Esen’in. “Zonguldak’tan sonra İkinci Lig’de oynayan Kuşadasıspor’a gittim. Çok iyi bir kadro kurmuşlardı. Birinci ligden oyuncular almışlardı. Rahmetli Yılmaz Yücetürk çok istemiş beni. İlk sene ikinci olduk, o sene Zeytinburnu çıktı Birinci Lige. Takımı belediye destekliyordu. Öyle ufak yerlerde siyaset ön plana çıktığı için takımların başarıları biraz sıkıntılı olabiliyor. İkinci sene (1989-90), ilk sene gibi başarılı geçmedi.”

Kuşadası’nda iki sezon geçiren Adnan Esen, bunun ardından üçüncü kez bir sarı-kırmızılı takıma, o yıllarda İkinci Lig’de eski günlerine dönmek isteyen Göztepe’ye transfer olmuş. “90 senesinde Göztepe’ye geldim ve dört sezon oynadım. İlk sezon Altay’la çekiştik. Ben takım kaptanıydım. Altay’la ikinci maçta 2-2 berabere kaldık. İki golü de ben attım. Kaleci Zafer, Dino Zoff’un rekorunu kıracaktı. 1100 küsur dakika gol yememişti. Ben gol atınca rekor kırılamadı. O maça da çok üzülürüm. İki gol attım ama berabere bitti. Yenseydik beş puanlık fark ikiye inecekti. Bizim fikstür daha iyiydi, zayıf takımlarla oynuyorduk. Öyle olunca şampiyonluk şansımız daha fazla olacaktı. Fakat olmadı, puan farkını korudular ve şampiyon oldular. Biz 79 puan toplayıp ikinci olduk. Göztepe’nin uzun yıllar içinde şampiyonluğa en çok yaklaştığı sezon buydu. Zaman zaman görüştüğüm Göztepe taraftarlarının en çok üzüldüğü kadrodur, bu takımın kesin şampiyon olması lazımdı derler.”


O sezonun kadrosunu, dört yıl boyunca çalıştığı hocaları konuşuyoruz. “Büyük Muharrem vardı, ayağı kırılınca devre arası futbolu bıraktı. Zonguldaklı Hüsnü, santrfor Cevdet, Mustafa Fedai, Bayram, kaleci Can ve Menderes, Altay’a giden Tahir, Şahinoviç, Eskişehir kaptanı Fatih vardı. İlk sezonumda antrenör rahmetli Tamer Kaptan ve yardımcısı Ümit Kayıhan’dı. Devre arasında Nevzat Güzelırmak geldi. Onunla çok iyi performans yakaladık. 17 maçta bir mağlubiyetimiz vardı. Sonraki sezonlar Erkan Velioğlu, Ümit Turmuş, Ender Konca, Nihat Atacan, Akif Başaran, Celal Bölgen, Cihat Erbil hoca olarak gelip gittiler. Beş maçta bir hoca değişiyordu.”


1990-91 sezonunda şampiyonluğa çok yaklaşıp Altay’a geçilen Göztepe, daha sonraki sezonlarda yine üst sıralarda yer alsa da şampiyonluk iddiasından uzak kalmış. Adnan Esen de o sezonun sonunda futbolu bırakmış ve ardından bir müddet antrenörlük yapmış. “94’te Göztepe’de futbolu bıraktım. Sonra bir dönem ara verdim. Kurslara gitmemiştim. Bir ara Küçük Mehmet, kaptan Uğur abiyle beraber oyuncu izleme komitesindeydim. Arkadaşım Metin Yıldız hocalık yapıyordu. Beni çok zorladı, kursa git diploma al diye. Kursa gittikten sonra Metin’le beraber İkinci Lig’de oynayan Yıldırım Bosna’da çalıştık. 2005’te Rizespor Süper Lig’deyken Metin’in yardımcısıydım. Sonra Sakaryaspor, Malatyaspor, Şekerspor’da hep beraberdik. Ardından kendim Bandırmaspor’u çalıştırdım. Ispartaspor’u 3-0 yendik, iki gün sonra idarecilerin yetki alanıma müdahale etmesi üzerine bıraktım. Son olarak Vefa’yı çalıştırdım. Süper Amatör’de oynarken son dört maçta çalıştırdım. Play-off grubuna kaldık. Bu grupta ikinci durumdayken bıraktım. Daha sonra Vefa BAL’a çıktı.”


Sohbetimizin sonunda Türk futbolunun değişmez sorunlarını, kulüp yöneticilerinin sürekli antrenörün işine karışmasını ve sık sık hoca değiştirmesini konuşuyoruz. “Bizdeki yöneticilerin bakış açısı farklı, müdahil oluyorlar. Futbolda en önemli şey sonuçtur tabii ama çok sonuçlara göre hareket ediliyor. Başarı neye göre başarı, başarısızlık neye göre başarısızlık? İnsanın elinde doğru dürüst bir kadro yoksa, iki maç kötü gitti diye gönderilmemeli. Yönetici bir hoca hakkında karar vermek için önce gidip idmanı izlemeli, hoca idmanı nasıl yaptırıyor diye. Futbolcunun idmandaki performansı ilk on bire yansıyor mu? İlk on bir tercihleri, maç içindeki oyuncu değişikleri nasıl? Bunların hepsini bir araya getirip değerlendirmesi lazım. Ama maalesef Türkiye’de kararlar böyle verilmiyor. Karar verecek insanın futboldan çok iyi anlaması lazım.”

Tabiki tebrikler Sarı Adnan… Türk futbolunda futbolundan önce alacağı rakamı konuşup çıktığı maçlarda esmesi okunmayan günün profesyonellerinin hayatını okuyup ders alması gereken adam gibi adam Sarı Adnan… Biz seni bıyıkların terlemeye başlarken tanıdık Ban ban’da.. Arkadaşlığını, can siperine mücadele gücünü, takım ve taraftar uyumunu dahası mı… Adamlığını hiçbir Bandırma’lının unutması mümkün değil… Sen gittiğin, oynadığın takımlarda iz bırakan şahsiyetin ile Türk futbolunda adam gibi adamların ilk 11 oldun, hep olacaksın..
BeğenBeğen
Adnan esen iyi bir kumas ve iyi topcuydu hayranlıkla izlerdik..soyleside sariyer ile yapilan hazirlik macindan bahsetmis bende o maca gitmistim 1982 senesinin yaz sicaginda oynanmıs ve Galatasaray 2-1 kazanmistı.
BeğenBeğen
Esen ailesi ve Adnan Esen’i ailece 1975 yılın da tanıdık. Rahmetli babası Hasan bey ve annesi Meliha hanım çok iyi insanlar dı, rahmet olsun. Adnan bence ülkemiz de yetişen en yetenekli futbolculardan biri dir. Özel hayatın da biraz daha dikkatli olsaydı, uzun yıl lar GS’da top oynayabilir di. Bunu kendisine Dervallin dönemin de bir maç sonrası takım otobüsün de söylemiştim. Türk futboluna daha da faydalı olabilmesi için antrönörlüğe devam etmesini öneririm. Selamlarımla. Vedat Serbes.
BeğenBeğen