Metin, Metin, Çok Yaşa

“Cenaze arabasının arkasındaki araba benimdi. Stadın önünde çocuklar atlamışlar arabanın önüne, ezilecekler. Hemen durdurdum arabayı, indim aşağı. ‘Ezileceksiniz, bak benim arabada yer var,’ diye aldım bir tanesini arkaya. 15-16 yaşında bir çocuk. Yanımda Bülent Ünder oturuyordu, ‘Senin yaşın kaç?’ diye sordu. Çocuk 16 deyince, ‘Oğlum sen daha doğmadan Metin futbolu bırakmıştı,’ dedi. ‘Bu nasıl Galatasaray ve Metin Oktay sevgisi,’ diye devam edince çocuk, ‘Metin Oktay’ı çok seviyorum ama ben Fenerliyim,’ dedi.”

Metin Oktay’ın anne tarafından akrabası olan Erol Özbiltekin, Kral’a duyulan sevginin kulüpler üstü boyutunu bu örnekle anlatıyor. Dinlemeye devam ediyoruz Özbiltekin’i. Henüz kimsenin tanımadığı genç bir futbolcu olan Metin Oktay’ı ilk gördüğü günü anlatıyor: “Ben ilkokul 1’deydim. O zaman tanımıyorum, bir abi geldi bize. Üsküdar’da Meydancık diye bir yer vardır, Toptaşı’nın aşağısı. Evimiz oradaydı. Babam yoktu evde, bahriyeliydi. Annem, ‘Oo Metin sen mi geldin,’ dedi. ‘Maça geldik, ben genç milli oldum,’ dedi Metin abi. ‘Bu gece sizde kalacağım, yarın da hava alanına gideceğiz yenge,’ dedi. Hatta benim bir ödevim vardı, bana çıtalardan küçük bir uçak yaptı. Marangozluğu vardı Metin abinin.” Metin Oktay’ın marangozluk becerisi olmasına şaşmamalı. Orta 1’i İnönü Lisesi’nde (daha sonra adı Namık Kemal Lisesi oldu) okuduktan sonra ailesinin onu Mithatpaşa Sanat Okulu’nun mobilya bölümüne verdiğini biliyoruz; ilk kulübü olan Damlacık’ta, burada okurken oynamaya başladığını da.

1954’te Genç Milli Takım’la Almanya’da.

Metin Oktay’ın ikinci eşi Servet hanımın oğlu Rıfat Pala, Kral’la tanışmasını anlatıyor: “Ben onu ilk tanıdığımda 13 yaşındaydım. İzmir’de yatılı okuyordum. Yaz tatiline gittim. Annem boşanma sürecindeydi. Boşanıp evlendiler. Taksim’den Beyoğlu’na girerdik, Galatasaray kulübüne gitmek için. Trafik, her şey dururdu. Herhalde yaşadığı sürede ondan daha çok sevilen insan yoktur.” Bilindiği gibi Metin Oktay 1959 başında evlendiği ilk eşi Oya Sarı’yla, 1960 yazında Galatasaray’da oynamaya devam etmesi yüzünden ihtilafa düşmüş ve kısa sürede boşanmıştı. İkinci eşi Servet Kardıçalı da İzmirli olmakla birlikte İstanbul’da yaşamayı tercih etmişti. Rıfat Pala, Metin Oktay’la tanışmasından kısa bir süre sonra Galatasaraylı olmasına yol açan olayı anlatıyor: “O sene Galatasaray çifte şampiyon oldu. Beşiktaş liderdi. Şenol, Birol, Güven oynuyordu. Bir puan önde, ligin son maçı Beşiktaş’la. Taşlık’tan iniyoruz, maç oynayacak yani. Ben hasta Beşiktaşlıyım. Çocukluğum Altınordu ve Beşiktaş’la geçti. O da çocukluğunda Beşiktaşlı. Bana, ‘Bugün biz şampiyon olacağız, golü ben atacağım, o zaman Galatasaraylı olacak mısın?’ diye sordu.” Rıfat Pala’nın bahsettiği maç, 1962-63 sezonunun son haftasında, 26 Haziran’da oynanan maçtı. 22 takım katıldığı için iki ayrı grupta oynanan maçların ardından, 12 takımla devam edilen play-off grubunda Galatasaray ile Beşiktaş’ın çekişmesi ligin son maçına kadar sürmüştü. Dinlemeye devam ediyoruz Rıfat Pala’yı: “Yürüyoruz konuşarak. Bir anda yıldızları gördüm, kafam direğe çarpmış. Kafam şişti. Kalktım, tamam dedim. Galatasaray onun golüyle 1-0 galip gelip şampiyon oldu. Fenerbahçe ile oynadığı Türkiye Kupası maçlarını da 2-1, 2-1 kazanıp çifte şampiyon oldu.”

1963 yılı Haziran ayının Galatasaray ve Metin Oktay için çok yoğun ve yorucu geçtiğini görüyoruz. Ayın 22’sinde Kasımpaşa’yı 2-0, 23’ünde Karşıyaka’yı 3-0 yenip, 26’sındaki son maçta Beşiktaş’ı 1-0 mağlup ederek ligde şampiyon olan sarı-kırmızılılar, üç günlük aradan sonra 29 Haziran’da Türkiye Kupası finalinin ilk maçına çıkmışlar. Ertesi gün de rövanş maçı oynanmış. 1960 yazının da benzer yoğunlukta, ancak sevinçli değil, yıpratıcı olaylarla geçtiğini söyleyebiliriz. Kral önce Temmuz ayında, bir yanda Galatasaray öbür yanda ilk eşi Oya Sarı ve İzmirspor’un olduğu bir transfer çekişmesinin ortasında kalmış, sonunda evliliğine mal olacak şekilde kulübünü tercih etmişti. Ardından Eylül’ün 14’ünde, eksik askerlik yaptığı gerekçesiyle tutuklanıp Üsküdar Toptaşı cezaevine kapatıldı. Adeta “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz” sözünü haklı çıkaran bu olay yüzünden 45 gün hapis yatan Kral, bu süre zarfında alçak gönüllü kişiliğiyle pek çok dost edinmişti. Rıfat Pala, bu tatsız olaydan sonra Metin Oktay’ı ziyaret eden yeni dostlarını şöyle anlatıyor: “Evin kapısı çalınırdı. Bir adam, ‘Metin beyi aramıştım,’ derdi. Bana daha evvelden tembih edilmişti, ‘Buyur et, ben gelene kadar yedir, içir, beklet,’ diye. Onunla beraber hapiste yatanlar gelirdi. Elinden ne geliyorsa yapardı. Tahliye olduktan sonra öyle gelen çok adam vardı. ‘Burada yok,’ diye kimseye kapatmazdık kapıyı.” Metin Oktay’ın hapisten çıkar çıkmaz oynadığı maçla ilgili de şunları söylüyor Pala: “Hapishaneden çıkıyor. Galatasaray Pera Palas’ta kampta. Baba Gündüz, ‘Bir duble vereyim mi?’ diye soruyor, ‘Ver baba,’ diyor. Bir duble daha. Baba Gündüz, ‘Benim hatırım için 10 dakika oynar mısın?’ diye soruyor. O zaman oyuncu değiştirmek yok. 3-0 kazanıyorlar, iki golü o atıyor. Kusa kusa, sonunda bayılıyor.” Rıfat Pala’nın bahsettiği maç 29 Ekim 1960’ta Karagümrük ile oynanmış ve Metin Oktay hapisten çıktıktan birkaç gün sonra, hiç antrenman yapmadan sahaya çıkmıştı. Mithatpaşa Stadı’nda aynı gün Fenerbahçe ile Beykoz’un da maçı vardı. Metin tünelden sahaya çıktığında, sadece Galatasaray değil Fenerbahçe taraftarı da, “Ya ya ya, şa şa şa, Metin Metin çok yaşa,” diye tezahürat yapmıştı.

Metin Oktay’ın sadece sahaların değil gönüllerin kralı da olmasını sağlayan bir başka olayı yine Rıfat Pala anlatıyor: “Herkes bir şeyler yaşıyor ve başka bir ortamda yaşadığının güzelliğini anlatıyor insanlara. Ondan ölmüyor bazı insanlar. Galatasaray takımı Ankara’da bir yere yemeğe gidiyor. Yanda Mülkiyeli gençler var. Biri geliyor, ‘Abi nasılsın?’, öbürü geliyor, ‘Nasılsın?’. Onlara belli etmeden garsonu çağırıyor. ‘Bunlar ne yiyip içerse ben ödeyeceğim,’ diyor ve hesabı ödedikten sonra gidiyor.” Bir başka olayı Erol Özbiltekin’den dinliyoruz: “Bir gün Kordon’da oturuyoruz, ‘Gel bir şeyler içelim,’ dedi. Hava daha tam kararmamıştı. Piyangocu geçiyordu, ‘Ver hepsini,’ dedi. Adam bir hesap kitap yaptı. Balyayı bıraktı, Metin abi parayı verdi. Çocukları görünce çağırıyor, ‘Gel bakalım küçük abla, çek burdan,’ diyor. Bütün çocuklara dağıttı biletleri.”

Metin Oktay’ın başarılarıyla övünmeyi seven bir kişiliği olmadığını, aksine bu konular hakkında neredeyse hiç konuşmadığını yine Rıfat Pala’nın anlattıklarından öğreniyoruz. “Bizim iş hanı var İzmir’de; eski bir bina, tavanlar dört buçuk metre yükseklikte. Bir de uzun pencereler var. Açılıyor pencereler. Onların üstünde de ufak vasistaslar var. Onlar yaklaşık dört metre yukarıda. Bir gün oturduk muhabbet ediyoruz, birileri var. Birisi, ‘Abi yeni futbol başka, sizin devrinize göre değişti, şimdiki futbolcular daha fazla koşuyorlar,’ gibi laflar söyledi. Metin abi bir tane leblebi attı yere. Leblebiye vurdu, vasistastan dışarı çıktı leblebi. Konuşmadı bile. Ben bunun canlı şahidiyim. Hiç sevmezdi kendini methetmeyi, ben şöyle vurdum, ben şunu yaptım diye konuşmayı. Hayatta hiçbir şey anlatmazdı, ben hiç duymadım. Bir tek bir şey anlatmıştı. Daha çok genç, Anadolu Karması’nda oynuyor. İstanbul Karması’yla maç yapıyorlar. Anadolu Karması’nın kaptanı Adanalı Muharrem Gülergin. Metin abi maça santrfor çıkacak. Bir titreme geliyor üstüne. Muharrem buna bir tokat çakıyor. ‘Aslan gibi adamsın, çık göster onlara kim olduğunu,’ diyor. Kendi anlattı bana bunu. ‘30 metreden bir vurdum, Turgay topu görmedi,’ dedi. Adana’ya gittiğinde mutlaka ziyaret ederdi Muharrem Gülergin’i. İzmir’e geldiği zaman da ziyaretine gittiği, çok saydığı birisi vardı: Tarık Gençay. Ona beraber de gittik. Sait Altınordu’yu da çok severdi.”

Yine Rıfat Pala’dan anılar dinlemeye devam ediyoruz: “Benim evim Alsancak’taydı. O da Efes Oteli’nin yanındaki Palmiyeli Sokak’ta otururdu. Bir gece bana, ‘Gel gidip çöp şiş yiyelim dedi. Arabayı ben kullanıyordum. Çağlayan Pavyon vardı, hemen onu geçince kaldırıma çöp şiş mangalı koymuşlar. Üç beş kişi rakı içiyor. Sıcak bir gündü. Arabadan indi, ben park edeceğim. Yiyenlere afiyet olsun deyince, birisi ‘Ha s… lan!’ dedi. Rakı dilenecek birisi zannettiler herhalde. Yaz kıyafetleri, ayağında terlik filan. Hiç kımıldamadı yerinden. Beş dakika sonra o adamların hepsi diz çökmüş, yalvarıyordu, ‘Abi bizi affet,’ diye. Yemeden geri döndük. Değişik bir yapısı vardı. Adamlara küfür etmedi, ben şuyum, buyum demedi.”

“Fenerbahçe bir Avrupa takımıyla oynamıştı. Öyle bir top geldi ki, adam direğin altından topu ayağıyla çıkardı. ‘Ne kadar zor bir şey değil mi?’ dedim. Yeni tavanlar çok alçak ama eski tavanlar yüksekti, belki üç metrenin üstünde. ‘Bak,’ dedi. Durduğu yerde sıçradı, ayağıyla tavana vurdu. ‘Zor bir şey değil,’ dedi. Oyunculukta son yıllarıydı. Yani müthiş bir atletizmi vardı, çok komple bir sporcuydu. İbadet yapar gibi, acımadan yıllarca çalışmış. Bir maç hatırlıyorum, Beykoz’la oynuyorlar. Beykoz kalecisi Sıtkı vardı. Topa vurdu, Sıtkı gol oldu, top avuta gitti. Top Sıtkı’nın suratına çarptı, bayıldı. Üstelik 18 dışından vurmuştu. Bir de o eski topları düşün. O yeni toplara bakınca inanamıyordu, ‘Fındık fıstık gibi bunlar,’ diyordu.”

Rıfat Pala’nın ifadesiyle, “İbadet yapar gibi, acımadan yıllarca çalışmış.” Bu sayede bütün rakiplerinden daha yükseğe sıçrayan, sanki ayakla vururcasına sert kafa şutları çeken bir futbolcu olmuş.

Kral’ın özel yaşamında bugün pek hatırlanmayan üzücü olaylardan biri, doğduktan birkaç saat sonra ölen kızıydı. Rıfat Pala bu olayı şöyle anlatıyor: “Annemle Metin Oktay’ın bir çocuğu oldu ama yaşamadı. Öğle namazından sonra defnedildi. Saat 3 veya 4’te de Feriköy’le maçı var. Hoca sordu, isim zikretmek lazım diye. Zeynep dedi. Sonra benim kız olunca ismini Zeynep koyduk. Kabristana hiç gündüz gittiğini görmedim, hep gece giderdi. Sordum sebebini. ‘Resim çekerler, reklamımızı yaparlar,’ dedi. Annesini, babasını ziyarete gece giderdi. Kozlu mezarlığında yatıyorlardı. O da onların arasına, kızının mezarına defnedildi. Ben İstanbul’da bir işyeri çalıştırıyordum. Bir gün Kaloperoviç geldi. Elini öptüm, çok saydığımız bir adamdı. ‘Ben mezara gitmek istiyorum. Yarın geleceğim,’ dedi. Ertesi gün mezara gittik. Elinde çiçek vardı. Kendi dilinde dua etti. Öpüştük, gönderdik, bir süre sonra onun da ölüm haberini aldık.”

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.