Tuğrul Demir: Basketbolu Çok Sevmişti

Adı Galatasaray basketboluyla özdeşleşmiş kişilerden biri olan Tuğrul Demir’i 15 Mart’ta kaybettik. Otuzlu yıllarda doğan bütün basketbolcular gibi, bir geçiş dönemi kuşağının mensubuydu. Spor hayatı, basketbolun durarak oynandığı, süre kısıtlaması olmadığı için galip takımın freeze yaparak vakit geçirdiği bir dönemde başlamış, 30 saniye kuralının uygulamaya geçmesiyle birlikte daha modern ve süratli bir basketbol oynanan dönemde devam etmişti. Ayrıca büyük organizasyonların daha çok seyirci gelsin diye stadyumlarda düzenlendiği bir döneme tanıklık etmiş, açık havada yapılan son Avrupa Şampiyonası’nda milli formayı giymişti. Galatasaray ve Türk basketbol camiasının saygın isimlerinden Tuğrul Demir’i, birkaç yıl önce evinde yaptığımız sohbetten derlediğimiz aşağıdaki yazıyla anıyoruz.

“6 Nisan 1935’te İstanbul Fatih, Beyceğiz mahallesinde doğdum. Annem Cibali Tütün Fabrikası’nda çalışıyordu. Babam da Sirkeci’de Büyük Postane’nin yakınında bir sigorta şirketinde müdürdü. Beyceğiz’de 16. İlkokul’da okula başladım. 11-12 yaşlarındayken Moda’ya taşındık. Basketbol camiasında ben ‘Kelle Tuğrul’ olarak tanınırım. Bu lakap bana Moda’ya taşındığımız günlerde takıldı. Önce onu anlatayım. Evimizin yakınında bir arsada çocuklar top oynuyordu. Ben de kenardan onları seyrediyorum. Maç bitince çocuklar yanıma geldi, tanıştık. ‘Modalı olman için bir moda yaratman lazım,’ dediler. Biraz sonra bir makasla geldiler. ‘Saçını kesip Tuğrul’un T’si Demir’in D’sini yazalım’ dediler. Ben de çocuk aklımla bunlara inandım. Çocuklar beni alkışlayıp ‘Şimdi Modalı oldun’ dediler. Akşam eve gelince annemle babam bozuldular tabii. Ertesi gün annem beni çarşı içinde bir berbere götürüp saçımı tamamen kestirdi. Bu dediğim olay Ağustos ayı başında olmuştu. Ben Ağustos sonuna kadar bir ay boyunca o sıcakta başımda bereyle dolaştım. Bu olayı yapan arkadaşımın adı Mehmet Baler’di. Babası meşhur Bal Mahmut. Bu olaydan sonra benim ismim Kelle Tuğrul olarak kaldı. Ben o günden bugüne Kelle olarak yaşıyorum efendim.”

Tuğrul Demir’in adı Galatasaray basketboluyla özdeşleşmiş dedik ama spor hayatının başlangıcında St. Joseph Lisesi ve Fenerbahçe vardı. Ortaokul yıllarında Modaspor yıldız takımında birkaç maç oynamış, ardından Saint Joseph Spor adıyla kurulan Kadıköyspor kadrosunda yer almıştı. Kısa bir süre sonra da Fenerbahçe genç takımına alınmıştı. Zaten St. Joseph’in basketbol oynayan öğrencileri Fenerbahçe ve Modaspor’un doğal kaynağı gibiydi. 1951-52 sezonunda kısa sürelerle de olsa Fenerbahçe A takımında oynamıştı Tuğrul Demir. 1952-53 ve 1953-54 sezonlarında da Kadıköyspor’da forma giymişti. Kendisi o yılları şöyle anlatıyor: “Moda İlkokulu’nu bitirdikten sonra St. Joseph’e girdim. Evimiz yakın olmasına rağmen beni leylî (yatılı) yaptılar. St. Joseph’in güzel tarafı tedrisatı çok kuvvetliydi. Ders aralarında spor yapmak mecburiydi. Bunun faydasını ileride çok gördüm. Spora karşı müthiş bir kabiliyetim de var. Basketbol oynamaya başladım.”

St. Joseph Lisesi basketbol takımı. Tuğrul Demir (ayakta soldan ikinci) ve Ömer Urkon (soldan dördüncü) geleceğin milli basketbolcuları.

“Moda’da Cem Sokak’ta bir kilise ve yanında onun bir arazisi var. Biz oraya kendi ellerimizle bir basketbol sahası ve tribün yaptık (Kadıköyspor sahası). İnanır mısınız, Türk basketbolunun başlamış olduğu yerlerden biridir orası. Yazın her gece orada maç yapıyoruz, 1500-2000 kişi geliyor. Takım arkadaşlarımdan biri Gökşin Sipahioğlu, sonra gazeteci oldu. Biz orada bütün takımları yener hale geldik. Fransız genç milli takımı geldi bizimle antrenman yapmak için, onları bile yendik. O kadar iyiyiz ama hepimiz amatörüz. Kadıköyspor diye bir takım kurmuşuz. Bir de Modaspor var. İki takım, öyle gidiyoruz. Biz o sene federe olamadık, ortada kaldık. Fakat hepimiz büyük kabiliyetiz, bütün arkadaşlar çok iyi oynuyoruz. Bizi duyunca ilk önce Fenerbahçe’nin idarecisi Muhtar Sencer bir arkadaşımla beni takip etti ve biz lisanslı oyuncu olduk. Muhtar Sencer’in cebinde fazla para yok ama Fenerbahçe aşığı. 24 saat Fenerbahçe’yle yaşayan bir adam. Artık Türkiye’de basketbol gelişiyordu. Fenerbahçe’nin o takımı da iyi bir takımdı. Galatasaray’la rekabetin artmasıyla birlikte Türk basketbolu da ileriye gitti.”

İstanbul Ekspres gazetesinin 19 Ekim 1951 tarihli nüshasında, St. Joseph Lisesi öğrencilerinin kurduğu kulübü tanıtan haber. Tuğrul Demir üstte soldan dördüncü sporcu. Bu takım kısa bir süre sonra Kadıköyspor adını alacaktır.
Fransa Genç Milli Takımı ve St. Joseph Spor oyuncuları bir arada. Üst sırada soldan ikinci Gökşin Sipahioğlu. Alt sırada soldan ikinci Tuğrul Demir, üçüncü Reştan Aras. (St. Joseph’in Öyküsü 2)

“O günlere ait bir hatıram var. Bir Pazar günü hava güzel, aramızda maç yapalım dedik. Kadıköyspor sahasında maç yapacağız, sonra öğlen yemeğini de Koço’da yiyeceğiz. Üçe üç maç yapıyoruz. Can karşı takımda oynuyor. Ben arkadaşıma bir top vereyim derken Can kolunu uzattı. O hamleyle kolu çıkmış. ‘Tuğrul koş!’ diye bağırdı bana. Tribünde bir arkadaşımız vardı, yeni doktor olmuştu. Ona seslendik, ‘Ben yapamam’ deyip kaçtı. Hemen caddeye çıkıp bir taksi çevirdik, doğru Numune Hastanesine. Günlerden Pazar olduğu için doktorların çoğu yok. Karşımıza genç bir doktor çıktı, ‘Ben kemikçiyim’ dedi. Ayağını duvara dayadı, benden de aynı şeyi yapmamı istedi. ‘Ben çek dediğim zaman çekeceksin,’ dedi. Çek deyince ikimiz asıldık, Can’ın kolu trak diye oturdu yerine. Yıllar sonra İtalya’da oynarken tekrar çıktı o kolu, ameliyat oldu bu sefer.”

Kadıköyspor 1952-53 kadrosu. Soldan sağa ayaktakiler: Seyhan Sarp, Ahmet, Hüseyin Tanyeş, Tanju Özyol, Kaya Tunalıgil, Kosta Salcıoğlu, Özcan Dinçer. Oturanlar: Tuğrul Demir, Nedim, Etgü, Ömer Urkon.

Tuğrul Demir ilk kez Kadıköyspor’da oynarken 1954 Haziran’ında Genç Milli Takıma seçilmişti. Viyana’da Avusturya ile yapılan maç, aynı zamanda Genç Milli Takımın da ilk maçıydı. Bu kadrodan kendisiyle birlikte Yavuz Türkoğlu, Metin Çabukel ve Ertan Trak da aynı seyahatte A Milli Takımın yine Avusturya ile yaptığı maçta da yer almışlardı. “Antrenör Samim Göreç beni Ayazpaşa’daki Teknik Üniversite bahçesinde yapılacak seçmeye çağırdı. Sonuçta seçildim. Dediler ki Viyana’ya gidilecek, Avusturya ile maç yapılacak. Orada hem genç, hem A milli olduk. A takımından sekiz kişi, genç takımdan dört kişi olacak dediler. Hem A hem genç takım olarak maç yaptık. Bize seyahatten önce milli formaları dağıttılar. Altıyol meydanında bir fotoğrafçı vardı. Orada o formayla resim çektirdim, evin en güzel köşesine koyduk.”

Tuğrul Demir 1954-55 sezonunda sadece takım değil, aynı zamanda okul da değiştirmişti. “Bu sırada Galatasaraylı bir ağabeyimiz, Osman Solakoğlu bizi kollamaya başlamış. Bir arkadaşımla beni takip ediyormuş. Bize teklif yaptı. O arkadaşım Fenerbahçe’de kaldı, ben Galatasaray’a geçtim. Bunun üzerine babam, ‘Oğlum sen şimdi Galatasaray’a geçtin. Gel seni Galatasaray Lisesi’ne yazdırayım, orada leylî oku, Galatasaray’da bu işi yürüt,’ dedi. Benim de aklıma yattı. Mektebe gidip gezdik, güzel bir yer, hoşuma gitti. Ben dokuzuncu sınıfta Galatasaray Lisesi’nde okumaya başladım ve Galatasaray basketbol takımına girdim.”

Galatasaray Lisesi basketbol takımı. Soldan sağa üst sıra: Mehmet Kortay, Tuğrul Demir, Ayhan Kahyaoğlu, Nurgün Kut, Vahap Aksoy. Alt sıra: Metin Petorak, Lütfü, Şinasi Önengüt, Yavuz Demir. (Koray Gürtaş arşivi)

Böylece Tuğrul Demir 1954-55 sezonundan itibaren Galatasaray A takımında oynamaya başlamıştı. O yıl Galatasaray, İstanbul Ligi şampiyonluğunu ezeli rakibi Fenerbahçe’ye kaptırırken, Türkiye Şampiyonası olaylı bir şekilde sonuçlandı. Son maçta iki ezeli rakip oynuyordu. Fenerbahçe maçın bitimine 44 saniye kala sahadan çekildi ve hükmen mağlup olduğu için üçlü averaj hesaplarına göre, bu durumda Galatasaray yerine Modaspor şampiyon oluyordu. Fakat Federasyon ve İstanbul Valisi aldıkları kararla kupanın ortadan ikiye kesilerek Modaspor ile Galatasaray arasında paylaştırılmasına karar verdi. Tuğrul Demir o günü şöyle anlatıyor: “Spor Sergi’de Fenerbahçe ile oynuyoruz. Muazzam bir seyirci var. Salonun önünden merdivenlerden soyunma odasına zor indim. O gün 12-13 sayıyla biz öndeydik. Fakat Fenerbahçeliler birden sahadan çekildi. O maçta ben 11 sayı yapmışım. En iyi oyuncu seçildim. Hatta top benim elimdeyken maç durdu. Fahrettin Kerim Gökay İstanbul valisiydi o zaman. Kupanın ortadan ikiye bölünmesini istedi. Yarısı bize, yarısı Modaspor’a verildi. O kupada benim çok büyük terim var.”

Tuğrul Demir’in Galatasaray’daki ilk yılları. 1955-56 sezonu kadrosu. Soldan sağa ayaktakiler: Yavuz Türkoğlu, Yalçın Granit, Tunç Erim, Paro Orhan, Özer Salnur, Tuğrul Demir. Oturanlar: Yüksel Alkan, Atilla Durukan, Üner Erimer, Önder Seden, Sinan King. (Ali Granit arşivi)

İlk milli maçına 1954’te çıkan Tuğrul Demir, bundan sonra 1955 Temmuz’unda Barselona’da düzenlenen Akdeniz Oyunları kadrosunda yer aldı. “İki kez Akdeniz Olimpiyatlarına iştirak ettim. Barselona 1955 ve Beyrut 1959. Bunlarda başarılı olamadık. Hatta bir tanesinde benim büyük kabahatim var, onu hiç unutmam. Galata rıhtımından vapura bindik. O zamanlar Barselona’ya kadar vapur işliyordu. Bir hafta gemide kafile olarak jimnastik yaptık. Vapur Pire’ye, Napoli’ye, Marsilya’ya uğruyor, bir haftada gittik. İtalya ile oynuyoruz. Turhan Tezol – Deli Turhan derlerdi – Modasporlu, benim de çok iyi arkadaşımdı. Bana bir pas verdi. O topu kaptım, turnike atacağım. Biraz süratli gittim. Tahtaya vurdurdum, top geri döndü. O topu kaybettik, onlar gelip basket attılar. Maçı kaybettik. (İtalya maçı 57-56 kazanmış.) Turgut abi geldi, bana bağırdı çağırdı. O sayıyı kaçırdığım için biz İtalya’ya mağlup olduk. İlk üçe girecekken giremedik. Barselona’da kaldığımız yer bir okuldu. Güreşçiler, atletler, hepimiz orada kalıyoruz. Turhan da ben de boğazımıza meraklıyız ama okuldaki yemekleri yiyemiyoruz. Bir gün duyduk ki Ankara vapuru gelmiş, bir gece kalacak. Turhan’la ikimiz kaçtık, gemiye gittik. Kaptanla konuştuk. Adam bize hemen sofra kurdurdu. Çok da güzel yemeklerdi. Hiç unutmuyorum onu.” Diğer takımlardaki oyuncularla sahada rakip olmalarına rağmen saha dışında çok iyi arkadaş olduklarını belirten Tuğrul Demir yine 1955 yılından bir örnek veriyor: “Macaristan ile burada bir maç yapacaktık. O zaman onların kadrosunda Greminger diye Avrupa’nın en iyi oyuncusu vardı. Tokatlıyan Otel’de kampa girdik. Can, ben, Batur bir odada kaldık. Can’la zaten Moda’dan iyi arkadaştık. Batur da en iyi arkadaşlarımdan biri oldu.”

Bir Milli Takım idmanında Mehmet Baturalp, Tuğrul Demir, Ünal Büyükaycan ve arkada Nedret Uyguç.

Tuğrul Demir Galatasaray’a geçtikten sonra bir yandan da Galatasaray Lisesi’nin futbol ve basketbol takımında oynuyordu. 1956 Kasım’ında bu futbol maçlarından birinde geçirdiği ağır sakatlık yüzünden spor hayatına bir yıla yakın bir süre ara vermek zorunda kalmıştı. Bu olayın ayrıntısını ondan dinliyoruz: “Spora kabiliyetim fazla. Fevkalade futbol oynuyorum, mektepte ping-pong şampiyonu olmuşum. Modalı bir arkadaşım var, ikimiz ping-pongda İstanbul şampiyonu olduk. Son sınıfa geldik, mezun olacağız. Okul müdürü Macit Bey, ‘Ben seni futbol oynarken seyrettim, çok güzel oynuyorsun. Biraz daha devam et, seni Galatasaray kulübüne lanse edeceğim,’ dedi. Sağ açık, sol açık, sağ iç – bütün forvet mevkilerinde oynuyordum. Son sınıfta İnan Kıraç ile yan yana oturuyorduk. O beni devamlı teşvik ediyordu, ‘Böyle oynamaya devam et, A takımına gireceksin,’ diye. Liseler arası maçlarda bütün takımları yendik. St. Georg Lisesi’yle final maçımız var. Vefa Stadı’nda oynuyoruz. Kulüp başkanı Refik Selimoğlu ve takımın hocası Gündüz Kılıç kale arkasında beni seyrediyorlar. Beni A takımına alacaklar. Maç esnasında tam röveşata yapayım derken kaleci iri cüsseli biriydi, benim dizime atladı. Ben onun altında kaldım, kımıldayamıyorum. Ölüyorum zannettim. Acıdan bayılmışım. Vefa Stadı çukurda bir yerdedir. Cankurtaran çağırmışlar. Beni yukarı çıkardıklarını hatırlıyorum ama tekrar bayılmışım. Gureba Hastanesine götürdüler beni. Aynı zamanda basketbol da oynuyorum, antrenörüm Doktor Ali Uras. Amerika’da ihtisas yapıp dönmüş. Daha Gureba Hastanesi’nde yeni doçent olmuş. Beni görünce, ‘Eyvah! Bütün hayallerim mahvoldu,’ dediğini duydum. Beni hemen ameliyathaneye aldılar. Ali abinin evi o zamanlar hastaneye yakın bir yerdeydi. Odasına bir yatak koydurdu. Bir hafta benimle yattı, evine gitmedi.”

Burada Tuğrul Demir’in anılarına kısa bir ara verip, beden eğitimi hocası Nizamettin Ergin’in onun için söylediklerini 1 Nisan 1957 tarihli Günlük Spor gazetesinden aktaralım: “Ben böylesine mensup olduğu renkleri seven bir sporcu görmedim. Ayağının çıktığı Galatasaray – Avusturya Lisesi futbol maçında baygınlığı geçtikten sonra ilk ağzından çıkan cümle, ‘Hocam attığım gol sayıldı mı?’ Benden müspet cevabı alınca da, ‘Ama benim yüzümden takım 10 kişi kaldı,’ diye hayıflanıp bacağını bir an düşünmedi.” Yine aynı gazetede bir basketbol otoritesinin onun için “Türkiye’nin Turhan Tezol’la beraber en hırslı basketbolcusu” dediğinden bahsediliyordu.

Tuğrul Demir’den geçirdiği sakatlık ve tedavisiyle ilgili anılarını dinlemeye devam ediyoruz: “15 gün hastanede kaldıktan sonra eve çıktım. Biz o sıralarda Moda’dan Etiler’e taşınmıştık. Ali abi her gün arabasıyla geliyordu. 15 gün kadar sonra arabasıyla beni kulüp binasına götürdü. Baba Gündüz beni o halde görünce ağlamaya başladı. Benim dizim menüsküs olmuş ama Türkiye’de henüz ameliyatı yapılmıyor. Santrhaf Ergun Ercins de menüsküs olmuş. Baba Gündüz, ‘Ben kulüp başkanına söyleyeyim, ikiniz İtalya’ya gidin. Roma’da La Cava diye bir doktor var, o ameliyat yapsın,’ dedi. Başkan Sadık Giz bunu kabul etti. Babam o sıralar bir sigorta şirketinin umum müdürüydü. Babam, ben, Tatar Ergun – üçümüz uçakla Roma’ya gittik. Uçaktan iniyoruz, bir baktık bizim voleybol idarecisi Menelaos Zamboğlu geleceğimizi duymuş, bizi karşıladı. Ayrıca gitmiş, Salvator Mundi hastanesinde La Cava’dan bize randevu almış, otelimizi ayarlamış. Ertesi gün doktor bizi muayene etti. O sırada aynı zamanda Roma kulübünün başkanıymış. Tatar Ergun’la birer gün arayla menüsküs ameliyatı olduk. Bir müddet sonra Ergun İstanbul’a döndü. Ondan iki üç gün sonra da babam acil bir iş çıkınca dönmek zorunda kaldı. Bir gün balkonda güneşlenirken bir kadın geldi. Yanımdaki hemşireye sordum. O sıralar İtalya’nın en meşhur film artisti Gina Lollobrigida’ymış. Yeni doğmuş bebeği de yanındaydı. Biraz sohbet ettik. Bana, ‘Korkma iyi bir sporcu olduğuna göre bu zorlukları yeneceksin,’ diyerek moral verdi.”

Üst sıra: Hüseyin Kozluca, Ünal Büyükaycan, Özer Salnur. Alt sıra: Yavuz Demir, Tuğrul Demir.

“Benim fizik tedavim devam ediyordu. O arada Osman Solakoğlu telefonla beni arayıp paraya ihtiyacın var mı diye sordu. Ben evet deyince bir müddet sonra bana o güne göre muazzam miktarda bir para gönderdi. Meğer kulüpte yönetim kurulu karar almış, benim bütün masraflarımın karşılanması için. Bu arada Moda’da oturduğumuz sırada komşumuz olan ailenin oğlu Muhlis Tunca, Roma’da mimarlık okuyormuş, gelip beni buldu. Akşamları beni alıyor, Roma’da Amerikan Elçiliğinin olduğu lüks bir mıntıkadaki otelin restoranına götürüyordu. Akşam beş çaylarında orada arkadaşlarıyla buluşuyor, sonra gece yemek ve eğlenceyle devam ediyor bu. O sırada Dolce Vita modası başlamış, bunlar onu hakiki manada yaşıyorlar. Ben de bu Dolce Vita’nın içine girdim. Biraz sonra Beşiktaşlı Şükrü Gülesin geldi, ondan biraz sonra da yine Beşiktaşlı Bülent Esel. O sırada onlar İtalya’da oynuyordu. Beni görünce sarılıp öptüler. Biraz sonra biri daha geldi. Beni tanıştırdılar, ihtilalden kaçmış Mısır kralı Faruk. O da o grubun içinde. Biraz sonra bir kadınla bir erkek geldi. Kadın o kadar güzel ki, yüzüne bakamıyorsun. Müthiş bir albenisi var, gözlerinin içi ışık veriyor, Ava Gardner. O da geldi, sarılıp hatırımı sordu. Yanındaki adam da Walter Chiari, İtalyan artisti. Onun sevgilisiymiş. Mısır kralı Faruk, Şükrü, Bülent, Muhlis, ben – o Dolce Vita’nın içinde iki buçuk, üç ay yaşadım. Ava Gardner benimle dans ediyor, ‘Tuğrul iyileşeceksin,’ diyor. Bana moral veriyor. Yani hakiki Dolce Vita’yı ayağımın tedavisi sırasında Roma’da yaşadım.”

1959 Beyrut Akdeniz Oyunları’nda, İspanya maçında bençte oturan basketbolcularımız (soldan sağa): Tuncer Kobaner, Tuğrul Demir, Güner Yalçıner, Şengün Kaplanoğlu, Ünal Büyükaycan, Ömer Urkon ve koç Samim Göreç.

Tuğrul Demir 1957 yazında Galatasaray formasına kavuşmuştu. O sıralarda Sovyetler Birliği’nde çıktıkları turne onun unutamadıkları arasında yer alıyordu: “O kadar hırslı ve mücadeleciyim ve basketbolu çok seviyorum ki, ameliyattan sonra kısa sürede takıma girdim. Her sene Galatasaray basketbol şubesi olarak Avrupa’ya çıkıp turne yapıyoruz. Şeref Zengel, Süha Özgermi idarecilerimiz, onlar organize ediyordu. O yaz da Rusya turnesine çıktık. Bunun için uçakla Erzurum, oradan Kars’a gideceğiz. Sonra trene binip sınırı geçeceğiz. Erzurum’a geldik, pilot anons yaptı. ‘Kars’ta çok şiddetli yağmur varmış, pisti tam asfalt değil, devam edemem’ dedi. Arabalara binip Kars’a gittik. Kars’a bir geldik, binlerce kişi bizi karşılıyor Galatasaray takımı geldi diye. Akşamüstü onlara bir gösteri antrenmanı yaptık. Ertesi gün trene binip sınıra geldik. Sınır yıllardan beri kapalıymış. Türk askerleri ve subaylar bize ayran ikram ettiler. Seneler sonra kapılar açıldı. Biz trenden indik, yürüyerek köprüyü geçtik. Bolşevik ihtilalinden sonra tekrar Türk-Rus sınırını açtık biz. Merasim yapıldı orada. Sınıra yakın Leninakan diye bir şehre geldik. Orada bir gece kaldık.Sonra Tiflis’e geçtik. Orada iki gün arka arkaya maç yaptık. Ertesi gün uçağa binip Stalingrad’a gittik. Kafilemizde Turgut Atakol da var. Bizim fotoğraflarımızı çekerken sonra gitmiş bir yerlerde fotoğraf çekmeye. Biraz sonra 15-20 tane polis onunla birlikte yanımıza geldi. Biz adamlara yalvardık yakardık. Bir tanesinin elinden makineyi aldık, içinden filmi alıp yırttık da zor kurtulduk. Yoksa bizi günlerce Stalingrad’da süründürecekler. Sonra Moskova’ya gittik. Sakatlıktan yeni çıkmama rağmen Ali abi beni devamlı oynatıyordu. Rusya’da son olarak Leningrad’a gittik. Oradan Helsinki’ye geçtik. Son olarak Roma üzerinden İstanbul’a döndük.”

Galatasaray takımı, Tiflis’te oynadığı maçın öncesinde (soldan sağa): Savan Zorlu, Tuğrul Demir, Şevket Taşlıca, Şevki Tokmakoğlu, Tunç Erim, Özer Salnur, Ali Kazaz, Hüseyin Kozluca, Yani Tomaidis, Ünal Büyükaycan, Üner Erimer, koç Ali Uras.

Yazının girişinde belirttiğimiz gibi Tuğrul Demir, durarak oynanıp vakit öldürülen dönemi ve 30 saniye kuralının uygulandığı dönemi yaşamıştı. Freeze yapmanın yaygın olduğu döneme ait bir anısını şöyle anlatıyor: “Fransa’dayız. St. Etienne diye bir şehirde oynuyoruz. 15 bin seyirci var. Yedi sekiz sayı ilerideyiz. Maçın bitimine de iki dakika kadar kalmış. Top bende. Kimse benden kolay kolay top alamazdı. Ben topu tuttum. Ben tutunca Fransız halkı beni yuhalamaya başladı. Ben de Fransızca ‘Saate bakın!’ diye bağırdım. İki dakika tuttum topu ve maç bitti. Topu elimden almak için geliyorlar ama ben iyi de faul atardım, o yüzden faul de yapmamaya çalışıyorlardı. Ben iki defa İstanbul serbest atış şampiyonu olmuştum. Üstüme gelseler de iyi dripling yapar, zamanı öldürürdüm.” Ayrıca basketbol hayatının uzunca bir bölümü büyük turnuvaların açık havada yapıldığı bir döneme denk gelmişti. 1959’da İstanbul Mithatpaşa Stadı’nda düzenlenen Avrupa Şampiyonası, açık havada yapılan son turnuva oldu. Tuğrul Demir de bu şampiyonada Milli Takım kadrosunda yer almıştı. “15 gün Park Otel’de kamp yaptık. Mithatpaşa Stadı’na Sergi Sarayı’nın parkeleri getirildi, sahaya monte edildi. Numaralı tribünün önüne kuruldu. Numaralı tribün ve iki yanındaki açık tribün 20 bin kişi alıyordu.”

1959 Avrupa Şampiyonası’nda mücadele eden Milli Takım kadrosu. Soldan sağa ayaktakiler: Ünal Büyükaycan, Nedret Uyguç, Erdoğan Karabelen, Özer Salnur, Ali Kazaz, Tunç Erim. Oturanlar: Turhan Tezol, Ömer Urkon, Mehmet Baturalp, Tuğrul Demir, Güner Yalçıner, Şengün Kaplanoğlu.

Tuğrul Demir 1965-66 sezonuna kadar oynadığı Galatasaray’da beş Türkiye, iki İstanbul şampiyonluğu yaşadı. Son iki sezonunda iki kardeşiyle birlikte Galatasaray’ın başarısı için ter döktüler. Kardeşleriyle birlikte poz verdiği bir fotoğrafı göstererek anlatıyor: “Biz üç kardeşiz. Ben 35 doğumluyum. Yavuz 41 doğumlu, Muzaffer de 46 doğumlu. Orhan Boran bir radyo programında sunduğu yarışmada, aynı takımda birlikte oynayan üç kardeş diye bizi sormuştu. Muzaffer’in oğlu Selim de uzun yıllar Galatasaray ve Milli Takımda oynadı, yönetim kurulu azalığı da yaptı.”

Tuğrul, Yavuz ve Muzaffer Demir.
Turgut Atakol 1960 Türkiye Şampiyonluğu kupasını kaptan Üner Erimer’e veriyor. Yanındakiler Ali Kazaz, Özer Salnur, Tuğrul Demir, Yavuz Demir ve Savan Zorlu.

Oyunculuğu bıraksa da basketboldan kopmayan Tuğrul Demir kısa bir müddet Galatasaray, Beşiktaş ve Kadıköyspor’da antrenörlük yaptı. Fakat basketbolla ilişkisi uzun yıllar boyunca Galatasaray şube yöneticiliğiyle geçti. “Ali Uras’ın başkan olduğu dönemde sınıf arkadaşım Ersan Feray genel sekreterdi. Ben de birinci yedek üye olarak yönetimdeydim. Sonra eski sağ açık İsfendiyar yönetimi bırakınca ben geçtim onun yerine. Yedi sene yönetimde görev yaptık Ali ağabeyle beraber. En az 15 seneye yakın da basketbol şubesini ben yürüttüm Galatasaray’da. Özhan Canaydın’a kadar Galatasaray basketbolun yüzde 70’ini ben yönettim. Özhan’ı Galatasaray Lisesi’nde basketbola başlatan benim.” Bu söyleşinin sonunda Tuğrul Demir basketbolu çok sevdiğini fakat dört seneden beri basketbol maçlarına gitmeyip televizyondan takip ettiğini söylemişti. Eski basketbolcu arkadaşlarıyla düzenli olarak buluşup renkli anılarını hatırlıyorlardı. Tuğrul Demir ve Türk basketbolunun kaybettiğimiz unutulmaz yıldızlarını bir kez daha saygı ve rahmetle anıyoruz.

Galatasaray’ın Bulgar antrenörü Petar Simenov ve Tuğrul Demir, Spor Sergi’de bir lig maçında. (Cem Atabeyoğlu arşivi)
Tuğrul Demir (üst sırada, sol başta) 1966-67 sezonunda İstanbul Mahalli Ligi’nde mücadele eden Beşiktaş’ın antrenörlüğünü yapmıştı. Yanında Beşiktaş’ta ilk yılını geçiren Fehmi Sadıkoğlu görülüyor. Bir nevi “Üç Büyükler Koalisyonu” olan bu takımda, yıllarca Fenerbahçe forması giyen Tuğrul Kudatkobilik (orta sırada, soldan üçüncü) ve Galatasaray forması giyen Ünal Büyükaycan (alt sırada, soldan üçüncü) ve geleceğin Galatasaray başkanı Faruk Süren (soldan dördüncü) vardı. Sezon sonunda şampiyon olan Beşiktaş, Deplasmanlı Türkiye Ligine terfi etti.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.