Yılmaz Gökdel: Şanssız Bir Nesiliz, Bize Su İçmek Yasaktı

Yaşı altmışın üstünde olanlar Yılmaz Gökdel’i Galatasaray’da oynadığı yıllarda, sağ kanattan rüzgâr gibi süratli koşuları ve genellikle Metin Oktay’ın attığı gollerle sonuçlanan ortalarıyla hatırlar. Daha genç olanlar içinse, İkinci Lig’de mücadele ederken Türkiye Kupası’nı kazanma başarısına erişen Ankaragücü’nün teknik direktörü olarak hafızalarda yer etmiştir. Daha lisede okurken profesyonel liglerde top koşturmaya başlayan Yılmaz Gökdel’in futbolculuk ve antrenörlük hayatı zengin ve renkli ayrıntılarla dolu. Bunlara ilaveten, bir de kaçırılan bir uçağın yolcusu olmak gibi, pek sık rastlanmayacak bir olay yaşamış. Önce çocukluk yıllarını, top oynadığı için yaşadığı sıkıntıları anlatıyor: “1940’ta İstanbul’da doğdum. Annemle babam ben küçükken ayrılmışlar. Üç yaşına kadar annemin yanında, sonra babaannem ve amcamın yanında kaldım. Babam Hayat şekeri satarak okumuş,  hava subayı olmuş. Pilot albaydı. Altı yaşında onun yanına geldim. Ankara’da Saracoğlu evlerinde oturuyorduk. Orası top oynamaya müsait bir yerdi. Okula Ankara’da başladım. Sonra Erzincan’a geçtik. Babam oradan kurmay başkanı olarak Diyarbakır’a tayin oldu. Sabah 8’de babam işe giderdi, 8’i 5 geçe ben sokağa çıkardım. Akşam emirber (emir eri) gelirdi. Baban geldi diye haber verirdi. Eve girer girmez bir tokat yerdim. Kuran getirirlerdi, bir daha oynamayacağım diye öptürürlerdi. Ben ertesi sabah tekrar 8’i 5 geçe çıkardım. Top oynamak bende hastalıktı. Beykoz’dayken antrenman yapardım, gelirdim 12 saat top oynardım.”

“12 yaşında Diyarbakır’dan İstanbul’a, babaannemin yanına geldim. Kocamustafapaşa’da oturuyordu. Surlardan çıkınca, şimdiki Abdi İpekçi Spor Salonu’na gelmeden bir tekstil fabrikası vardı, orada çalışırdı. Esas doğum yerim Aksaray ama çocukluğum Kocamustafapaşa’da geçti. Günde 12 saat top oynardık. Babaannem her ayakkabı alışında, ‘Bunu da yırt da göreyim,’ derdi. Kabadayıların giydiği türden, kalın altlı bir ayakkabı almıştı. Ben daha o gün yırtmıştım ayakkabıyı. Eskiden oralar bostandı. Benim hanımın o zamanlar oturduğu evinin arkasında bir saha vardı. O zaman hep maç alırdık, sahaları dolaşırdık. Kocamustafapaşa’nın yazlık maçları olurdu. Haftada bir muhakkak maç yapardık. Bakırköy’de Sana fabrikasının yanında bir saha vardı. Zuhuratbaba sahası vardı. Zaten o zamanlar İstanbul’un her tarafı sahaydı,şimdiki gibi değildi.”

Futbol tutkusu yüzünden Yılmaz Gökdel’in okulla arası hiç iyi olmamış. Daha 16 yaşındayken İstanbul’un en eski takımlarından birinde forma giymeye başlayınca okumayı büsbütün aksatmış: “Haydarpaşa Lisesi’nde yatılı okuyordum. İç avlusunda dört tane sahası vardı. Ders aralarında çıkar oynardık. Derse girdiğimiz zaman hocalar yine mi top oynadınız diye kızardı.  1956 senesinde, 16 yaşındayken Süleymaniye bana talip oldu. Süleymaniye o zaman İstanbul İkinci Mahalli Ligi’nde oynuyordu. Kulübün yeri Samatya’daydı. Cadde üstünde bir fırın vardı. Sahibi Fırıncı Memik diye biriydi, onu kulübe başkan yapmışlar. ‘Beni özel okula almazsanız oynayamam,’ dedim. Tamam dedi adamcağız. Böylece Haydarpaşa’yı bıraktım. İstanbul Üniversitesi yakınında bir özel okul vardı, ismi İstiklal Lisesi’ydi. Orhan Ayhan’la orada beraber okuduk. Hocalar suratımı görmedi benim, ‘Yahu bir gelse de şunu görsek,’ diyorlarmış. Okulun ücreti 525 liraydı. Kulüp bana 1.000 lira verdi, ayrıca 105 lira maaş. Babamdan aldığım harçlık 15 liraydı. 15 lira alırken, bu paralar süper. O paraları alınca şaşırdık. Hiç unutmam, gittim 87,5 liraya Tanca’dan ayakkabı aldım. Yanları fitilli, kahverengi-beyaz. Babaannemle kalıyorum, altı kere hacca gitmiş gelmiş, Kuran’dan başka bir şeyi bilmez. ‘Babaanneciğim gördün mü ayakkabı mı?’ dedim. ‘Gördüm evladım, beğendim. Kaça aldın?’ diye sordu. 87,5 lira deyince kadıncağız düşüp bayıldı.” 

1956-57 sezonunda Süleymaniye-Eyüp maçı. (Günlük Spor)

Böylece Yılmaz Gökdel çocuk denebilecek bir yaşta, 1956-57 sezonunda Süleymaniye takımında top koşturmaya başlamış. Eyüp, Sarıyer, Karagümrük, Feriköy, Galata, Beylerbeyi, Davutpaşa gibi kadim İstanbul kulüplerinin oluşturduğu bu ligde, oynadığı futbolla dikkatleri çekişini şu sözlerle anlatıyor: “Futbol hayatım boyunca hep sağ açık oynadım fakat Süleymaniye’de santrfor oynuyordum. Çok süratliydim, her maçta formamı yırtarlardı. O sırada piyasada ismim duyulmaya başlamıştı. O sene çok talibim oldu.” Nitekim 1957-58 sezonunda, bu kümede şampiyonluk iddiasına sahip bir rakibe transfer olmuş: “Ertesi yıl Sarıyer aldı beni. 3.000 lira verdiler. Çok değerli insanlardı kulüp yöneticileri. Selahattin Yarar ve Kemal Yarar adlı iki kardeştiler. Üniversite mezunu insanlardı, balık halini yönetiyorlardı. Kibar insanlardı, babamı da götürmüştüm. O da onları sevdi. 1957’de girdim Sarıyer’e ve orada da talebe lisansıyla amatör olarak oynadım. Sarıyer de beni Taksim’de bir okulda okutuyordu.” Yeni takımında da başarılı olmakta gecikmemiş genç futbolcu: “Sarıyer’de ilk iki maç oynatmadılar beni. Kasımpaşalı Metin vardı santrfor. Nereden geldim bu kulübe dedim. Metin uzun boyluydu ama ağırdı. Ben çok süratliydim. Metin ceza mı aldı, ne oldu hatırlamıyorum. Santrfor olarak onun yerine oynamaya başladım. İlk maç galiba 6-0 bitti, üç-dört gol attım. Ondan sonra kaldım takımda. Fakat ilk maçlarda santrfor oynadıktan sonra sağ açığa geçtim.” Takım arkadaşlarını da şöyle hatırlıyor: “Sarıyer’de çok iyi bir grubumuz vardı. Şenol (Birol), Kıbrıslı Hüseyin, Fenerbahçeli Çetin vardı, Haydarpaşa’da okumuştu. Çok iyi bir kadroydu. Şenol’la yıllarca arkadaşlık ettik ama bir arada oynayamadık. Ya ben oynadım o oynamadı, ya tersi oldu. Romanya’ya milli maça gittik, orada da birlikte oynayamadık.  Sarıyer’de bir de Münacettin (Barut) vardı. Sağ bek, stoper oynardı. Sonra Feriköy’e gitti. 1999 depreminde öldü. Alın yazısı. Yalova’da bir ev almıştı. Sonra onun yakınına bir ev yapıldı. Onu çok beğenmişti. Onu aldı, öbür evi sattı. Aldığı ev depremde çöktü, sattığı ev sapasağlam duruyor.”

Günlük Spor gazetesi

1957-58 sezonunda Sarıyer ve Karagümrük, İstanbul Birinci Profesyonel Ligi’ne çıkmak için büyük bir çekişme yaşamışlar. Bu çetin yarışı Karagümrük kazanmış: “Son maçta Karagümrük’e 2-1 yenildik. Ben bir gol attım, 1-0 öne geçtik. Sonra 1-1 oldu. Beraberlik de bizi şampiyon yapıyordu galiba. Sonra kaleci Rıza hatalı bir gol yedi, 2-1 mağlup olduk. Karagümrük birinci kümeye çıktı.” 1958-59 sezonunu da Sarıyer’de geçiren genç Yılmaz, o sene okumayı bırakmış: “Ben top oynayacağım diye eğitimimi lise ikiden bıraktım. Babam çok isterdi okumamızı. O sırada Ankara’da genç milli takım seçmeleri vardı. Kemal Halim Gürgen genç milli takım sorumlusuydu. Ona gittim, ‘Yılmaz senin okulun var, seni alamayacağım,’ dedi. ‘Ben okumayacağım,’ dedim. O sırada babam Amerika’dan dönmüştü. Onunla Karaköy’de buluştuk. ‘Baba ben okula gitmeyeceğim,’ dedim. ‘Gözüme gözükme,’ dedi. 1958’de profesyonel mukavele yaptım.”

Bu fotoğraftaki futbolcuların bir kısmı birkaç yıl içinde çok tanınan isimler oldular. Yıldırım İper İstanbulspor’da, Tarık Kutver Galatasaray’da, Birol Pekel Beşiktaş ve Fenerbahçe’de, Yılmaz Gökdel Galatasaray’da parladılar. Beşiktaşlı Fahrettin Cansever’se, futbolculuğunun son yıllarını Karagümrük ve Ankaragücü’nde geçirdi. (Günlük Spor)

1959-60 sezonunda yine bir Boğaz takımına, Sarıyer’in karşı sahilindeki Beykoz’a transfer olmuş: “1959’da Beykoz talip oldu. 25.000 liraya oraya geçtim. Milli Lig başlamıştı o zaman. Beykoz’a geldiğim sene iyi topçular vardı. Mesela Tarzan Mehmet Ali (Has). Topçunun kralıydı. Yaprak gibi sallana sallana adam geçerdi. Kibar bir insandı, rahmetli. Ben 19 yaşında katıldım Beykoz’a, bu isimlerin bir çoğunun son demleriydi. Ekerbiçer, Katır Nusret, Abdullah Matay, Hasan, Şirzat vardı.” Yılmaz Gökdel, Beykoz’a transfer olmasıyla birlikte yerel düzeydeki bir ligden ulusal düzeyde oynanan bir lige geçmiş. Rakipler artık İstanbul’un tarihî fakat iddiasız kulüpleri değil, üç büyüklerle birlikte Ankara ve İzmir’in takımları olmuş. Yaşlı ve tecrübeli futbolcuların çoğunlukta olduğu Beykoz’da, bütün maçlarda forma giymiş.  

Beykoz’un 1959-60 kadrosu. Soldan sağa ayaktakiler: Şirzat Dağcı, Aydın Sümer, Mehmet Ali Has, İsmail Alemdaroğlu, Hasan Önal, Ekrem Koldaş. Oturanlar: Abdullah Matay, (Küçük) Ali Bıyıklı, Sıtkı Taşer, Yılmaz Gökdel, (Büyük) Ali Çobanoğlu.

Beykoz’da üç sezon geçiren Yılmaz Gökdel, 1962 başlarında askere gitmiş. Askerliğini yapan futbolcuların kulüplerinde oynamasının yasaklanması üzerinde iki yıl boyunca lig maçlarında yer alamamış. Fakat bu dönemde ordu ve ümit milli takımlarında oynamış. İlk ümit milli maçına 22 Mart 1962’de, Southhampton’da İngiltere karşısında çıkmış. 4-1 yenildiğimiz bu maçtan iki yıl sonra, 20 Mayıs 1964’te bu kez Türkiye ümitleri İngiliz rakiplerini 3-0 yenerek, unutulmaz bir galibiyet almışlar. Yılmaz Gökdel de o maçın en iyi oyuncularından biri olmuş. “Harika bir maç oynadık. İngilizler bu maçta üç kez bek değiştirmek zorunda kaldı. Hilton’da maçtan sonra ziyafet vardı. İngilizler çevirdi etrafımı, kaç kere A milli oldun diye soruyordu, halbuki ben daha hiç olmamıştım. İlk A milli maçım Ali Sami Yen Stadı’nın yıkıldığı Bulgaristan maçıdır.” 20 Aralık 1964’te, Ali Sami Yen Stadı’nın açılışında oynanan ve Bulgaristan’la 0-0 berabere kaldığımız bu talihsiz maçı şöyle hatırlıyor: “Olaydan bizim önce haberimiz olmadı. Daha soyunma odasındaydık o sırada. Maça başlarken öğrenince insan ister istemez etkileniyor. Moralimiz bozuldu. Maç çok kalitesiz geçti. İtalya’dan Can da gelmişti o maç için.”

20 Mayıs 1964’te, İstanbul İnönü Stadı’nda İngiltere’yi 3-0 yenen Ümit Milli Takımı. Soldan sağa: Ali İhsan Okçuoğlu (FB), Ercan Aktuna (İstsp.), Yılmaz Şen (İstsp.), Ayhan Elmastaşoğlu (GS), Şükrü Birand (PTT), Yalçın Saner (İstsp.), Bilge Tarhan (İstsp.), Mahmut Evren (Feriköy), Ali Filibeli (FB), Candan Dumanlı (AG), Yılmaz Gökdel (GS).

Yılmaz Gökdel daha askerliğini bitirmeden transferi gerçekleşmiş ve Galatasaraylı olmuş. “Ben askerdeyken Galatasaray Beykoz kulübüne 25 bin lira verip mukavelemi feshettirdi. 15 Ocak’ta askerliğim bitti, 16 Ocak’ta Galatasaray’la mukavele imzaladım. Beni Galatasaraylı bir idareci karşılayacaktı. Uçakla gelecek zannediyormuş. Halbuki ben yataklı trenle geldim. Beşiktaşlılar öğrenmiş. Bir baktım Galatasaraylılar yok, Beşiktaşlılar var.” İlk kez 25 Ocak 1964’te oynanan Beyoğluspor maçında sahaya çıktığı Galatasaray’da en çok anlaştığı isim Metin Oktay olmuş. “Ben Metin abiye orta yapan bir elemana dönmüştüm. Birbirimize o kadar bağlıydık ki, boş kaleye atacağımı bilsem bile, verme imkânım varsa topu Metin abiye atardım. Kamplarda yüzde 90 Metin abiyle kalırdım. Çok severdik onu, çok iyi bir insandı, Allah rahmet eylesin.”

Yılmaz Gökdel, Galatasaray kulübü önünde 40’lı yılların ünlü kalecisi Kova Osman’la.

Galatasaray’da toplam altı sezon geçiren Yılmaz Gökdel, bu süre içinde üç kez Türkiye Kupası kazanma sevinci yaşamakla birlikte lig şampiyonluğunu hiç tadamamış. Bunu Beykoz’a katıldığı zaman karşılaştığı duruma, yani takımda yaşlı futbolcuların olmasına bağlıyor: “Galatasaray’da aynı sıkıntıyı çektim. Şimdi antrenör gözüyle bakıyorum. Forvete bakıyorum, ben, Metin abi, Uğur oynuyoruz. Forvet iyi. Zaten iki sene gol kralı bizden çıktı. Orta sahada Ergün Acuner, Ayhan Elmastaşoğlu, Mustafa Yürür, Tarık Kutver var. Ama defans oynayan arkadaşların hepsi çöktüler. Fakat hepsi de milli takımda oynuyor. Büyük Ahmet, Ergun Ercins, Candemir. Hepsinin yaşları ilerlemişti. Antrenör için bu anlatılacak bir olaydır. Bu üçü milli takımda oynamışlar ama sonra onların yerine iyi takviye yapılmamış.Teknik adam olarak çöküntüyü diyelim ki Candemir’de gördün, bu sene sağ bek alıyorsun. Ertesi sene stoperle sol bek alıyorsun. İki sene sonra takım oturmuş oluyor. Biz öyle yapmıyorduk ki. Bekliyoruz, bekliyoruz, sonra adam bulamıyorlar. Balcı diye bir kaleci aldılar, benden bir karış uzundu. Altay’dan sağ bek Bekir geldi. (Gerçekten istatistiklere baktığımızda, Bekir Türkgeldi’nin Galatasaray’a katıldığında 30 yaşında olduğunu görüyoruz. Yılmaz Gökdel’in söylediklerine bir ilave de biz yapalım. Fenerbahçe kaptanı Naci Erdem, bir sene Beyoğluspor’da oynadıktan sonra Galatasaray’a katıldığında yaşı 33’tü.)Yaşları ilerlemiş olan bu oyuncular çöktükleri için faydalı olamadılar. O zaman futbolcu olarak neden bu kadar yaşlılarla oynuyoruz diye düşünüyordum ama bugün antrenör olarak bakıyorum, olay baştan aşağı yanlış. Ben iddia ediyorum, antrenörlüğün bir numaralı kuralı doğru seçimdir.”

Galatasaray’ın 1966-67 sezonundaki bir on biri. Soldan sağa ayaktakiler: Metin Oktay, Mustafa Yürür, Ayhan Elmastaşoğlu, Turan Doğangün, Ergün Acuner, Turgay Şeren. Oturanlar: Tuncer inceler, Uğur Köken, Yılmaz Gökdel, Bekir Türkgeldi, Ahmet Tuna Kozan.

Her şeye rağmen yukarıda da belirttiğimiz gibi, Galatasaray’da oynadığı yıllarda üç kez Türkiye Kupası’nın kazanılmasında pay sahibi olmuş Yılmaz Gökdel. 1963-64, 1964-65 ve 1965-66 kupalarının dışında ilk kez 1965-66 sezonunda düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında, Beşiktaş’ı 2-0 yenen Galatasaray kadrosunda yer almış. İlk yıllarda futbol oynadığı için ona karşı katı bir tutum takınan babası da bu yıllarda yumuşamış. “Galatasaray’da oynadığım zaman babam Eskişehir’de üs komutanıydı. Uçağa atlar gelir, maçlarımı seyrederdi,” diye hatırlıyor o günleri Gökdel. Babası emekli olduktan sonra da futbolla ilişkili bir meşgale bulmuş: “Babam emekli olduğu sırada Spor-Toto yeni çıkmıştı, Kocamustafapaşa’da ona bir Spor-Toto bayiliği açtık, salona langırtlar koyduk.”

9 Eylül 1964’te Doğu Almanya’da oynanan Magdeburg-Galatasaray, Avrupa Kupa Galipleri Kupası birinci tur ilk maçı. Soldan sağa: Tarık Kutver, Yılmaz Gökdel, Ahmet Berman, Uğur Köken, Talat Özkarslı, Doğan Sel, İsmet Yurtsü, Turan Doğangün, Bülent Gürbüz, Naci Erdem, Metin Oktay.

Yılmaz Gökdel futbolu beş sezondan beri oynadığı Galatasaray’da bırakması beklenirken, 1968-69 sezonunda bir başka İstanbul kulübü Vefa’da forma giymiş. Hatta lig başlamadan önce Galatasaray ile Vefa arasında oynanan maçta Varol’un koruduğu kaleye bir gol de atmış. Lakin ileri yaşlarda yeşil-beyazlı takıma transfer olan birçok futbolcunun aksine ertesi sezon Galatasaray’a dönmüş ve 1969-70 sezonunda son kez sarı-kırmızılı formayı giymiş. Bir sezonluk ayrılığı şöyle anlatıyor: “Turgan Ece’yle kapıştık. Kaloperoviç Yugoslavya’dan telgraf çekmiş, ‘Yılmaz’ı bırakmayın,’ diye. Ertesi yıl Kaloperoviç istedi beni geriye. Ama Ali Sami Yen Stadı’nın yanındaki küçük sahada kuadrisepsim parçalandı. Dört ay sürdü sakatlık. Ondan sonra da bıraktım.”

Vefa 1968-69. Soldan sağa ayaktakiler: Bekir Psav, Fikri Beşiroğlu, Nedim Güven, Doğan Sel, Ergin Ümit, Savaş Maloğlu. Oturanlar: Yılmaz Gökdel, Çetin Noyan, Zeki Temizler, Güray Erdener, Jovan Saviç.

Futbolculuk dönemi hep İstanbul kulüplerinde geçen Yılmaz Gökdel için futbolu bıraktıktan sonra antrenörlük ve gurbet yılları başlamış. Önce Ispartaspor’da, ardından Nazillispor’da antrenörlük ve oyunculuk yapmış. “Daha sonra Ödemiş ve Balıkesir’de çalıştım. Oralarda çok iyi geçti sezonlar. Ödemiş’ten Zafer’i Galatasaray’a getirdim. Bu dört sene içinde hanlarda yattığımı bilirim. Üçüncü lig takımlarını çalıştırıyorum. Futbolu bıraktığımı duyan Göztepe yanıyor, niye bizim haberimiz olmadı diye. O arada üç takım kurtardım. Bunlardan biri de Balıkesirspor. Balıkesir’i aldığımda kötü bir durumdaydı. Son 14 maç Gündüz abinin ricasıyla gitmiştim, düştü diyorlardı. Fenerli Osman da vardı kadroda. Isparta, Nazilli, Ödemiş… Hepsiyle güzel anılarla ayrıldık, hepsi sevdiler beni. Oralarda başarılı olunca, Balıkesir derken Kayseri, Antep başladı artık.” Teknik direktörlük döneminde ilk önemli başarısını 1978-79 sezonunda yaşamış ve Gaziantepspor’u İkinci Lig’de şampiyon yaparak Türkiye Birinci Ligi’ne çıkarmış.

Yılmaz Gökdel oğluyla birlikte sahada.

1978-79 sezonu, Türkiye İkinci Ligi Kırmızı Grup şampiyonu Gaziantepspor.

Yılmaz Gökdel antrenörlük kariyerinin en parlak dönemini 1980-81 sezonunda, Gaziantepspor’dan ayrılıp Ankaragücü’ne geçtiği zaman yaşamış. Bu sezonda Türkiye İkinci Ligi’nde mücadele eden sarı-lacivertli takım, bilindiği gibi Türkiye Kupası’nı kazanarak futbol tarihimizde bir ilki gerçekleştirmişti. Devlet Başkanlığı Kupası maçında, lig şampiyonu Trabzonspor’u da yenmeyi başaran Ankaragücü, dönemin askerî yönetiminin aldığı bir kararla Türkiye Birinci Ligi’ne çıkarılmıştı. Kupanın hikâyesine geçmeden önce Yılmaz Hoca’ya askerî cuntanın kupaya müdahalesiyle ilgili iddiaları sorduğumuzda bunu kesin bir dille reddediyor. Türkiye Kupası’nı kendi emekleri ve alın teriyle kazandıklarını şu sözlerle ifade ediyor: “Kenan Evren hayatında bir gün Ankaragücü kulübüne gelmemiştir. Vali Vecdi Gönül meraklıydı, her hafta gelirdi. ‘Ben cumhurbaşkanıyla konuştum, kupada şampiyon olun sizi birinci lige çıkaracak,’ dedi. Şampiyon olduktan sonra Kenan Evren, ‘Trabzon’u da yensinler, öyle,’ demiş. Adamın bizimle alakası yok.” Kupa maçlarının günümüzde olduğu gibi o yıllarda da pek önemsenmediğini şu sözlerle dile getiriyor: “Bir zamanlar, birçok idareci ve antrenör  Türkiye Kupası maçlarını önemsemezdi, ne olacak kupadan diye düşünürlerdi. Ben de tam tersini söylüyordum. Antrenörler, futbolcular her kulvarda yarışmak için var. Adam Avrupa’da senede 60-70 maç oynuyor. Biz 30 maç oynayınca futbolcuları alıp sarmalayın diyorlar. Türkiye Kupası’nda da gideceğimiz yere kadar gideriz derdim.”

Kupanın nasıl kazanıldığının hikâyesine gelince, Ankaragücü’nün finale gelene kadar epey zahmetli bir yol katettiğini söyleyebiliriz. Sezona teknik direktör olarak Coşkun Süer’le başlayan sarı-lacivertli kulüp ilk turda Düzcespor’u eledikten sonra, Yılmaz Gökdel’i göreve getirmişti. Tek maçlı turlarda Muhafızgücü’nü ve Konyaspor’u eleyen Ankaragücü, iki maçlı elemelerle devam eden kupada son 32 turunda Orduspor’u, son 16 turunda Altay’ı saf dışı bıraktı. Çeyrek finalin ilk maçında İstanbul’da Beşiktaş’a 2-0 yenilip rövanşta 3-0 yenerek yarı finale çıktı. Sözü burada Yılmaz Hoca’ya bırakalım: “Ankaragücü’nü 10.haftada Coşkun Süer’den devraldım. İkinci Ligde Sakaryaspor’la çekiştik ama yetişemedik. Onlar şampiyon oldu. Ben bir televizyon programında kulübün sezonu 9,5 milyon kârla kapatması beni şampiyonluk kadar mutlu etti dedim. Beşiktaş’a İstanbul’da 2-0 yenildik. O zaman ben de dahil kimse kupa filan düşünmüyordu. Beşiktaş’a 2-0 yenildiğimiz maçta bana göre bir penaltımız verildi, biri verilmedi. İstiyorum ki kulübün hasılatı olsun, aklımıza ilk etapta Türkiye Kupası gelmiyor. Nitekim bu maçın hasılatı 1.600.000 lira kaldı. Beşiktaş’a 2-0 yenildikten sonra Ankara’daki rövanşta 3-0 yendik. Fakat beş gol lazım olsa atardık, öyle bir ortamdı. Antrenörlerin hayatında, verdiği taktiğin yüzde 90 – yüzde 100 uygulandığı maçlar çok nadirdir. Sadık çok iyi orta yapan bir oyuncumdu, Maradona Sadık. Ama biraz çekingendi, sertliğe gelemezdi. Beşiktaş’ta Süleyman diye sarışın bir sağ bek vardı. Olay sağ tarafa yığıldığı vakit kademe yapıyor tabii Süleyman. Sadık o zaman serbest kalıyor. Onu topla serbest buluşturmak istiyoruz ki, topu ayağına aldığı vakit Süleyman üstüne gelecek. Sadık bir sallandı mı o arkada kalır. Biz bütün hafta buna göre ayarladık kendimizi. 4. dakikada stoper Fuat – artık nasıl inanmışlarsa – bir akında topu kesti, sağa doğru sürdü. Döndü, sol açığın ayağına attı. Sadık topu düzeltti, baktım Süleyman boğa gibi geliyor. Sadık bir sallandı, gitti. Aynı şekilde üç tane kafa golü attık. İlk golü atan da o uzun pası atan stoper Fuat. Hrubesch Mehmet ikinci, İrfan üçüncü golü attı.”

Çeyrek finalin ikinci maçında, Mehmet Şahin’in (Hrubeş Mehmet) attığı ikinci gol.

Çeyrek finalde Beşiktaş’ı eleyen Ankaragücü’nün yarı finaldeki rakibi Fenerbahçe’ydi. İstanbul’daki maçı 1-0 kazanan başkent ekibi, Ankara’daki rövanşta 1-1 berabere kalınca finale yükseldi. “Beşiktaş’ı eledikten sonra İstanbul’da Fener’i 1-0 yendik. 72.dakikada Hikmet aldı götürdü, ortaladı. Hrubeş Mehmet bir dokundu, 1-0 bitti. Rövanşı Ankara’da oynadık. 30.500 biletli koltuk kapasitesi vardı, biletlerin tamamı satıldı. Onun dışında benim sırtımda da herhalde 2-3 bin kişi vardı. Yaklaşık 45 bin kişi seyretti o maçı. 9 buçuk milyon lira net hasılat oldu.” Finaldeki rakip Boluspor’du. Ankara’daki ilk maçı 2-1 kazanan Ankaragücü, Bolu’daki rövanşta 0-0 berabere kalınca Türkiye Kupası’nın sahibi oldu. Yaklaşık yirmi gün sonra Ankara’da lig şampiyonu Trabzonspor ile oynanan Devlet Başkanlığı Kupası maçını da 1-0 kazanarak çifte başarının sahibi oldu.

Bolu’daki final maçının sonu. Yılmaz Gökdel ve yardımcısı Baskın Soysal omuzlarda.

Yukarıdaki fotoğrafa bakınca şunları anlatıyor Yılmaz Hoca: “Baskın yardımcımdı rahmetli, omurilik kanserinden vefat etti. Hrubeş Mehmet’in 15 metreden gol attığı vaki değildi. Ama ona bir şey öğrettim. Benimle oynadığı lig maçlarında 17 tane gol attı. Kupada da 7 gol attı. Sadık kenardan top getiriyor diyelim. Şayet Mehmet ön direğe yakın durursa, kaleci hem Sadık’ı hem topu hem Mehmet’i görür. Dolayısıyla topu almak için atak yapar. Ama Sadık atak yaparken Mehmet kalecinin kör tarafında durursa onu görmez. Sadık öyle bir orta yapar ki, top direğin üstünden gitmez, direk hizasında ve sert gelir. Top tam ayaktan çıkarken Mehmet atak yaptığı vakit, pıt diye dokunur gol olur. İngilizler bunu çok çalışırdı, Ankaragücü’nde biz de çok çalıştık. Hrubeş Mehmet böyle oldu. Çok basit şeyler ama iyi bilmek lazım. Bu Hikmet, orta saha oyuncusuydu, Giresun’dan almıştım. Bir top da ona lazımdı. Şimdi sık sık görüşürüz, Ankara’ya gittiğim vakit beni havaalanından alır. Bu çocuğu ben sağ bek ve sol bek yaptım. Olağanüstü top oynadı. Hiç unutmam, buna, ‘Senden iyi bek olur,’ dedim, ‘Yok hocam, ben bek oynayamam,’ dedi. Bugün, ‘Allah razı olsun senden,’ diyor çünkü futbolu bırakıncaya kadar Ankaragücü’nde oynadı. Bu İhsan, çok canlı ve arzulu oynardı. Bu Köylü İrfan. Bu kadroda Bonhof Nazmi vardı, harika topa vururdu. Cüneyt de çok iyi vururdu topa.”

Ankaragücü’yle anlaşma yapacağı sırada, kaçırılan uçağın rehin alınan yolcularından biri olmuş Yılmaz Gökdel. Bu ilginç hadiseyi şöyle hatırlıyor: “Ankaragücü’ne gittiğim gün Diyarbakır’a kaçırılan uçaktaydım. Başkan Sabri Mermutlu beni karşılamak için havaalanında bekliyor. Kaçırma olayı üzerine ağlamış. ‘Evine gittim, çoluğu çocuğuyla tanıştım. Keşke talip olmasaydım,’ demiş. Sabah 5.30’a kadar Diyarbakır havaalanında kaldık. Dört tane hava korsanı vardı. Kuran-ı Kerim’in içine tabanca yerleştirmişler. İran’a kaçmak istiyorlarmış. Korsanlardan biri beni tanıdı, ‘Merhaba hocam,’ diye yanıma geldi. Not alarak bütün röportajları yaptım. Kenan Evren de ihtilalden sonra ilk defa Diyarbakır’a gidiyor. Yanımda bir yolcu vardı, kardeşi benim arkadaşımmış. Amerika’da by-pass ameliyatı olmuş, dönüyormuş. Onu indirdim, kendim ineyim demeye utandım. Sabah bir operasyon yapıldı uçağa. Arkayı kesmişler. İçeri giren yatın diye bağırıp kurşun sallıyor. Kurşunlar havada vınlıyor. Ayakta olan yolculardan iki kişi gitti. Korsanlar yakalandı. Beşi çeyrek geçe operasyon bitti. Bizi çıkardılar. Cüneyt Arcayürek pilotlarla konuşuyordu. Beni görünce, ‘Yılmaz sen röportaj yapmışsın, onları bana ver,’ diye rica etti. Sonra ben onları Milliyet’e verdim.”

Yılmaz Gökdel Ispartaspor’u çalıştırdığı sırada, Gündüz Kılıç, eski takım arkadaşları Selçuk Hergül ve Ergun Ercins’le.

Yılmaz Gökdel ertesi sezon da, Türkiye Birinci Ligi’ne yükselen Ankaragücü’nü çalıştırmaya devam etmiş. Başkent ekibi Türkiye Kupası’nda yine başarılı olup finale kadar çıkmış. Son 16 turunda, penaltı atışlarına giden bir çekişmenin sonunda, Beşiktaş’ı bir kez daha elemişler. Ardından çeyrek finalde Trabzonspor’u, yarı finalde Diyarbakırspor’u saf dışı bırakmışlar. Ancak finalde kupayı Galatasaray’a kaybetmişler. 1982-83 sezonuna da başkent ekibini çalıştırarak başlayan Yılmaz Hoca, altıncı hafta sonunda takımı bırakmış. Bunun nedenini şöyle açıklıyor: “O zamanın rakamlarıyla on senede 5 milyon ödemiş yönetim. Ödediklerinin karşılığını aldıktan sonra ayrıldı. Başkan Sabri Mermutlu ayrılmasaydı Ankaragücü’nde daha çok şeyler yapabilirdik.” Ankaragücü’nün ardından sezon sonuna kadar Kocaelispor’u, 1983-84 sezonunda Antalyaspor’u çalıştırmış ve daha sonra bir müddet yurtdışına gitmiş. “Bir ay Köln’de kaldım. Oradan Arsenal’e geçtim, Don Howe’un yanına gittim. Selahattin Beyazıt’ın arkadaşıydı. Selahattin abi ona mektup yazmıştı. Bir ay da orada kaldım. İngiltere’de maçlar Cumartesi günü oynanıyordu. Son antrenman Cuma günü stadda olurdu. Ondan önceki antrenmanlar bir karayolu kenarında göz alabildiğine saha dolu bir yerde yapılıyordu. 35-36’ya kadar geldikten sonra artık saymayı bırakırsın, o kadar çok saha vardı. Bir gün bu saha mevzusunu konuştuk. Don Howe, ‘Devlet bu sahaları profesyonel futbolcular için yapmıyor, çocuklar okuldan çıkınca çantalarını kenara koyup oynasınlar diye yapmış. İyi gözlemciler o maçları seyreder, beğendiklerini takımlarına alırlar,’ diye izah etti. Döndüğümde ümit milli takımın sorumluluğu verildi. Ümit milli takımda beş maç antrenörlük yaptım, hiç mağlup olmadım. A takımda da görevim var, mesuliyetim yok. Candan Tarhan A takımı çalıştırıyordu. İngiltere ümitleriyle Bursa’da harika bir maç oynadık, 0-0 berabere kaldık. A takımı 8-0 yenilmişti.”  

Yılmaz Gökdel’in çalıştırdığı takımlar arasında Karşıyaka ve Bursaspor da var. Karşıyaka’yla birlikteliği çok kısa sürmüş. “Üç yıl Antep’te, üç yıl Ankara’da kaldım. Karımdan, çoluk çocuğumdan uzak geçti altı yıl. Artık uzakta takım çalıştırmak istemiyorum fakat Adanaspor ısrarla beni istedi. Fakat o arada Karşıyaka’dan teklif geldi. Bir dönem bakanlık yapan Hasan Denizkurdu ile İstanbul’da görüştük. Karşıyaka’nın teklifi Adanaspor’a göre daha az. Fakat Hasan Bey önemli şeyler söyledi. ‘Geçmişte hep önce transfer yaptık, sonra antrenör aldık, başarılı olamadık. Artık önce antrenörle anlaşmak istiyoruz,’ dedi. Hatta imza atmadan önce gelip dört beş maç takımı seyretmemi istedi. Bu büyük bir avantajdı tabii. Sakaryaspor’da oynayan Tuna’yı istedim. Hasan Bey Sakarya başkanı Tuncer Tepe’yle anlaştı. Fakat ertesi gün gazeteyi alıp bir okudum ki, Hasan Denizkurdu istifa etti yazıyor. Selçuk Yaşar’la ihtilafa düşmüş. Transfer döneminin sonu gelmişti. O arada Adana’ya da hayır demiştim. Hasan Denizkurdu, ‘Ben senin yanındayım, merak etme,’ deyince mukavele imzalamayı kabul ettim. Hiç unutmam, Temmuz sonlarında sezonu açtık. Kışlık formaların kolunu keserek maça çıktık. Fakat dört ay sonra bıraktım takımı.”

Bursaspor’la çalışmaya 1988-89 sezonu ilk yarısının ortasında başlamış ve ertesi sezon aynı haftalar civarında bırakmış yeşil-beyazlı takımı. “Bursaspor’u Ahmet Suat Özyazıcı’dan devraldım. Takım küme düşme hattındaydı. Ben gelinceye kadar on değişik kadro kurulmuş, dokuz tane stoper değişmiş, öyle bir dağınık ortam vardı. Birçok futbolcu kadro harici bırakılmış. Sonuçta liglerin bitmesine beş hafta kala matematiksel olarak yedinciliği garantiledik. Futbolcuları topladım. ‘Bugüne kadar stres altında oynadınız ama artık düşmeyeceğimiz kesinleşti. Profesyonel olarak çok rahat oynayacağınız maçlar. Ben size yeni hedef veriyorum: beşincilik,’ diye konuştum. Fakat biz beş maçta ancak üç puan aldık. Neden böyle oldu derseniz, oyuncular akşam kahveye gidiyor mesela. Arkadaşları, tamam artık düşmüyoruz diyor. Hedefi tespit etmiş. Halbuki 5-6 puan alsak iki basamak daha çıkacaksın, bu da seni kamuoyunda daha iyi gösterecek. Sene sonunda kalmam yönünde ısrarlar oldu. Üç transfer yaptım. ‘Bunlar yeterli, yeter ki siz içerdeki oyuncuların parasını ödeyin,’ dedim. Uludağ’da bir hafta çalıştıktan sonra Romanya’ya gittik. Orada iyi hazırlık maçları oynadık. Temmuz ortalarında sezon açılışı yapacaktık. Olay gazetesi bunu manşetten haber vermiş ve çift kale var diye yazmış. Çift kale deyince bizim seyirciler biliyorsun koşa koşa gelirler. Antrenmanda 3-4 bin kişi var. Fakat ben otuz senelik antrenörlük hayatımda açılışlarda çift kale yapmadım hiç. Sebebine gelince, bizim ülkemizin insanları tatilde Bodrum’a gidiyor, sürekli yatıyor. Çift kale yaptığın zaman ya sakatlanıyor, ya kötü oynuyor. O yüzden ben açılışta eğlenceli bir antrenman yaptırdım, oyunlar vardı. O bitti, toparlanıyoruz. Millet çift kale diye bağırmaya başladı. Amigolar sahaya girdi, hocam çift kale oynat diye. ‘Bu takımı ben yönetiyorum, siz yönetmiyorsunuz,’ dedim. Arabama bindim, daha Uludağ yolundayken başkan telefon etti. ‘Hocam amigolar buraya geldi, başım dertte,’ diye. ‘Geliyorum, yalnız onlara stada gidip beklemelerini söyle,’ dedim. Gittiğimde baktım 200 kişi kadar kalmış. ‘Siz yönetecekseniz alın düdüğü ben gideyim, ama ben yöneteceksem benim kararlarıma uyacaksınız,’ dedim. O sezon sekiz maç kaldım. O süre boyunca dışarıdayken gelip elimi öptüler, sahaya çıktık yuhaladılar! O güçlü kadro demoralize oldu tabii. Sonuçta yönetimin üstünde baskı olmaması için ayrıldım.”

Bursaspor 1989-90 sezon açılışı.

Bursaspor’dan sonra doksanlı yıllarda bir kez daha Gaziantepspor da dahil olmak üzere çeşitli takımları çalıştıran Yılmaz Hoca, hiçbir kulüpte arzuladığı ideal çalışma ortamını bulamamış. Ülkemizin sporda bir türlü istenilen seviyeye gelememesinin sebebinin genel bir sistem sorunu olduğunu şu sözlerle vurguluyor: “Turgut Özal Amerika’ya gidip dönmüştü. Onun katıldığı bir spor şurâsı yapıldı. Daha önce ziyarete gitmiştik, oradan biliyordum yalnız ekonomi konuştuğunu. Şurâya 600-700 kişi katıldı. Turgut Özal konuşmasında sporu okullara sokacağım dedi. Herkes alkışladı, bir tek ben alkışlamadım. Konuşma bittikten sonra niye alkışlamadığımı sordular. İzah ettim. Özal yurtdışındaki okulları görmüş. Hepsinin yanında futbol, basketbol vs. sahaları. Daha baştan ona göre planlanıp yapılmış. Bizim buradaki okulların çoğunda İstiklal Marşı söyleyecek yer bile yok, bırak top oynayacak yeri. Duyduğum kadarıyla İstanbul’da şu anda 80 veya 90 tane saha var, Londra’da 1983’ün rakamlarıyla 1100 tane vardı. Ondan sonra Türkiye’de futbolcu yetişmiyor diyorlar. Ufak tefek bir takım sahalar buluyorlar, oralara da acemi antrenörleri getiriyorlar. Çocuklar aralarında sabah akşam oynayıp, topu duvara vurup almak gibi bir takım Allah vergisi yetenekleri gelişmeden bu antrenörler taktik vermeye başlıyorlar. Bu şartlarda Avrupa çapında bir futbolcu çıkarmamıza imkân yok. Herkes maçı kazan da nasıl kazanırsan kazan mantığıyla hareket ediyor. Halbuki altyapılarda böyle şey olmaz. 14 yaşına kadar çocuğa pres nedir, kademe nedir göstermezler. Allah’ın verdiği yeteneklerin gelişmesi için o çocuğu serbest oynatacaksın. Neden eski futbolcularımız daha iyi? Çıkarabilir misin şimdi bir Yusuf’u, Ayhan Elmastaşoğlu’nu, Ergün Acuner’i? Rahmetli Ergün çok büyük futbolcuydu. Türkiye’de 50 futbolcunun arasına sokarım. O günün futbolcuları bugünkülerle ölçülmezdi. Fakat biz şanssız bir nesiliz, bize su içmek yasaktı.”

Soldan sağa: Yılmaz Gökdel, Naci Özkaya, Metin Oktay, Coşkun Özarı, Ahmet Berman, Candemir Berkman.

Teknik direktörlüğü bıraktıktan sonra Bodrum’a yerleşmiş Yılmaz Hoca. Fakat orada yaşadığı huzurlu hayat 2012’de oğlu Onur’un amansız hastalığa yenik düşmesiyle son bulmuş. Aradan üç yıl geçmeden, bu kez Kocamustafapaşa’da tanıyıp, genç yaşta evlendiği eşi Serap Hanım’ı kaybetmiş. “Eşim Serap’la 51 yıl evli kaldık. Evlilikten önce üç senemiz de nişanlı olarak geçti. 64 senesinde, Ocak’ta Galatasaray’a geldikten sonra Temmuz’da evlendik.”

Yılmaz Gökdel artık günlerinin büyük bir kısmını İstanbul’da geçiriyor; zaman zaman eski futbolcu dostları ve talebeleriyle buluşarak, su içemeden oynadıkları maçların güzel anılarını yad ediyor.

Beykoz 1961-62. Soldan sağa ayaktakiler: Nedim Baloğulları, Turgut Küçük, İsmail Alemdaroğlu, Erol Orhon, Aydın Sümer, Aleko Yordan. Oturanlar: Ziya Baydar, Yılmaz Gökdel, Kamil Cengiz, Sıtkı Taşer, Nusret Dalkıran.
Yılmaz Gökdel’in milli formayı ilk kez giydiği, İngiltere-Türkiye ümit milli maçının kadroları.
Galatasaray 1963-64. Soldan sağa üst sıra: Yılmaz Gökdel, Ayhan Elmastaşoğlu, Talat Özkarslı, Metin Oktay, Uğur Köken. Orta sıra: Mustafa Yürür, Ergun Ercins, Erol Boralı. Alt sıra: ?, Candemir Berkman, Turgay Şeren, Ahmet Berman. (ayaktakileroturanlar.com)
Ordu futbol takımı 1963. Bu kadroda profesyonel olan futbolcular şöyle: 1- Cenap Doruk (Galatasaray), 2- Vural Yılmaz (Beykoz), 3- Yıldırım İper (Yeşildirek), 4- Candan Dumanlı (Ankaragücü), 5- Yunus Ceyhan (Ankaragücü), 6- Orhan Yüksel (Gençlerbirliği), 7- Ayhan Elmastaşoğlu (Galatasaray), 8- Necdet Atsüren (Ankaragücü), 9- Gürcan Berk (İzmirspor), 10- Yılmaz Gökdel (Beykoz), 11- Yüksel Gündüz (Fenerbahçe), 12- Teknik Direktör Doğan Andaç, 13- Oral Keçelioğlu (Gençlerbirliği).
1961-62 sezonunda oynanan Beykoz-Yeşildirek maçı. Yılmaz Gökdel, sağ kanattan rakip kaleye doğru hücum ederken, Yeşildirek’in milli santrhafı Yıldırım İper onu karşılamaya hazırlanıyor.
Bir Galatasaray-İstanbulspor maçında, sol bek Yalçın Saner ile top kapma mücadelesinde.
4 Mart 1964 tarihinde, Ankara 19 Mayıs Stadı’nda Batı Almanya’yı 2-1 yenen Ümit Milli Takım.
Soldan sağa ayaktakiler: Mahmut Evren (Feriköy), Yılmaz Yücetürk (PTT), Bilge Tarhan (İstanbulspor), Nevzat Güzelırmak (Göztepe), Çağlayan Derebaşı (Göztepe), Ayhan Elmastaşoğlu (Galatasaray). Oturanlar: Yılmaz Gökdel (Galatasaray), Talat Özkarslı (Galatasaray), Rıdvan Kaner (Feriköy), Erkan Yanardağ (Beşiktaş), Yılmaz Urul (İstanbulspor).
Bir Galatasaray-Altınordu maçında, kaleci Mümin Özkasap ile karşı karşıya.
Soldan sağa: Bülent Gürbüz, Mustafa Yürür, Tarık Kutver, Yılmaz Gökdel.
Hacettepe-Galatasaray maçı. (Fotospor)
9 Ekim 1965 tarihinde Ali Sami Yen Stadı’nda oynanan Dünya Kupası eleme maçında Çekoslavakya’ya 6-0 yenilen Milli Takım. Soldan sağa ayaktakiler: Yılmaz Gökdel (Galatasaray), Nevzat Güzelırmak (Göztepe), Fehmi Sağınoğlu (Beşiktaş), Yılmaz Şen (İstanbulspor), Varol Ürkmez (Altay), Naci Erdem (Galatasaray). Oturanlar: İsmail Kurt (Fenerbahçe), Uğur Köken (Galatasaray), Ogün Altıparmak (Fenerbahçe), Süreyya Özkefe (Beşiktaş), Fevzi Zemzem (Göztepe).
Yılmaz Gökdel
Doğum 20 Şubat 1940 – Vefat 4 Kasım 2019

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.