Futbolcuların soyadlarıyla değil lakaplarıyla tanındığı yıllarda, dış görünüş ve saç rengi gibi faktörler bu lakapların ortaya çıkmasında baş rolü oynuyordu. 1956-1962 arasında Gençlerbirliği’nde top koşturan Kemal Aydın da bu faktörlerden nasibini alan biriydi. Takımda kendisinden daha eski olan Kemal Kaya sarışın olduğu için Sarı Kemal olarak tanınıyordu. Kemal Aydın da esmer olduğu için, bir lakap bulunması zor olmadı ve ona da Kara Kemal denildi. Futbol hayatı Ankara mahalli ligi takımlarından Barbaros’ta başlamış, Gençlerbirliği’nde oynarken Milli Ligin başlangıcına da tanıklık etmişti. Adı ne kadar profesyonel olsa da, futbolda “sen bizim evladımızsın” zihniyetinin egemen olduğu yıllardı. İstikbal olmadığını görerek genç yaşta futbolu bıraktıktan sonra spor bürokrasisinin üst kademelerinde görev yaptı. 2019’da hayatını kaybeden Kemal Aydın’la vefatından kısa bir süre önce yaptığımız söyleşiyi aşağıda aktarıyoruz.
“Ankara’ya 70 kilometre uzakta, Bâlâ’ya bağlı bir köyde dünyaya geldim. Köyümüzün ismi Derekışla idi. Orası aşiret köyüdür. Atalarımız göçler sırasında şarktan gelmiş. Nüfus kağıdıma göre 1934 doğumluyum ama buna bir sene ilave etmek lazım. Yani 1933 yaz ayları asıl doğumum. Fakat o sıralar harpten yeni çıkmış insanlar, erkek çocuğu geç yazılır. Bir de merkep sırtında 25 kilometre ötedeki Bâlâ’ya gitmek lazım. Biz esasında on kardeştik, beşi küçükken rahmetli olmuş. Şu anda ablam doksan küsur yaşında. Babam çobanlık yaparken Ankara’ya geliyor. Önce Samanpazarı’nda saat kulesine çıkarken bir handa çalışıyor. Sonra Hamamönü’nde bir kasap dükkanı açıyor. Ondan sonra bizi getirdi. Geldiğimde yedi yaşında filandım. İlkokula Hamamönü’nde, İnönü İlkokulu’nda başladım. Bir sene devam ettim okula. Amcamın çocuğu da bizim sınıfta okuyordu fakat çok yaramazdı. Ondan şikayetler başlayınca babam bizi tekrar köye gönderdi. O yüzden iki senelik bir gecikmem var tahsil hayatında. Sonra okuduk, üniversiteyi bitirdik.”

“Çocukken boş bulduğumuz her yerde oynardık ama bilinçli bir spor değildi. Beslenme yoktu. Bir simit bir çayla karnımızı doyuruyoruz. Babam Ankara’nın en büyük kasabıydı. Top oynamama kızıyordu. Şimdiki gibi beş-altı ayakkabımız yoktu. Hiç unutmam 150 kuruşa bir keten ayakkabı almıştı. Ben de onunla top oynadım. Bunun üzerine kızıp tokadı bastı. Ben Gazi Lisesi mezunuyum. Lisenin mektep takımı, bir de Ankara’da amatör kümede Barbaros diye çok iyi bir takım vardı; orada lisanlı olarak başladım.”

Alpay çok iyi futbolcuydu, çok iyi sol ayaktı. Bizde lisansı vardı. Demirspor’a gitti ama futbolculuğu sevmedi, şarkıcılığa başladı.

“Gazi Lisesi – Atatürk Lisesi 2-0’lık maç. İki lise arasında büyük rekabet vardı. İlk golü ben attım. Fotoğrafta kafaya çıkan benim. Atatürk Lisesi Ankara karmasıydı.”
“Barbaros’ta oynarken iyi oynuyormuşum, farkında değilim. Barbaros’ta benimle oynayan Vedat Özdemir vardı, bir de Yüksel diye solhaf oynayan çok iyi bir futbolcu vardı. Beşiktaş üçümüzü istedi. Beşiktaş’ın genel kaptanı Arap Sadri. Bir de Kemal Gülçelik vardı, Türkiye’nin en iyi santroforu. Beni o istedi. Beşiktaş’ın Ankara temsilcisi Mahir abi ve Ankara bölge müdürü Ali Tozkonmaz – onlar maçı takip ediyorlar, üçümüzün ismi veriliyor. Ben İstanbul’a gitmeye korktum. Gençlerbirliği’ne söz verdim dedim. Aslında resmi bir şey yoktu ama kulağıma söylentisi gelmişti. Fakat esas mesele korkmamdı. Gitseydim de kaybolurdum.1956’da Gençlerbirliği’ne geldim. Diğer ikisi Beşiktaş’a gitti. Yüksel çok iyi bir futbolcuydu. Vedat çok efendi, sevimli bir çocuktu ama futbolu o kadar iyi değildi. Zaten bir sene kaldı, geri geldi; Ankara Demirspor’da oynamaya başladı.”

“Barbaros takımında oynarken ‘Taşkafa’ Yüksel Doğanay beni seyretmiş. Mutlaka takıma alın demiş. 1956’da Gençlerbirliği’ne geldim ama takıma bir türlü yerleşemiyorum. Cahil adamım, ismimi sorduğunda utancımdan ağzımı açamıyorum. Kapalı bir ailenin çocuğuyum. Trabzon’a gittik 29 Ekim’de, hiç unutmam. Hasan bey de (Hasan Polat) federasyon başkanı. O zaman Trabzon İdman Ocağı çok kuvvetli bir takımdı. Galatasaray ve Fenerbahçe’yi yenmişler. Hasan abiye rica etmişler, Gençlerbirliği gelsin diye. O zaman Gençlerbirliği çok iyi, şimdiki gibi değil. Bizi aldılar, otobüsle o eski yollardan Trabzon’a gittik. Dağ yollarından gidiyoruz, virajları üç tekerin üstünde dönüyor. İki maç üst üste oynadık. Antrenörümüz Mustafa Davutoviç, Yugoslavya milli takımında 19 defa sol iç oynamış. 63 yaşında ama görseniz 30 yaşında zannedersiniz. Buna demişler, ‘Devamlı oynat, varsa bir şey tutalım, yoksa bırakalım gitsin.’ Beni iki maçta da oynattılar. İlk maçta Yalıspor’u 3-1 yendik. İkinci maçı İdman Ocağı ile oynadık, 1-0 yendik.”

“Ben iki maçta da çok iyi oynamışım; farkında değilim, uyanık değilim ki. Dönüyoruz, yolda mola verdiler. Herkes ihtiyaç için dereye indi, ben utancımdan inemedim. Hadi (Pozan) abi önümde oturuyordu, o da inmedi. Döndü bana dedi ki, ‘Oğlum ne düşünüyorsun?’ Bende kafa yok ki, ne düşüneyim. Çok iyi bir insandı. Sonra dedi ki, ‘Bak oğlum, şu oynadığın iki maçtan sonra artık seni Gençlerbirliği’nde kimse kesemez. Ama futbol mu oynamak istiyorsun, tahsil mi yapacaksın?’ Bende yine ses yok. Bana, ‘Bak oğlum, futbol öyle bir şey ki, yarın bir gün sakatlanırsın. Futbol hayatın biter. Ama üniversiteyi muhakkak devam edip bitirmelisin. Hayatta rahat edersin,’ dedi. Ankara’ya geldik 2 ya da 3 Kasım’da. Üniversite kayıtları kapanmış, kimseyi almıyorlar. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi gece eğitimi yapıyordu. Cebeci’deki Hukuk Fakültesi binasındaydı. Başkanı Profesör Ekrem Etkü, bizim Gençlerbirliği’nin de üyesiymiş. Bir gece beni yanına götürdüler, tanıştırdılar. Kaydım yapıldı. Allah bin defa razı olsun. Önce tahsil.”

Söz Hadi Pozan’dan açılınca Kemal Aydın kendisiyle ilgili anılarına bir ara veriyor ve “Türkiye’ye böyle futbolcu gelmedi” diyerek onu anlatmaya başlıyor. “Lefter, Can Bartu, Metin – bu mukayese kabul etmez. Hadi Pozan sahanın her yerinde oynardı.1951’de Fener’in başında İsmet abi (Fenerbahçe’nin eski futbolcusu ve başkanı İsmet Uluğ) vardı. Çok istediler. Maltepede’ki yurda geliyorlar, 10 bin lira veriyorlar. Çeki yırtıp, ‘Hadi yahu, Fener kim,’ diyor. Fakat futbolu erken bıraktı. SSK’nın hukuk müşaviriydi.”

“Burası Ankaragücü Stadı. Solbek Zeki’ye Kalas Zeki derdik. Kalas gibiydi ama rahmetli İsfendiyar abi bunun karşısında oynayamazdı, dökülürdü! Futbolu zengin değildi ama çok sert bir adamdı. Azmi Beşiktaş’ta bir sene oynadı. Güngör Galatasaray’da oynadı. (Güngör Salman, Galatasaray genç takımında oynarken Genç Milli Takıma seçilmiş ve 1954’te Dünya dördüncüsü olan kadroda yer almıştı.) Çetin Manisalı, çok kuvvetli, güçlü futbolcuydu. Erdoğan’ın lakabı da Sakal Erdoğan’dı.”

O yıllarda Gençlerbirliği’nde oynayan futbolcuların maddi durumunu sorduğumuzda bize ilginç bir anısıyla cevap veriyor: “Bizim zamanımızda gerçek profesyonellik yoktu. 105 lira maaş alırdık. Kulüp başkanı Ahmet Salih Korur beydi. Ayın 22’si, daha 105 lirayı alamazdık. Her Cuma ‘Güverte’ dediğimiz yerde, Koç Yurdu altındaki lokalde, bizimle akşamüstü otururdu. Şarkı söylerdik. O da ‘Her dem seni anıyorum’ şarkısını severdi. Bize muhakkak söyletirdi. Yöneticiler Ahmet beye maaşları veremiyoruz diye söylemişler. Ziraat Bankası genel müdürü Mithat Tülger’di. Ahmet Salih bey hemen onu aradı. ‘Mithat, ben neredeyim biliyor musun? Çocuklarımın yanında, lokalde şarkı söylüyorum. Ayın 22si, çocuklara daha maaş veremedik. 5000 lira bul da çocukların maaşlarını verelim,’ dedi. Yarım saat sonra 5000 lira geldi. Bize 105 lira maaş dağıtıldı. Ama 105 lira derken, bir şiş kebab yerdik 3 liraydı. Galip geldiğimiz maçta 25 lira prim verilirdi.”



O yıllar için oldukça iyi bir transfer fırsatını geçirdiği sakatlık yüzünden kaçırmış Kemal Aydın. Bu konuda anlattıkları, futbolcu haklarının günümüzle kıyaslandığında yok denecek kadar az olduğunu ortaya koyuyor: “Bir maçta kaleci Köylü Selçuk ters bir çıkış yaptı. Karaciğerimin üzerine dizi geldi. Bayılmışım. Beni hastaneye götürdüler. Karaciğer yırtılması diye teşhis koydular. Açtılar bir şey çıkmadı. Meğer çarpma sırasında bir damla kan zara yayılmış. İki-üç ay sonra mukavelem bitiyor. Altay kulübü de beni istiyor. Mazhar Zorlu rahmetli başkandı. 20 bin liradan başlıyoruz konuşmaya. Fakat sakatlık nedeniyle İzmir’e gidemedim. O sene oynayamadım. Bana o sene mukavele yaptılar. 15 gün önce bana 10 bin lira teklif ettiler. Ben, ‘Günü gelsin konuşuruz’ demiştim. Sakatlık olunca bana, ‘Sen bizim evladımızsın, oyna oynama 6 bin lira veriyoruz,’ dediler. Bir kağıt imzalattılar. O parayı da alamadım. Hep maaşa oynadım.”

Milli Lig henüz başlamadan önce, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda ülkemizi temsil edecek takımı belirlemek amacıyla ilk kez 1956-57 sezonunda düzenlenen Federasyon Kupası’nda Gençlerbirliği de mücadele etmişti. İstanbul’da Galatasaray’la oynadıkları maçtan önce çekilen takım fotoğrafına bakarak konuşuyor Kemal Aydın: “Yedek subaydım. Kurayı çekmiştim. Çanakkale’den bu maça izinli olarak geldim. Santrforumuz Oğuz Akşit çok iyi bir arkadaş ve abiydi. Kadir Aklamus bizde bir-iki sene oynadı. Zonguldak Kilimli’den almıştık. Sonra bıraktı futbolu. Ali Karataş abi, iğne deliğinden topu geçiren adam. Türkiye’de bu kadar teknik adam zor bulunur. Ankaragücü’nden alıyorlar. Tapu Kadastro genel müdürü İzzet Peltan kulüp başkanıydı. İşe yerleştirmişler. Sarı Kemal. Benim karalığım bundan dolayıdır. Ben de o zamanlar gencim, zayıfım, tenim de esmerdi. O Sarı Kemal, ben Kara Kemal. Bir araya geldiğimizde kim ayıracak. Kaleci Kemal Mutiş. Ölü Kemal derdik. Konuşurken yavaş yavaş konuşurdu. Dört tane Kemal vardı: Sarı Kemal, Kara Kemal, Ölü kemal, bir de Kemal Daş vardı; Yıldırak’ın abisi. Ankara’nın zenginlerinden. O bizde az oynadı.”


2 Nisan 1958’de oynanan, Beşiktaş’ın Gençlerbirliği’ni 3-2 yendiği Federasyon Kupası maçı. ” Beşiktaş solaçığı Coşkun (Taş), ben, Orhan abi (kaleci Orhan Sözeren), hakem Ali Timur, Adana bölgesi. Mithatpaşa. Son dakikada Recep (Adanır) abi sıfırdan, çizginin üzerinden vurdu. Beşiktaş maçı aldı.”
Hangi mevkilerde oynadığını sorduğumuzda, “Oyun sistemi dubluveydi (WM)” diyerek devam ediyor: “Ben 4 numara giyiyordum (sağhaf). Üç sene sağhaf olarak oynadım. Tecrübe kazanınca sağbek, solbek, santrhaf vs. her yerde oynadık.”


Kemal Aydın futbolu bırakıp çalışmaya başlamasını şöyle anlatıyor: “1962’de futbolu bıraktım. Erken oldu ama bıkmıştım. Baktım uğraşamayacağım. Bir yere gitmeye de kalkmadım. Gençlerbirliği’nde futbolu bıraktım. Sabri Kiraz Ankaragücü’nü çalıştırıyordu. Beni aradı, ‘Oğlum deli misin? Tam benim aradığım adamsın,’ diye konuştu. Transfer ayı kapanmış. Ben de PTT’de telefon müdürlüğünde çalışmaya başladım. Yeter dedik. Futboldan para da kazanamadık.”

Yukarıdaki fotoğraf 1959-60 sezonuna ait. Kemal Aydın futbolda son yıllarını yaşarken, kaleci Selçuk, Zeynel, Tevfik gibi ondan sonra takıma katılan futbolcular, altmışlı yıllar boyunca Gençlerbirliği’ni sırtlamıştı. Memuriyet hayatına atıldıktan sonra futboldan kopmayan Kemal Aydın, spor bürokrasisindeki dönemini, “33 senelik bürokrasi hizmetimin sadece üç buçuk senesi sıradan geçti. Hep beni kritik görevlere getirdiler,” diyerek özetliyor. Futbolu bıraktıktan sonra birçok eski futbolcu gibi antrenörlük de yapmamış. “Antrenörlük yapmadım. Orhan Şeref bana illa hakem ol dedi, ben kendime küfrettiremem dedim.”
