Bir futbolcu düşünün ki, futbola dünyaya geldiği semtin minik takımında başlamış. Ardından genç takım ve A takım yılları aynı formayı terleterek geçmiş. Futbolu bıraktıktan sonra da uzun bir müddet kulübünün genç takımını çalıştırmış. Artık futbolcuların neredeyse altı ayda bir takım değiştirdiği günümüz şartlarıyla kıyaslandığında, İsmail Sütçü’nün çok eski bir dönemin futbolcusu olduğu düşünülebilir. Oysa 1969’da Göztepe minik takımında başlayan futbol hayatını 1985’te A takımın kaptanı olarak noktalamış. Yani altmışlı yıllarda, memleketimizdeki her futbol severin isimlerini ezbere saydığı efsane takımdan hemen sonraki kuşağın temsilcisi. Bir defans oyuncusu olarak gözünü budaktan sakınmadığı, klişe tabirle tekmeye kafasını uzattığı için Göztepe taraftarının “Cengaver İsmail” olarak adlandırdığı İsmail Sütçü’nün profesyonel futbol hayatından önce, çocukluk yıllarını ve saf futbol tutkusunu kendisinden dinliyoruz:

“1955 doğumluyum. Doğma büyüme İzmir Güzelyalılıyım. Göztepe’nin göbeğinde doğmuşum yani. 25 Sokak numara 26’da dünyaya gelmişim. Babamın hiç futbolla alakası yoktu. İki sefer maçıma geldi. Birincisi genç milli takımdayken, Manisa’da Bulgaristan maçıydı. İkinci geldiği de jübile maçımdı. Fakat bana engel de olmadı. Rahmetli beni çok sıkmazdı. Baba tarafımın kökeni Selanik. Babaannem Biga’ya gelip yerleşmiş. Babam 1914’te orada doğmuş. Dedemi o sırada cepheye çağırmışlar. Bir daha gelmemiş. Babaannem babamı da alıp Akhisar’a gelmiş önce, oradan İzmir’e gelip yerleşmişler. Babamın Kemeraltı’nda kahve ocağı vardı bir handa. Sonra yıllarca esnaflık yaptı. Hasır, sepet, süpürge ticaretiyle uğraştı.”
“İlk top oynadığım yer Poligon’da askeriyenin (Deniz Eğitim Komutanlığı) olduğu yer, oralar bomboştu. Zeytin ağaçlarının ve koca koca taşların arasında oynardık. Bir de mahallede, iki tane taş koyup kale yapardık. Bakkaldan topu genellikle ben alırdım çünkü en heveslileri bendim. Aramızda para toplardık. Para yetmediği zaman ben üstünü tamamlardım. Takım yapılırken siz istediğinizi alın derdim, kendime müthiş güvenim vardı. Avrupa genç takımlar şampiyonası (1967) için Göztepe sahası çimlendirilmişti. Ben o sırada Üçkuyular’da, Seyfi Eraltay Ortaokulu’nda okuyorum. O zaman oralar bomboş. Teneffüs zili çalıyordu, aşka bak bizde. En aşağı 200-300 metre filan bir depar atıyordum. Yamacı çıkıyordum, dağın tepesine. Oradan Göztepe sahasını seyrediyorum. İngiltere gelmişti. Az bir yerden görüyordum, artık ne görüyorsam. Sırf o çim sahayı göreyim diye o kadar yolu çıkıyordum. Zil çalıyor, tekrar koşa koşa derse. Zaten öyle bir aşk oldu mu insan futbolcu oluyor, yoksa zorlamayla olmaz. Okuldan sonra da mahallede yarış yapardık. 600-700 metrelik bir mesafeyi kim daha önce gelecek diye, nasıl koşardık.”

Yazının girişinde belirttiğimiz gibi İsmail Sütçü 1969’da Göztepe minik takımına girmiş ve orada futbol tarihimize geçmiş mühim isimlerden biriyle tanışmış: “69 senesinde Türkiye’de ilk defa minik takımını Adnan Süvari kurdu Göztepe’de. Ne kadar egosu yok adamın. Dört dil biliyor, yanında Bülent Eken, Ahmet Cücen. Üç antrenör A takımı çalıştırıyorlar. Adnan Süvari minik takımın antrenmanına geliyordu. Seksen kişi çıkıyorduk Göztepe sahasına.” Lakin İsmail Sütçü’nün futbol hayatı az kalsın, daha başladığı gibi bitiyormuş. Zira minik takımın hocası bir gün, ‘Sen idmanlara gelme,’ demiş ona. “Şaşırdım çünkü en fizikli benim. İtiraz etme gibi bir şansımız yok. 10-15 gün gitmedim. Rahmetli Abbas Göçmen gördü beni Güzelyalı’da. ‘Sen antrenmanlara niye gelmiyorsun?’ diye sordu. Ben durumu anlattım. ‘Olur mu öyle şey, geleceksin,’ dedi. Ertesi gün gittim. Abbas Hoca, ‘Ben konuştum hocanla, çık antrenmana,’ dedi. O sırada Adnan Süvari geldi. ‘Geçen gün bir çocuk görmüştüm, kimdi o?’ diye sordu. Bizim arkadaşlar, ‘İsmail’di hocam,’ dediler. ‘Gel bakayım sen,’ diye yanına çağırdı, omzumdan tuttu. ‘Nerede oturuyorsun, baban ne iş yapıyor, okuyor musun?’ gibi sorular sordu.” İsmail Sütçü yıllar sonra minik takım hocasıyla karşılaştığında işin içyüzünü öğrenmiş: “Benim gibi stoper oynayan takım arkadaşımın babası hocanın yakın arkadaşıymış. Onu oynatayım diye az kalsın seni kesecektim takımdan dedi bana.”

Kendisiyle birlikte bazı takım arkadaşları da minik takımdan yükselerek futbola devam etmişler: “O minik takımdan benimle beraber Mustafa Dolma çıktı. Göztepe’den sonra Diyarbakırspor’da oynadı. Oradan ilk A milli takıma giden oyuncuydu. Cüneyt Müdüroğlu Manisaspor’da oynadı. Halim Dizdar ve Nadir A takıma geçti. Kısacası iyi bir minik takımımız vardı. Şimdi saha bozulur diye yapılmıyor, keşke olsa. O zamanlar mesela Göztepe’nin Avrupa kupasında Marsilya’yla maçı var diyelim. Maçtan önce biz çıkıyorduk Alsancak’ta sahaya, kırmızı takım – sarı takım diye iki takım halinde maç yapıyorduk. Biz o sayede, seyirci baskısına daha o zamanlar alışmıştık.”


Minik takımda bir sene oynadıktan sonra genç takıma girmiş İsmail Sütçü. Kısa bir süre sonra da Genç Milli Takıma seçilmiş: “Minik takım kurulduktan sonra, 70 senesinde yaş haddi çıktı. 15 ila 18 yaş arası genç takımlarda oynanacak denildi. Biz hazırdık zaten, hemen genç takıma alındık. Genç takıma Önder Sapanlı ile başladık. Sonra Ruhi Karaduman da geldi, beraber çalıştırdılar. Marsilya maçı dışında, Eskişehir’i 3-1 yendiğimiz kupa finali öncesinde oynadık. Polonya takımı Gornik maçından önce oynadık. Ruhi abi aynı zamanda İzmir Genç Karma antrenörüydü. Genç Milli Takım için beni Gündüz Tekin Onay’a tavsiye etmişti. Servet vardı bir de bizim genç takımda. Futbolcunun kralıydı ama ailenin tek çocuğuydu. Bir bilekleri vardı, olmaz öyle şey. Bizden evvel girmesi lazımdı A takıma. O zamanlar bütün futbolcular Güzelyalı parkının karşısındaki Kör Kadir’in kahvesinde toplanırdı. Servet orada hep bilardo, kağıt oynardı. Rahmetli Gürsel abi kimseye antrenmana gel demediği halde Servet’i çağırırdı. Servet, ‘Tamam abi, geleceğim,’ dediği halde gelmiyordu.”



Göztepe A takımına yükseldiği sezon Genç Milli Takımla ilk maçına çıkmış İsmail Sütçü. 23 Şubat 1972’de Antalya’da, Bulgaristan’la 0-0 berabere kaldığımız maçta forma giymiş. Ardından 1973 yılındaki bütün milli maçlarda oynamış. “Genç Milli Takımda Necdet Niş, Amatör Milli Takımda Doğan Andaç ile çalıştım. Ümit milli ve A milli olamadım. 8 genç, 4 amatör, toplam 12 kez milli oldum. Genç milli yaşım dolunca Amatör Milli Takımda bir sene oynadım. Çok kuvvetli bir İspanyol milli takımına karşı oynadık. Camacho gibi meşhur oyuncular vardı. Valladolid’de 3-1 yenildik. Gece maçı oynamıştık. Böyle şey görmedim, orada şaşkına döndük. Mart ayıydı, hava güzeldi. Fakat sahaya bir çıktık, sırılsıklam. Bizim kramponlar kuru zemine göre, ikinci ayakkabı da yok, değiştiremiyorsun. Maç başladı, ilk devreyi 1-1 bitirdik. Golümüzü rahmetli Önder atmıştı. Fakat zemin çok kaygan. Bir de tribünler sahaya çok yakın, neredeyse bize dokunacaklar. Biz alışık değiliz. Rakip oyuncular boğa gibi saldırıyor. Adam bir vuruyor, top yere çarpıp hop kaleye. Rövanşta da 1-0 yenilmiştik. Daha ilk dakikada santra yapılır yapılmaz bir gol atmışlardı.”


Göztepe A takımındaki ilk maçını ve ardından ilk sezonunu şöyle hatırlıyor İsmail Sütçü: “1971-72 senesi, teknik direktör Dinka zamanı son maç, Balkan Kupası maçına Romanya’ya gidiyorduk. Dinka bırakmıştı, Ruhi Karaduman götürüyordu takımı. Ruhi hoca en son maçta üç dört tane genci aldı. Hatta Balıkesir’de bir maç yapıldı. Orada kadrodaydık ama oynama fırsatı bulamadık. Romanya’ya gittik, Braşov takımını yendik. (14 Haziran 1972’de, Göztepe’nin 1-0 kazandığı maç) Gürsel abinin son maçıydı o. Ağustos’ta jübile yaptı. Didi ve Fenerbahçe geldi. Bizim başımızda Sabri Hoca vardı. Rahmetli Sabri Kiraz, 17 yaşında A takımda oynattı beni. Birinci ligde, sekiz tane maçta direkt oynattı beni, hem de değişik yerlerde oynattı. Mesela sağ bek Papi Mehmet sakat diyelim, beni sağ beke koydu. A takımdaki ilk maçımda Bolu’da, Nevzat abi grip olduğu için oynayamamıştı. Dörtlünün önünde 6 numara oynadım. Samsunspor maçı için Samsun’a gittik. Sabri Hoca son ısınma antrenmanında Cudi abiye kızmıştı. Beni odasına çağırdı, davudi sesiyle, ‘İsmail yavrum, sen sol bek oynayacaksın,’ dedi. Bende sol ayak yok ama sıkıysa hayır de. Karşımda oynayan Temel o sırada Milli Takımda oynuyor. Özer abi benim arkamda oynayacak. ‘Aman Özer abi dikkat et, Temel geçti mi, arkadan bas,’ dedim. ‘Tamam, merak etme sen,’ dedi Özer abi. O maçı 4-0 aldık. Kısacası stoper, sağ bek, sol bek, orta saha – Sabri Hoca beni joker gibi kullandı. Biz gençlere çok önem verirdi. Biz de onun verdiği bu değere layık olmak için çok çaba gösterdik. Ümit Kayıhan, Mustafa Dolma, Halim, ben – hepimizi A takıma alıp oynattı. Böylece 1972’de girdikten sonra 1985’e kadar hiç ara vermeden Göztepe forması giydim. Askerliğim de dahil Göztepe’de oynadım. Askerliğimi İzmir’de yapmıştım. 400’ün üzerinde maça çıktım.”



Göztepe’nin efsane kadrosundaki isimleri de şöyle anlatıyor: “Ben Gürsel abiyle bir türlü oynayamadım. Fevzi abi ve Büyük Mehmet’le bir sene, Papi Mehmet’le iki sene, Nevzat abiyle üç sene birlikte oynadım. Nevzat abiyi, Nihat abiyi izlemek çok güzeldi. Hele Fevzi abinin attığı goller. Samsun’a üç tane gol attı. Çapraza giriyor, bir vuruyor, ters köşe. Karşı karşıya atamazdı, çapraza gitti mi atardı. Sağ ayağı da solu da iyiydi. Ama çok çalışıyorlardı. Antrenman bitiyordu, yarım saat şut idmanı. O gülle gibi toplarla bam güm vuruyorlardı. Şimdiki toplar olsa, 40-50 metreden atarlardı golleri. Bombacı Halil şimdi olsa, bir sezonda 50 metreden dört beş tane gol rahat atardı. Nevzat abi iki ayağını da çok iyi kullanırdı. Mesela sola doğru bakar, sağ tarafa atardı pasını. Ertan abi başlardı koşuya, ‘Zat!’ derdi anlaşılmasın diye. O öyle dedi mi, Nevzat abi ayağının dışıyla defans arkasına atardı topu, Ertan abi kaleciyle karşı karşıya.”



Sabri Kiraz’dan sonra Göztepe’de çalıştığı hocaları soruyoruz: “Sabri Hoca’dan sonra bir sene Necdet Niş çalıştırdı Göztepe’yi. Ondan sonra Adnan Süvari geldi. Ondan sonra Oscar Hold, ardından Bülent Eken çalıştırdı. Onun zamanında düştük. Son maçta Ordu’da 2-1 mağlup olduk. Gürsel abi Orduspor’un hocasıydı. Üzüntüsünden bir ay İzmir’e gelmedi. Geldiğinde sakalları adamakıllı uzamıştı. Sanki Göztepe’nin düşüşüne kendisi sebep olmuş gibi kahrolmuştu. O son hafta bir sürü takımın düşme ihtimali vardı. Federasyon da bize haksızlık yaptı. Biz hafta sonunda oynadık, Adana Demirspor-Galatasaray maçını iki gün sonraya ertelediler.” Kafamıza hep takılan bir soruyu soruyoruz. 70’lerde nispeten para sıkıntısı çekilmeyen, yönetimlerin hemen hemen aynı kaldığı bir dönem yaşamış Göztepe. 80’lerdeyse ekonomik sıkıntı çekilmeye başlıyor. Yönetimlerin sık sık değiştiği istikrarsız bir ortamda takım da uzun süre birinci ligden uzak kalıyor. İsmail Sütçü bunu şöyle açıklıyor: “Kulübün geliri yok, yöneticiler hep cepten veriyorlar. Ancak bir Fenerbahçe maçı olacak, senetler ertesi güne yazılır. İkinciler Galatasaray maçı ertesine. Bugünkü gibi yayın geliri yok. Hep cepten. Yavaş yavaş onlar çekilirken onların çocukları el atmadılar.”


İsmail Sütçü’nün Göztepe A takımındaki ilk yılları, yukarıda da belirttiğimiz gibi, efsane kadronun bazı oyuncularıyla birlikte oynadığı bir dönem olmuş. Bu tecrübeli oyuncular futbola birer birer veda edip eski yöneticiler de giderek kulüpten ayrılırken, sarı-kırmızılı takımın istikrarsız yılları başlamış. 1974-75 ve 1975-76 sezonlarında son maçta ligde kalmışlar. 1976-77 sezonundaysa İkinci Lige düşmüşler: “İkinci ligde bir sezon kalıp, tekrar çıktık. Bayram Erbil’le başlamıştık. Sonra Fevzi abi, Tekin Yolaç, Fikri Bayrıl üçlü bir ekip olarak geldi. O sene Rizespor’la çekiştik. Rize’yi 2-1 yendik. İki golü de Küçük Ali atmıştı. Son maçta, deplasmanda Sakaryaspor’u 1-0 yenip şampiyon olduk. O yıllar bir düşüp bir çıkıyorduk. İki sefer averajla çıktık. Rize’yi de averajla geçtik, 80 bin kişilik maçın oynandığı sene Karşıyaka’yı da. Rize’yi geçtiğimiz sene (1977-78) 71 gol atmıştık.”



1980-81 sezonunda Karşıyaka’yla oynanan unutulmaz 80 bin kişilik maçtan söz açılınca, o sezonun ikinci yarısında takımı çalıştıran Erkan Velioğlu’nu soruyoruz. “Erkan abi maçlardan önce bize şiirler yazardı. Her maçtan önce bir başlardı, konuşur konuşur, sonra bir şiir patlatırdı. Bizim gözümüzden yaşlar akardı. O şiiri bir okudu mu, biz hepimiz canavar gibi sahaya çıkardık. Rahmetli beni çok severdi. ‘İsmail, Göztepe’nin Nevzat’tan, Gürsel’den sonra en fedakâr adamı derdi.’ Bizde forma aşkı vardı. Orada açtık gözümüzü, onlarla büyüdük. Çok küçüktük ama giderdik onları dinlerdik. Abilerimizin yürüyüşüne bakardık mesela, nasıl yürüyor diye. Saha bizim eve çok yakındı. Duvarın üstüne çıkıp antrenmanı izlerdim. Gürsel abiler antrenmandan önce 45 dakika – 1 saat ortada sıçan oynuyorlardı, kan ter içinde kalıyorlardı. Ortaya geçen çıkamıyordu. Kaptırmıyorlardı çünkü topu, acayip teknikleri vardı. Ben atlardım aşağı, kale arkasına geçip top toplardım. Şut idmanında toplar avuta gidince koştur koştur topu yakalayıp bir tane vurdum mu, ‘Afferin koçum,’ derlerdi. Giderdim mahalleye, ‘Nevzat abi bana aferin koçum dedi,’ diye anlatırdım arkadaşlarıma. Biz böyle büyüdük.”



Karşıyaka maçı dışında unutamadığı maçları soruyoruz: “Ordu takımıyla Yunanistan’ı Atina’da, Panathinaikos sahasında 3-1 yenmiştik. O maçtaki mutluluğumuzu unutamam. Bir de İstanbul’da Beykoz’la oynuyoruz, Rize’yle kapıştığımız sene. Şeref Stadı’nda oynuyoruz maçı, yani Boğaz’ın dibinde. Hayatımda en mutlu olduğum maçlardan biri de odur çünkü sezonun bitimine üç maç kalmıştı. Beykoz’dan sonra içeride Konya İdman Yurdu maçı, son olarak deplasmanda Sakarya maçı vardı. Rize’yle başa baş gidiyoruz. Beykoz maçında ilk golü biz yedik, 1-0 mağlubuz. Sonra İrfan 1-1 yaptı. Sonlara doğru Beykozlular topları devamlı denize atıyorlar. Bizim üç-dört tane taraftar maçı seyretmiyor, Boğaz’da yüzüp topları hemen içeri atıyorlar. Son dakika artık. Bir faul kazandık, santra civarında. Ben vuracaktım, Kenan, ‘İsmail bana bırak,’ dedi. Topu uzun şişirdi. On sekizin içinde bir karambol oldu. Beykoz kalecisi tam topu tutayım derken Küçük Ali topu tabanla dürttü. Kaleci topu elinden kaçırdı. Top tam çizgide kaldı. Sabahattin gelip bir vurdu, gol. Ben hemen yan hakeme baktım çünkü bir karambol oldu orada. Baktım yan hakem santraya koşmaya başladı, ondan sonra Talat Tokat golü verdi. O maçtaki sevincimi tarif edemem.”


Göztepe tekrar Birinci Lige çıksa da artık istikrarsız yıllar başlamıştır. İki sezon oynadıktan sonra tekrar düşüş, 1980-81 sezonunda Karşıyaka’yla son maça kadar nefes nefese süren yarışta tekrar şampiyonluk fakat 1981-82 sezonu sonunda bir kez daha İkinci Lige düşüş. Üstelik bu kez 17 sezon sürecek uzun bir ayrılık söz konusudur. İsmail Sütçü bütün bu düşüş-çıkış yıllarına tanıklık etmiş ve 1984-85 sezonu sonunda futbolu bırakana kadar takımın kaptanlığını yapmış. Neden henüz 30 yaşındayken futbolu bıraktığını merak edip soruyoruz: “85’te son senemde parasız pulsuz çıkıyorduk az kalsın. Son maçta Kayseri çıktı. O sezon kiralık gelen bir oyuncu saha zemini kötü diye antrenmanlarda atlamıyordu. Ben de niye canlı çalışmıyorsun diye kızdım. Yöneticilerden biri bana onunla uğraşmamamı söyledi. ‘Tamam ben mesajı aldım,’ dedim. Ben 16 yıldır o kulüpteyim. Baktım vefa kalmamış, bırakmaya karar verdim. Halbuki o sene bir banka tarafından İkinci Ligde, 50 takım içinde Nisan ayının en iyi defans oyuncusu seçilmiştim. Gümüş forma ve 100 bin lira para ödülü verilmişti. Sezon sonunda yöneticiler bu sefer bırakma kaptan demeye başladılar. ‘Ben kararımı verdim,’ dedim. 30 yaşındayken bıraktım futbolu.”




Yazının girişinde belirttiğimiz gibi “Cengaver” lakabıyla tanınan İsmail Sütçü, bu ismin hakkını veren mücadeleci karakteriyle Göztepe taraftarının en sevdiği oyunculardan biri olmuş. “Bana bu ismi Gürkan Ertaç koymuştu. İki sefer burnum kırıldı. Bir sefer kaşım patladı. Kafa kafaya çok fazla oynuyordum.” Jübilesini yaptıktan sonra futbola antrenörlükle devam etmemesini, “Hiç profesyonel düşünmedim. Antrenörlere yapılanları gördüm,” diyerek açıklıyor. Lakin genç takım ve bazı amatör takımları bir süre çalıştırarak futboldan uzak kalmamış. Futbolculuk sonrası hayatını şöyle özetliyor: “85’te bırakır bırakmaz hemen ticarete atıldım. Düşündüm, taşındım. O kadar muhitimiz var, sevenlerimiz var. Herkes düğünlerde, açılışlarda çiçek alıyor. Alsancak’ta çiçekçi dükkanı açtım ve 25 sene çiçekçilik yaptım. Ayrıca Namık Kemal Lisesi bahçesinde halı saha açtım. 1989-93 arası Göztepe genç takımını çalıştırdım. Türkiye şampiyonluğunu kılpayı kaçırdık. Amatör kümede Fahrettin Altay takımını çalıştırdım ve ikinci kümede şampiyon yaptım. İZSU takımını ikinci amatörden süper amatöre çıkardım. Bir sene de Şirinyer’i çalıştırdım. Futbolu da antrenörlüğü de Allaha şükür kendimi maskara etmeden bıraktım. 2010’da çiçekliği bıraktım. Halı sahaya yoğunlaştım.”


Son olarak 2013-2018 arası Altınordu futbol okullarında görev almış İsmail Sütçü. Çeşitli yaş gruplarındaki takımlar ve Gümüşordu takımının sorumluluğu dışında, tesis amirliğinden futbol okulları merkez direktörlüğüne kadar pek çok görev üstlenmiş. Sahadaki yetenekli futbolcunun da, tribündeki takımına sadık taraftarın da giderek azaldığı günümüzün kısır futbol ortamından, onun oynadığı günlere dönüp bakmasını istiyoruz. Şu cümleleri her şeyi özetliyor: “Biz futbolun güzel zamanlarını yaşadık. Hem oynadığımız oyundan zevk aldık, hem seyircimizle bütünleştik. Birisi Alsancak Stadı’nda, ‘İsmailcim, hadi kaptan, hadi koçum,’ diye bağırdığı zaman ben herhalde Ahmet abi bağırıyor diye tahmin ediyordum. Veya birisi salladı mı, ‘İsmet abi salladı bana,’ diyordum. Düşün bak, sesinden kim olduğunu biliyordum. Bütünleşiyorsun camiayla.”

