İstanbul kelimesinin coğrafi anlamda sur içinde kalan bölgeyi tanımladığı yıllarda, şehir merkezinin dışındaki semtlerin sakinleri günlük ihtiyaçlarını genellikle bulundukları yerde karşılayacak bir hayat yaşıyorlardı. Bu semtlerin civarındaki bostanlarda yetişen ürünler halkın günlük sebze-meyve ihtiyacının büyük kısmını karşılıyordu. Bu semtlerde yaşayan çocuklar da dört bir yanı kuşatmış çayırlarda top oynayarak büyüyorlar ve muhtelif liglerdeki İstanbul kulüplerinin doğal oyuncu kaynağını oluşturuyordu. Bunlardan biri de, 1945’te Florya yakınındaki Şenlikköy’de dünyaya gelen Müjdat Özgür’dü. Futbol topuyla ilk kez Şenlikköy çayırlarında tanışan Özgür, Karagümrük’te başlayan kariyerini, altmışlı yıllarda Türkiye Birinci Ligi’nde (günümüzdeki adıyla Süper Lig’de) mücadele eden Feriköy ve Altınordu’da sürdürmüş ve Kütahyaspor’da noktalamıştı. Özellikle futbola başladığı dönem ve öğrencilik yılları konusunda anlattıkları, İstanbul ve civarındaki günlük yaşamın 60-70 yıllık bir zaman diliminde geçirdiği aşırı hızlı değişimi de ortaya koyuyor. Müjdat Özgür’ü bu renkli çocukluk günlerinden itibaren dinlemeye başlıyoruz:

“Babam 1924 senesinde, 11 yaşındayken mübadeleyle Selanik’ten gelmiş. Babam polis memuruydu. Onunla her zaman iftihar etmişimdir. 18 sene Beyoğlu’nda polis memurluğu yaptı. Beyoğlu dediğiniz zaman çok kozmopolit bir bölgedir. Dört yaşımdan itibaren Tünel’de oturduk. Ben 12 yaşına bastım, Şenlikköy’e geldik. Babam Yeşilköy Havaalanına tayin olmuştu. Ben 12 yaşına kadar hiç top görmedim. Zaten Beyoğlu’nda top oynayacak yer de yoktu. Şenlikköy’e döndükten sonra topla tanıştım. Florya’nın her tarafı oynamaya müsait ama top yok. Birisinin topu olduğunda, zaman kaybetmeyelim diye, top neredeyse hemen orada maç başlardı. Benim isim babam Fenerbahçeli Müjdat (Müzdat) Yetkiner. Dayılarım hasta denecek derecede koyu Fenerbahçeliydi. Annem ilk kez hamileyken babama gelip, ‘Enişte erkek olursa adı Fikret olacak,’ diyorlar. Annem doğum yapıyor, adını Fikret koydukları kardeşim kısa bir süre sonra vefat ediyor. Bir müddet sonra annem gene hamile kalıyor. Bu sefer, ‘Enişte erkek olursa adı Müjdat olacak,’ diyorlar. O zamanlar Müjdat Fenerbahçe’nin kaptanı. Küçük Fikret’le münavebeli kaptanlık yapıyorlar. Ben doğuyorum ve adım Müjdat oluyor.”

“Benim ilk antrenörüm diyebileceğim, beni yüreklendiren, teşvik eden kişi yine eski bir Fenerbahçeli futbolcu olan meşhur Donanma Kamil’dir. O da Şenlikköylüydü. Daha sonra, Karagümrük’te de antrenörlüğümü yaptı. Ayrıca bizi yetiştiren Şükrü Başman’a her zaman şükran borçluyum. Bizden önce Küçük Şeytanlar diye bir takım vardı, 16-18 yaşındaki büyükler. Sonra bizi aldı, bize de Uğur Böcekleri dedi. Biz hepimiz 11-13 yaşlarındayız. Bize forma aldı, ayakkabı ve top aldı. Bahçe içinde büyük bir evi vardı tek katlı. Kendisi sigortacıydı, hanımı Robert Kolej mezunuydu. Kolej mezunu o kadın, köylü kadınların ve adamların iğnelerini yapıyordu. İngilizce ders veriyordu faytonculara, ortaokula giden çocuklara. Kış günleri ayda bir bizi toplayıp geceler yapıyorlardı. Bize şarkılar söyletiyor, hikayeler anlatıyor, bir tek şartı var: kahveye gitmeyeceksiniz, sigara içmeyeceksiniz, küfür etmeyeceksiniz. Bunları yapan takımdan çıkarılıyordu.”

Evinde görüştüğümüz Müjdat Özgür’ün çalışma odasındaki zengin kütüphane, alışılagelen ortaokul veya lise terk futbolcu tipinden farklı olarak kültürlü ve yüksek eğitimli olduğunu düşündürüyor bize. Nitekim eğitim hayatını sorduğumuzda anlattıkları bunu doğruluyor. “İlkokulu Kuledibi’nde, ortaokulu Bakırköy Karma Ortaokulu’nda okudum. Benim çocukluğumda Şenlikköylülerin İstanbul’u Bakırköy’dü. En yakın sinema orada. Trene binip giderdik. Halkevi çok aktifti. Bakırköy’den çok sanatçı çıktı. Ortaokulda Halkalı’dan Zeytinburnu’na kadar arkadaşlarım var. Vedat (Okyar) benim ortaokul arkadaşım. Benden bir sene sonra geldi. Okulun bahçesinde kömür cürufları vardı. Onlarla top oynuyorduk. Orada Hacettepe’de oynayan Arap Suphi (Arabul) de vardı. Adana Demirspor’da da oynamıştı. Benden bir sınıf üstteydi. Tarık Özerengin’in kardeşi Melek Özerengin kızların beden eğitimi hocasıydı. Liseye Pertevniyal Lisesi’nde başladım. Bakırköy Lisesi açılacak dediler ama zamanı belli değil. O dönem Halkalı’dan Aksaray’a kadar lise yok. Pertevniyal’e bir hafta kadar devam ettim. Babama, ‘Biz buradan trenle gidiyoruz. Sınıf 80 kişinin üzerinde. Biz trenle gidene kadar yakından gelenler sıraları kapıyor’ dedim. Sıra aralarındaki taburelere oturuyorduk. Not almaya kalksan, dizinin üstüne koyup yazacaksın. Babam Beyoğlu Ticaret Lisesi müdürüyle konuşuyor. O getir diyor. Babam, ‘Evladım burayı bitirince bir meslek sahibi olursun,’ dedi. Ticaret Lisesi’ni bitirince de İTİA’ya girdim.”

Futbola başlama yıllarına döndüğümüzde Müjdat Özgür anlatmaya devam ediyor: “Mahalle maçları çok iddialı olurdu. Kadırga’dan, Gedikpaşa’dan, birçok yerden takımlar gelirdi. Biz de bir kere Yeşilköy tren istasyonunun altında bir saha vardı, oraya maça gittik. Fahri Somer bizi orada gördü. O zaman yaşım daha ufak olduğu için ertesi sene Karagümrük genç takımına girdim. Şenlikköy’de bize emeği geçen İrfan Taşkın diye bir ağabeyimiz vardı, idarecilik yapıyordu. Kendisi çocukluğunda çok haşarıymış, kara tren zamanında trende oradan oraya atlarken araya düşüyor, bir ayağının üstünden tren geçiyor. Ayağı kesiliyor. Lakabı Topal İrfan’dı. Onun bizde çok emeği vardır. Şenlikköylü ünlü bir futbolcu, Fenerbahçe’nin ellili yıllardaki oyuncusu meşhur Donanma Kamil’in üzerimizdeki emeği çoktur. Ali Bozyayla – Çinekop Ali lakaplı – o da Beyoğluspor’da, Yeşildirek’te oynadı. Onun da bizde çok emeği vardır. Bize maç alırdı. Parası Şükrü bey tarafından olsa da kendisi kırtasiye işi yapıyordu Sirkeci’de. Bize forma yaptırır, ayakkabı alırdı. Sadece bize değil, Şenlik’teki bütün sporculara hizmet etmiştir. Şenlik’teki sporcular bizim devirle kapandı diyebilirim. Bizden sonra bir tek Raşit Çetiner çıktı.”


Karagümrük yöneticisi Fahri Somer’in Yeşilköy sahasında görüp beğendiği genç futbolcu, böylece Karagümrük genç takımında lisanslı olarak futbol kariyerine başlamış. “O dönemler çok enteresan. İrfan abi bize iki tane resim, nüfus kağıdı hazırlayın dedi. Bizden onları aldı lisans çıkartmak için. Genç takım maçları başlayacak. Bizde ne bir toplanma oldu, ne bir antrenman yaptık. Biz gittik Fenerbahçe Stadı’nda Beyoğluspor’la oynadık ve 3-1 kazandık. Bu fotoğraf (aşağıda) o ilk maçımızda çekildi. Sonra genç takım maçları oynadık. Hiç hatırlamıyorum bizi birisi çalıştırsın. Fenerbahçe ile oynuyoruz. Kaleci Üner, Güray Erdener Fenerbahçe genç takımında, çok iyi bir takım. Antrenman yapıyorlar. Biz haftadan haftaya soyunma odasında toplanıyoruz. Dolmabahçe Stadında bir ara A takım maçlarından önce genç takımlar maç yapıyordu. Fenerbahçe’nin bir maçından önce Fenerbahçe genç takımıyla oynadık, 3-0 yenildik. Ben o zaman sol haf oynuyordum. Maç bitti, soyunma odasına Galatasaraylı Dursun geldi. O zaman Karagümrük’e transfer olmuştu. İçeri girdi, ‘6 numara kim?’ diye sordu. Benim deyince geldi yanıma, hiç unutmam, ‘Aynen böyle devam et, sen iyi futbolcu olacaksın,’ dedi.”

Müjdat Özgür’ün genç takıma girdiği 1962-63 sezonunda, Karagümrük A takımı Birinci Lig’de düşmeme mücadelesi veriyordu. Genç bir futbolcu olarak, A takımla yaşadığı ilk tecrübeyi şöyle anlatıyor: “Birkaç maç sonra Karagümrük Yunanistan’a özel maçlar için davet edildi. Üç tane genç takım futbolcusunu oraya götürdüler. Takımın ligdeki durumu da sallantıda. Baba Recep var, Aydın Yelken, Abdülmetin, kaleci Sümer, baba Nedim var. Beni de seçtiler. Yurt dışına çıkmak için yaşımız tutmuyor, babam muvafakatname verdi. Yurt dışına ilk çıkışım odur. Gümülcine ve İskeçe’ye gidip maçlar yaptık. İdarecilerin zihniyetini göstermek için bunu anlatıyorum. Biz ne diye gittik oraya? Bizi herhalde beğendiniz, bu çocuklarda bir şeyler var diye düşündünüz. Bu bir hazırlık maçı. Aydın, Müslim Bağcılar’la anlaşmış, artık deklare olmuş. Artık bu biliniyor ki Fenerbahçe’ye gidecek. Orada kimimizi birinci maçta, kimimizi ikinci maçta yarım devre oynattılar. Niye yarım devre oynatıyorsun?”

“Karagümrük genç takımı bir sene sürdü. İkinci sene gitmedim. Ne antrenman var ne bir şey. Ben de zaten lisede okuyorum. Hadi gel deseler belki gidemeyeceğim antrenmana. Sonra bir kez gittim. İşte şu resim (aşağıda) takım kaptanı olduğum maç. Bir maç oynadım sadece çünkü okuldan sonra çalışıyordum. Florya Deniz Kulübü vardı, başkanı da Yeni Sabah gazetesinin sahibi Safa Kılıçlıoğlu’ydu. Kış ayları, alıyordum elime makbuzu, oradaki üyelere gidip aidat topluyordum. Deniz kenarında çok güzel bir yerdi, Güneş plajının hemen yanında. Yazın denize giren üyelerden oranın yaşaması için giriş parası alıyorduk. Kışın da iyi havalarda gelip oyun oynuyorlardı. Ben mecburen gidiyorum oraya. Kış sezonunda aşçı filan yok; bekçinin hanımı bir şeyler hazırlıyor, ben de patatesleri filan soyuyorum. Böyle bir çalışma içindeyim ve 16 yaşındayım. O yüzden ikinci sene genç takıma gitmedim hiç. Şenlikköy’deki takımıma bile yetişemiyordum. Bir sene oynamadım gibi bir şey. Dediler ki, ‘Böyle olmaz, sen A takımda oynayacak adamsın’. İyi de ben çalışıyorum, eve katkıda bulunuyorum. 300 lira maaş alıyordum. ‘Tamam biz vereceğiz,’ dediler. O şekilde iki sene Karagümrük A takımında oynadım.”

1964-66 arasında iki sezon boyunca, Türkiye İkinci Ligi’ne düşmüş olan Karagümrük’te oynamış Müjdat Özgür. Genç takımda sol haf olarak oynarken A takımında kısa süre içinde sol bek mevkisine yerleşmiş ve futbol hayatının büyük bölümünü 3 numaralı formayı giyerek geçirmiş. Bu sürecin nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Doğan abi sol iç oynuyordu. Sol bekte bir sıkıntı vardı. Doğan abiyi sol hafa çektiler, beni de sol beke aldılar. Oraya çekilince benim adım hep 3 numara, sol bek kaldı. Hocalar Nihat Şar ve Haydar abi vardı, bunlar amatör olarak oynamış zamanında. Bir ara Bülent Giz geldi. Bir ara Donanma Kamil çalıştırdı.”

Bu dönemde Müjdat Özgür’ün başından geçen ilginç bir olay, sadece bir maç için Beşiktaş formasıyla oynaması olmuş. Bu maçta, daha önce üç sezon Beşiktaş’ta top koşturan Tuncay Demirtaş’la birlikte çekilmiş bir fotoğrafı da var. Bunun nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatıyor: “Karşıyaka ile maçımız vardı. Karşıyaka daha yeni İkinci Lige düşmüş. Argun’lu, Bulut’lu, kuvvetli bir kadrosu var. Sahaya çıktığımızda hakem baktı iki takımın da renkleri birbirine yakın; Karagümrük kırmızı-siyah, Karşıyaka kırmızı-yeşil. Formaların şekli de benzer. Maç esnasında oyuncuların birbirine karışmaması için takımlardan birinin forma değiştirmesini istedi. Karşıyaka misafir olduğu için forma değiştirme yükümlülüğü bize ait. Fakat bizim malzemeci sadece bir takım forma getirmiş. (Muhtemelen Karşıyaka da bir takım formayla İstanbul’a gelmişti.) Maç Şeref Stadı’nda oynanıyordu. Tuncay daha önce Beşiktaş’ta oynadığı için yetkilileri tanıyor. O gidip rica etti, biz de Beşiktaş forması giyerek maçı oynadık.”

Müjdat Özgür Karagümrük’te oynarken Galatasaray’dan transfer teklifi almasına rağmen 1966-67 sezonunda Feriköy’e transfer olmuş. Galatasaray gibi iddialı bir takım yerine neden Feriköy gibi orta sıralarda tutunmak için mücadele eden bir takıma gittiğini şöyle açıklıyor: “Galatasaraylı yönetici Halil Burnaz’la görüştük. O sene Karagümrük’te Erdinç abiyle beraber oynuyorduk. Bir altı ay beni hep işledi ve hep Feriköy’ü anlattı. ‘Çok iyi bir arkadaşlık var, tam senlik,’ diyordu. Ben de üniversite talebesiyim. O zamanlar insanın parada pulda pek gözü olmuyor. Daha doğrusu yaşadığımız devir öyleydi. Bizim neslimiz öyleydi. Bir de benim bir emelim var, ekonomist olmak istiyorum. Öyle olunca daha kolay seçimler yapabiliyorum. ‘Ben Feriköy’e gitmek istiyorum,’ deyince adam şaşırdı. Bir tarafta Galatasaray seni istiyoruz diye teklif yapıyor. Teklif yaptığı kişi Feriköy’e gitmek istiyorum deyince adamın şaşırması çok normal. İki sebep olabilir: bir tanesi benim Galatasaray formasından korkmam – ama niye korkayım ki? Sen çalıştıktan sonra olur. Bir gün, iki gün, beş gün – sabır işidir bu. Kendini gösterirsin oynarsın. O zamanlar Büyük Ahmet (Berman) ile Feriköy’den gitme Tuncer sol bek oynuyor. Deli Doğan – Doğan Sel var. Büyük Ahmet artık bırakmak üzere, çok az oynuyor. Daha çok Doğan oynuyor sol bekte. Ben öyle söyleyince Halil Burnaz kalktı, alnımdan öptü beni, ‘Seni takip edeceğim,’ dedi. Ne ücret teklif ettiler bilmiyorum çünkü önceden hep kulüpler aralarında anlaşırdı. İki sene de temdit etme hakkı vardı. Ne Feriköy’de ne Altınordu’da ne de Kütahyaspor’da hiç para konuşmadım. ‘Müjdat biz senin için şunu düşünüyoruz’ diyorlardı, ben de peki diyordum.”

“Feriköy’e transfer olduğumda başkan İhsan Gökçay’dı. Necati Karakaya daha çok asbaşkanlık yaptı ama daha faaldi. Milliyet’in spor servisinde çalışıyordu. İhsan Gökçay biraz daha yaşlı ve geride kalan başkandı. İşleri götüren Necati abiydi. Çok aktifti. Türkiye’ye takım getirdi. Dinamo Kiev’i bile getirmişti. Feriköy’de ilk sene Lefter vardı hoca olarak. Çok iyi gidiyorduk. Lefter abiden de memnunduk ama bizim imkanlarımız tabii belli bir düzeydeydi. Mersin İdmanyurdu İkinci ligde şampiyonluğa oynuyordu. Lefter abiye teklif yaptılar. Biraz kendimi düşünmek zorundayım dedi. Bizimkiler de kabul ettiler. Devre arasında o bıraktı, Mersin de o sene şampiyon olup lige çıktı. O dönemdeki hocalar herhangi bir eğitim görmeden antrenörlük yapan kişilerdi. Daha önceki oyunculuk dönemlerinde aklında ne kaldıysa, birisi onlara ne gösterdiyse onları devam ettirirlerdi. Lefter abinin bir şansı vardı; Molnar gibi, Szekelly gibi antrenörlerle, Oscar Hold gibi İngiliz antrenörlerle çalıştı. Sandro Puppo gibi, Remondini gibi İtalyan antrenörlerle çalıştı. Onlar Milli Takımı çalıştırıyordu, onlardan da bir şey gördü. Fiorentina’ya gitti. Fransa’da Nice’te oynadı. Lefter abi çok zeki adamdı. Basri abi onun için cebinde akrep var derdi. Lefter abi bir gün bana, ‘İtalya’dan aldığım parayı tutsaydım Büyükada’yı alırdım’ demişti. Bir onda araba vardı, başka kimsede yok. Antrenman yapıyoruz, sonuna doğru bana, ‘Beni bekle, gitme’ dedi. Daha yeni transfer olmuşum. Birinci devre de bitmemiş henüz. Bindik arabaya, bana, ‘Ahmet Erol – o zaman Fenerbahçe menajeriydi – seni sordu, gider misin?’ diye sordu. ‘Lefter abi ben Fenerbahçeliyim, adım Fenerbahçeli Müjdat’tan geliyor, şeref duyarım ama ben daha yeni geldim. Benim bir şey söyleme hakkım yok. Kulübümle anlaşırlarsa giderim,’ dedim. O arada laf lafı açtı, ‘Lefter abi sen bizimle niye oynamıyorsun?’ diye sordum. Oyuncular topa istekli kalsın diye, topla pek fazla çalıştırmazdı. Sadece şut çalışması yapardı, maç da yaptırmazdı. ‘Müjdat biz orada antrenman yapıyoruz. Bunu seyreden çocuklar var. Ben futbolu bırakalı beş altı sene oldu. Ver Lefter’e yazsın deftere sözü bunların kafalarına girmiş. Siz gençsiniz. Ben bir çalım atmaya kalkarım atamam, bir de bacak arası yerim. Oradakiler, ‘Aaa Lefter bu muymuş?’ derler. Benim kimseye karşı kendimi ispat etme mecburiyetim yok,’ dedi. Çok zeki bir insandı. İlkokul diplomasını askerde almıştı.”

Müjdat Özgür, Lefter’in Feriköy’ü çalıştırdığı dönemde başından geçen ilginç bir olayı şöyle anlatıyor: “İzmir’de Altay’la maçımız var. Ben o sırada Akademi’de okuyorum. İstatistik dersinden imtihanım var, maçla çakışıyor. Bir üst sınıfa geçmem için o imtihandan geçmem lazım. Yöneticiler Lefter abiye durumu söylemişler. ‘Ne yapıp edip halledin, Müjdat o maçta bana lazım. Onun karşısında Altay’ın en tehlikeli adamı oynuyor,’ demiş. Hüseyin Arık, ‘Ben Necati’ye söylerim, o hocayla konuşup halleder,’ dedi. Necati abi o sırada Milliyet’in spor servisinde çalışıyor. Milliyet o yıllarda spor basınının milli takımı gibi. Neyse biz gittik İzmir’e, Altay’la oynayıp döndük. Ben okula gidip hocaya durumu söyledim. ‘Bana kimse gelip bir şey söylemedi,’ deyince şaşırdım. ‘Sen zaten tercihini futboldan yana kullanmışsın, çalış gel, seneye görüşürüz,’ dedi. Tam odasından çıkıyorum, ‘Dur bir dakika, bana iki kolon toto oyna,’ dedi. ‘Hocam o kadar iyi bilsem kendim için oynarım, bir neticesi olmayabilir,’ dedim. ‘Sen oyna,’ diye cevap verdi bana. Ben oynayıp toto kağıdını uzattım. ‘Otur bakalım, gelmişken seni bir deneyeyim,’ dedi. Bana bir kağıt uzatıp yaz dedi ve üç tane soru yazdırdı. Beylik sorulardı, cevaplarını yazdım. Ondan sonra sözlüye geçti. Orada ben yine bir şaşırdım çünkü imtihana girseydim sadece yazılı olacaktım. İstatistiğin sözlüsü olur mu? Bana bir soru sordu, bende tık yok. Bir soru daha, tık yok. ‘Çık, gelecek sene görüşürüz,’ dedi. Okula çok gitmiyordum. Bir müddet sonra bir arkadaşım aradı, okula niye gelmiyorsun diye sordu. ‘Niye geleyim, istatistikten kaldım,’ dedim. ‘Sen istatistikten geçtin yahu’ dedi. Notları asmışlar. Benim imtihan notum iyi!”

Müjdat Özgür’ün Feriköy’deki ikinci senesi olan 1967-68 sezonunda, kırmızı-beyazlı bu tarihi İstanbul kulübü Türkiye Birinci Ligi’ne veda etmişti. O sezonun kadrosuna baktığımız zaman iyi futbolculardan oluştuğunu görüyoruz. Nitekim ikinci hafta maçında Feriköy, Galatasaray karşısında 3-1 galip gelmiş. Ancak bundan sonra peş peşe yenilgiler gelmiş ve sezon boyunca takımı dört ayrı antrenör çalıştırmış. Üç büyükler dışındaki İstanbul kulüplerinin hep para sorunuyla mücadele etmesine rağmen, Müjdat Özgür Feriköy’ün düşmesinde sadece para faktörünün rol oynamadığını şu sözleriyle ortaya koyuyor: “Feriköy, Beykoz, Karagümrük, Beyoğluspor, Vefa, Yeşildirek gibi kulüplere baktığım zaman hep aynı şeyi gördüm, paranın ötesinde. Feriköy küme düştüğü zaman, antrenman sahasını ve soyunma odalarını birisi görse çok ayıplardı. Bu kadar sene Birinci Ligde oynayan bir takım, her sene bir tane futbolcu eksik alsın da şu sahayı düzeltsin, şu kale direklerini düzeltsin, şu yırtık ağların yerine yeni ağ alsın, futbolculara doğru dürüst bir eşofman alsın. Senenin başında antrenmanlara başladığımızda herkese bir eşofman veriliyordu. Aslında veriliyordu derken tamamlanıyordu. Geçen seneden sağlam kalan eşofmanlar o sene tekrar veriliyor, ne kadar eksik kaldıysa onlar alınıyor. İkinci yarıya başlamak için devre arası kış günü antrenmanlar başlıyor. Bakıyorsun futbolcuların bazılarında eşofmanların altı var üstü yok, bazılarında üstü var altı yok. Ya yırtılmış, ya kaybolmuş. Formalar da yaptırılırken numarasız birkaç tane yedek yaptırılırdı. Eğer herhangi bir forma giyilemeyecek duruma geldiyse – mesela 5 numara – o numara yırtık formadan sökülür, yedek yaptırılanlardan birisinin arkasına dikilirdi. Takım sahaya çıkar, bakarsın 10 tane formanın rengi atmış ama bir tanesi yeni. O zamanlar tahta takunyalar vardı. Birisi duştan gelsin de onun takunyasını alalım, biz duşa girelim diye beklerdik. Böyle bir şey olabilir mi? Bunlar parayla olacak işler değil. Futbolcu duştan çıkıyor. Bir tane beline sardığı el kadar havlu, bir de başını kuruladığı el kadar havlu. Herkese bir tane bornoz al, üzerine de isimlerini işle. Ben hep o bornozu kullanayım. Bu hijyen bakımından da iyidir. Bunlar üç beş kuruşla halledilecek sorunlardı.”

“O zamanlar kamp da kırk yılda bir olurdu. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ile oynayacağımız zaman, tribün hasılatından iyi bir para alacağımız için kampa girerdik. Kamptan taksilere binip maça giderdik. Sıraselviler’den Cihangir’e inerken küçük bir otelde kamp yapıyorduk. Ayaklarımda bir ara problem oldu. Maça başladıktan 10-15 dakika sonra baldırımda bir sertleşme oluyordu ve acıyla maçı tamamlıyordum. O zaman bir menajer müessesesi vardı her kulüpte. İdare heyetiyle futbolcular arasında köprü vazifesi gören bir kurumdu. Metin abi diye bir menajerimiz vardı. Durumumu söyledim, ‘Bildiğiniz bir doktor var mı?’ diye sordum. Harbiye’de bir doktora götürdüler beni. Adam baktı ama bana ne söylediğini, ne tedavi önerdiğini hiç hatırlamıyorum ama bunun sebebi, derde deva olacak hiçbir şey yapmaması. Bir kocakarı ilacı bile olsa bana bir şey söylemesi gerekirdi, ben hatırlamıyorum öyle bir şey.”

1968-69 sezonunda İzmir ekibi Altınordu’ya transfer olan Müjdat Özgür, okulu devam etmesine rağmen neden başka bir şehre gitmeyi tercih ettiğini şöyle açıklıyor: “Altınordu Feriköy kulübüne teklif yapmış. Necati Karakaya bana haber verdi. Üniversitede son senemdi. Artık bitirmek istiyorum. İzmir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ne kaydımı aldırırım diye düşündüm. Burada evim var, ailem var, arkadaşlarım var, dağılıyorum çalışamıyorum. Yeni bir muhit, tanıdığım az, ders çalışırım diye İzmir’e gittim. İzmir’deki akademi için, ‘Kötü bir okul değil ama senelerin Sultanahmet akademisi varken niye bırakıyorsun? Burada çalış, imtihanlar için oraya gidip gel,’ dediler. Bana mantıklı geldi. O şekilde 68 senesinde bitirdim okulu. Altınordu’ya geldiğimde başkan Candoğan Sakaoğlu’ydu. Bir de Doğan Kantarcıoğlu vardı. İkinci senemde ikisi de bıraktı.”

O dönemde Altınordu kadrosunda yer alan Yugoslav futbolcuları sorduğumuzda şunları anlatıyor: “Şiyatski biraz sert karakterli ve soğuktu. Zadel daha sıcakkanlıydı. Zadel çat pat Türkçe konuşuyordu. Öbürü daha az konuşabiliyordu. O dağlık bölgeden gelmişti, hemen fark ediyordu. Zadel Rijekalıydı, İtalya’ya yakın bir sahil şehri. İtalyanca da biliyordu. Zadel daha teknik ve daha iyi bir futbolcuydu. Kafası çalışıyordu. Haf oynuyordu. Ama Kadri Aytaç’la kıyaslarsak mesela, Kadri Aytaç’ın ayak basmadığı yer yoktu. Hem golcü, hem müdafaa oynuyordu. O zaman daha star dönemi, bütün dünyada öyleydi. Şimdi daha mekanik her şey. O dönemler Türkiye Yugoslav futbolcu mezarlığı olmuştu. Şiyatski gibi bir adam yok muydu Türkiye’de? Vardı.

Altınordu’ya gittiği sene, basketbol takımının efsanevi bir ismiyle birlikte geçirdiği günler unutulmaz anıları arasında yer alıyor: “Alsancak’ta yüzme havuzunun önünde Altınordu’ya verilen bir bina vardı. Biz bir sene o binada kaldık. Orada bizimle beraber Hüseyin Alp de kalıyordu. Bir gün girdim, bir şey alıp çıkacaktım. Bir döndüm merdivenlerde, önüme bir karaltı çıktı. Ödümü koparttı. Ben o zaman Volkswagen bir araba almıştım. Hüseyin abiyi o arabaya bindiriyorduk! Öndeki koltuğu en arkaya kadar çekiyorduk. Hüseyin abiyi ite kaka sığdırıyorduk. Çok saf, çok iyi bir adamdı, Allah rahmet eylesin. İkinci sene yönetim değişince, Basmane’de bir otelde kaldık.”


“Doğan Emültay çalıştığım insanlar arasında futbolu iyi bilen insanlardan bir tanesiydi. Bir de Erdoğan Tokol’la çalıştık kısa bir dönem. Onu da unutamam. Çok beyefendi bir insandı. Bir gün bana ‘Müjdat disiplini bana tarif eder misin’ dedi. Ben düşünürken o açıkladı. ‘Disiplin bir kuşu avucunda tutmaya benzer. Çok sıkarsan öldürürsün, gevşek bırakırsan kaçar gider. Disiplin diye futbolcuya yüklenirsen hem bıktırırsın, hem isyan ettirirsin. Boş bırakırsan da o kendine göre oynar.”

Müjdat Özgür Feriköy’den sonra Altınordu’nun da 1969-70 sezonunda Türkiye İkinci Ligi’ne düşmesine tanık olmuş. O sezonun kadrosuna baktığımızda, Feriköy gibi İzmir ekibinin de iyi futbolculara sahip olmasına rağmen küme düştüğünü görüyoruz. Müjdat Özgür bu durumu şöyle açıklıyor: “Kulüplerin düşmesi futbolcular tarafından olmaz, idareciler tarafından olur. Altınordu’da düştüğümüz sene üç tane başkan, dört tane antrenör gördük. Parasızlık vardı, futbolcuların maaşları ödenemiyordu. İzmirli olmayıp dışarıdan gelen futbolcular çok zor durumda kalmışlardı. Basmane’de kamyoncuların kaldığı bir otelde kalıyorduk. Sonra başka bir otele geçildi. Kulüp sahipsiz kaldı. Kulüpleri yönetenler eğer liyakatli kişilerse taraftarın baskısını nazarı itibara almadan bildikleri şekilde yönetmesi gerekir. Eğer taraftar baskısına boyun eğip ayrılırlarsa yerine gelen taraftar idareciler kulüpleri batırıyor. Eğer transfer yaparken iyi futbolcuyu seçmesini bilmediysen kötü bir takım kurarsın. O takımı çalıştırmak için antrenör seçmesini bilmiyorsan kötü bir antrenör seçersin. Antrenör ve futbolcular çok iyi niyetli olabilir ama kapasiteleri bir yere kadardır. Mesela Altınordu’nun düştüğü sene üç tane kaleciyle oynadık. Üç kaleciyle oynamak yerine bir kalecide sebat edip, imkanlar kısıtlı olduğu için forvette takıma lazım olacak bir oyuncu alınması daha iyi olurdu.”

Daha önce Galatasaray ve Fenerbahçe’nin transfer listesine giren Müjdat Özgür, Altınordu’da oynadığı sırada Beşiktaş’tan da teklif almış. Ancak çok istikrarlı bir futbolcu olması yüzünden idareciler onu bırakmamış: “Beşiktaş başkanı Agasi Şen’di. O ara Beşiktaş’ın telefonuna bile hacizler geliyordu. Agasi Şen generaldi, Cemal Gürsel’in yaveriydi. Emekli olduktan sonra THY genel müdürüydü, sonra Çukurova Holdingin genel müdürü oldu. Mecidiyeköy’de bir binası vardı, oraya götürdüler beni. Agasi Şen bana şunları söyledi: ‘Müjdat seni transfer etmek istiyoruz. Beşiktaş’ta kimsenin parası kalmaz, orasını merak etme yalnız senden bir isteğimiz var. Beşiktaş’ın durumunu biliyorsun. Biz Altınordu ile muhatap olursak bizden karşılayamayacağımız bonservis bedeli isteyecekler. Kendi bonservisin için pazarlık yapmanı rica ediyoruz. Senin mevkinde oynayan Fehmi veya Sami ya da Cevat – bunlardan birini takas edebiliriz. Bunlar olmazsa Saim’i de takas edebiliriz.’

“İzmir’e döndüm. Altınordu yönetimi kongre kararı almış. İdare heyetinde ismini şimdi unuttuğum gömlekçilik yapan biri vardı. Ona gittim. Beşiktaş’ın teklifini ilettim. ‘Ben burada günlük işleri takip ediyorum. Öyle bir yetkim yok. Yeni yönetim seçilecek, onlar karar versin,’ dedi. ‘Siz aracı olun,’ dedim. ‘Ben kendi oyumu seni bırakmamak için kullanırım. Sen ne para alırsan al bizim en ucuz futbolcumuzsun,’ diye karşılık verdi. ‘Nasıl oluyor?’ diye sordum. ‘Sen burada iki sene oynadın. Sadece bir iki maç oynamadın. Onun dışında lig, kupa maçları, hazırlık maçları hepsinde oynadın. Aldığın parayı oynadığın maç sayısına böl, durum ortaya çıkar. Bir de istikrarlı gidiyorsun, ne tavana çıkıyorsun ne de dibe düşüyorsun. Sahadan atılmıyorsun, hastalanmıyorsun, sakatlık yaşamıyorsun. Kulüpte arkadaşlarınla uyumun iyi. Problemli adam değilsin. O zaman ben seni niye bırakayım? Fehmi iyi olsa Beşiktaş bırakır mıydı? Aynı mevkinin adamı. Onun için görüşüm bu yönde,’ diye cevap verdi. İzmir’de bir Volkswagen araba almıştım. Üç tane arkadaşım vardı. Bir tanesi Mehmet, Federasyon Başkanı Hasan Polat’ın oğluydu. İzmir’e o son gidişimde onları da arabamla götürmüştüm. Aradan seneler geçti. Bir cenazede Mehmet’le karşılaştım. Eski günlerden bahsederken o yolculuğu hatırlattım. ‘O zaman niye bana söylemedin? Babam yardımcı olurdu,’ dedi. Ben o arkadaşıma bile bu durumu söylememişim. Yani öyle bir ihtirasım yok.” Müjdat Özgür istikrarlı bir futbolcu olmasını muhtemelen bu ihtirassız ve sakin kişiliğine borçluydu. Nitekim, “Kendi adıma hiçbir maçta yeniliriz diye sahaya çıktığımı, ayrıca çok heyecanlandığım bir maç olduğunu hatırlamıyorum,” şeklindeki sözleri bunu ortaya koyuyor.

Beşiktaş’a transfer olması için gereken bonservisi Altınordulu idarecilerden alamayan Müjdat Özgür futbolu bırakmaya karar vererek İstanbul’a dönmüş. Ancak olayları beklenmedik şekilde gelişmesi sonucu İkinci Lig’deki Kütahyaspor’a transfer olmuş ve yaklaşık dört sezon daha futbol oynamış. “ Yeni Melek sineması yanında erkek ceket, paltosu yapan bir yer vardı. Sahibi Recep abi, Galatasaray genç takımı ve Yeşildirek’te oynamış Reşat Özdemir’le beraberdi orada. Ben, Sabri, Vedat, Davut, Erkan Velioğlu gibi futbolcular İstanbul’a indiğimiz zaman oraya muhakkak uğrardık. Ben oraya gittim, olayı anlattım. ‘Futbolu bıraktım. Zaten okulum bitti, askere gitmek için müracaat edeceğim’ dedim. Yeni Melek sinemasının bulunduğu handa, Galatasaray’ın eski kalecesi Osman İncili – Kova Osman – ile Turgan Ece’nin reklam şirketi vardı. Ben çıktıktan sonra Turgan Ece oraya uğramış. Laf açılmış, şimdi Müjdat buradaydı demişler. Turgan Ece’nin yazlığı Kınalı’daydı. Eşfak abi de oradaydı. Ona futbolu bıraktığımı söylemiş. Eşfak abi, ‘Sen yarın İstanbul’a gidince oraya haber bırak, Müjdat beni arasın,’ diyor. Nitekim ben tekrar oraya gittiğimde bana söylediler. Ben Eşfak abiye telefon ettim. Durumu anlattım, futbolu bıraktım dedim. ‘Müjdat evladım, siz futboldan doğru dürüst para kazanmadınız. Ben Kütahya ile anlaştım. Candemir’le beraber çalıştıracağız. Kulübün fahri başkanı aynı zamanda bakan. Oraya gel, hem askerlik işin hallolur hem transfer parası kazanırsın, askerliğini de orada yaparsın. Pireye kızıp yorgan yakmaya gerek yok,’ dedi. Böylece Kütahyaspor’la anlaştım. O sırada yedek subaylıkta yığılma vardı, okul bitirenler bekliyordu. 68’de okulu bitirdim, 74’te askere gittim. 1970’te Kütahyaspor’a gittim. 1971’de muhtıra verilince Demirel hükümeti istifa etti. O gidince bizim bakan da gitti. Ben üç buçuk sene Kütahyaspor’da top oynamak durumunda kaldım. Askere gidince bıraktım futbolu.”

Böylece Müjdat Özgür’ün futbol hayatı henüz 30 yaşına girmeden, çok erken denebilecek bir dönemde sona ermiş. Bu kısa kariyerin ilginç yanlarından biri üç ayrı takımda – Feriköy, Altınordu ve Kütahyaspor – Eşfak Aykaç’la çalışması olmuş. “Feriköy’de Lefter abi gidince Eşfak Aykaç geldi. O devri yaşayanlar çok iyi futbolcuydu derlerdi. Galatasaray Lisesi mezunuydu. Cenazesi Teşvikiye camisinden kaldırıldı. Orada Coşkun abi – o da Galatasaray Lisesi mezunudur – ‘Biliyor musunuz çocuklar, Türkiye’de Fransızcayı Eşfak’tan daha iyi konuşana ben rastlamadım,’ dedi. Babası meşhur şair Fazıl Ahmet Aykaç. Kütahyaspor’da beraber çalıştık Eşfak abiyle. Otobüsle gidiyoruz. Ben de üniversiteyi bitirmişim artık, askerliğimi bekliyorum. ‘Eşfak abi, futbola bir düşkünlük, merak var ama Edirne’den dışarı çıktığımız zaman dörtten aşağı gol yemiyoruz,’ dedim. ‘Müjdat sen bana kültür bakımından ileriye gitmiş ama sporda geride kalmış bir ülke göstersene,’ dedi. Kültürle futbolu bağladı orada. Bu önemli bir göstergeydi.”
