Karşımızda oturan doksanını aşmış beyefendi, üzerindeki Altınordu eşofmanı ve başındaki beresiyle, az önce stadyumdan çıkıp evine gelmiş gibi görünüyor. Önceden hazırladığı fotoğrafları bize gösterirken, o günleri yaşar gibi bir heyecanla açıklamalar yapıyor. Birçok İzmirli sporcuyu bulmamı sağlayan, kendisi de Altınordu tarihine büyük merak duyan Gökhan Tansuğ’la birlikte bir yandan fotoğraflara bakıyor, bir yandan kırklı yıllarda Altınordu’da futbol oynamış, ardından hakemlik yapmış İzzet Özbaydur’u dinliyoruz. İzzet Bey’in Bitlisli olan babası Kuvayı Milliye saflarında yer alırken, amcaları da Erzurum Kongresi’ne delege olarak katılmış. Babası Milli Mücadele bittikten sonra, annesini Adilcevaz’dan kaçırıp İzmir’e yerleşmiş. İzzet Özbaydur 1925’te İzmir’in Tepecik semtinde dünyaya gelmiş. “Tepecik’te Hamam Sokağı var, oradan girince ilk sokak Semih sokağıdır. O sokağın içinde büyüdük biz. Top oynamak için neler neler çektik biz çocukken. Bir bayram öncesi ayakkabı almışlardı bana. Gene top oynadık çocuklarla, altı çıktı ayakkabının. Babamdan dayak yedim. Çocukluğumuzda park yalnız Altınpark’ta vardı. Taa Tepecik’ten kalkar giderdik Altınpark’a, salıncağa binmeye.”

Tepecik’te Şehit Mansur İlkokulu’nu bitiren İzzet Bey daha sonra Alsancak’taki Gazi Ortaokulu’nda okumuş. “Ortaokulda Abdullah Baliç’le beraber okuduk. Sonra İkinci Lise’ye gittim. İzmir’de o zaman iki lise vardı. Biri İzmir Erkek Lisesi, diğeri İkinci Lise’ydi. Bunların adı sonradan Atatürk ve İnönü Lisesi oldu. İnönü cumhurbaşkanıydı. Bizim okula geldi, bizim sınıfa girdi. Hasan Ali Yücel maarif vekiliydi. Onunla birlikte girdiler. Uğurlarken bütün talebeler toplandı. Mehmet Özbey diye bir beden eğitimi hocamız vardı. ‘Efendim, 1.500 tane talebemizle, şu kadar hocamızla isminizi bize bağışlayın,’ dedi. Böylece okulun adı İnönü oldu. Bizim okulun adı İnönü Lisesi olunca Erkek Lisesi de Atatürk Lisesi oldu. Mektepler arasındaki maçlarda İzmir şampiyonu olduk. Türkiye şampiyonası için Ankara’ya gittik. Gördüğümüz ilk çim saha 19 Mayıs Stadı’ydı. Çim sahayı görünce kendimizi yerden yere attık.”
Lise takımıyla Türkiye şampiyonasına katılan İzzet Bey, 1942’de, yani henüz 17 yaşındayken Altınordu’ya girmiş. Fakat Altınordu ilk kulübü değilmiş. Bu konuda anlattıkları, futbol tarihimizin köklü amatör kulüplerinden birinin kuruluşu hakkında aydınlatıcı: “Bizim mahalle takımımız vardı Tepecik’te. Kulübün ismi Türkyurdu’ydu. Yeşil-turuncu formamız vardı. Halk Sahası’nda maçlar yapıyoruz. Sonradan Ülküspor oldu. Onun ilk topunu ben satın aldım 12 buçuk liraya. Topu aldık, kulübü kurduk. Ama ben Altınordu’da oynuyorum o zaman. Yumruk Şahap derlerdi, Altay’ın bir kalecisi vardı. Çok kavgacıydı. Şahap abi kulüpteydi, çocuğunun ismi Ülkü’ydü. ‘Türkyurdu diye isim olmaz,’ dedi, bir toplantıda Ülküspor’a çevirdik ismini. Rengi de kırmızı-beyaz oldu.”
Altınordu’ya girişini ve o zamanki futbol oynama şartlarını şöyle anlatıyor: “Beni kulübe o zamanki başkan Nazif Çağatay almıştı. Beni Halk Sahası’nda seyretmiş bir maçta. Nasıl Altınordulu oldum biliyor musun? Ayakkabı verdiler, o kadar. Sahaya bakan bir adam vardı, eski ayakkabıları toplar, tamir eder, maç yapmaya gelenlere kiralık verirdi. Alırsın, bir maç oynarsın, 10 kuruş, 25 kuruş neyse, bir maç için ayakkabı kiralardık. İzmir’de Yeni Sinema’nın yanında dükkânı olan Ahmet Şamar ayakkabı yapardı. İstanbul’dan Dinyakos’tan ayakkabı gelirdi. Dinyakos ayakkabı giymek herkese nasip değildi. Altınordu’ya girerken verdikleri, Ahmet’in yaptığı ayakkabılardı. O zaman krampon yoktu ayakkabıların altında, ızgara vardı. İki tane önde, bir tane arkada, üç ızgara. Kargılı tekmelikler vardı. Neler çektik yahu. İzmir’de Alsancak zeminine kömür tozu dökülüyordu çamurun üzerine. Yere düştüğümüz zaman bacaklarımız kan içinde kalırdı. O zaman bir formayı bir sene boyunca giyerdik. Kulüpte bir adam vardı, formaları yıkardı, sonra iplere asar kuruturdu. Bir tek topla idmana çıkardık. İdmana çıkıyor Altınordu kulübü, tek top. Bekler kalenin arkasında. Hareketler yapıldıktan sonra şut çalışmaları yapılıyor. Forvet önde, birbirlerine pas atıyorlar ve kaleye şut çekiliyor. Top dışarı gitti mi, oradan bir bek topu kapar, baaam diye vururdu. Biz haflar gerideydik. Bize gelirdi top. Topu tutarız, biz forvete pas atarız. Onlar da kaleye şut atardı. İdman bu. Tek top ve güzel top da değil yani, yamuk yumuk. Senede tek top filan alınırdı. Tilkilik’teki kulüp binası CHP’nin odasıydı. Önünde saha vardı, basketbol takımı oynardı. İskender Yumlu kaleci oynardı bizde, basketbol ve voleybol da oynardı. Ben de futbol dışında hentbol oynadım. Altınordu’nun hentbol takımı da vardı. Futbol sahasında hentbol oynanırdı.”

Kırklı yılların Altınordu takımını, aradan geçen onca zamana rağmen mevkileri ve isimleriyle hatırlıyor İzzet Özbaydur: “O zaman WM oynanırdı. Vitali sol haf, ben sağ haf oynardım. Stoper lafı yoktu. Geride santrhaf vardı. Santrhaf Adil abiydi, Sarı Adil. Bekler Bucalı Halim abi ve Fehmi abiydi. Kalecimiz Uçan Kale Ali’ydi. Sait abi sağ iç oynardı, benim önümdeydi. Sağ açık Cemal vardı. Sol iç Hüseyin abi Beşiktaş’a gidip gelmişti bize. Beşiktaşlı Hüseyin denirdi. Sol açık Memduh’a Kâhya derdik. Fehmi abi benim arkamda, ben onun önünde haf oynuyorum. Adam hasbelkader bizi geçti gidiyor diyelim. Ben bağırdım mı basardı tekmeyi. Çok sert oynardım, Fehmi abi de öyle. Bizi geçmek kolay değildi. Santrofumuz Mazhar abiydi. İsmi Göbek Mazhar’dı. Niye biliyor musun? Topa göbeğiyle vurup gol atardı. Bir kalecimiz daha vardı, Kör Melih (Okuş). Onun kardeşi Nezihi de Siyasal Bilgiler’de okuyordu. Gelirdi, santrhaf oynardı. Nezihi Okuş vali oldu Rize’ye. Ben hakemken maça gittim oraya. Orada buluştuk, yemek yedik.”
“Göztepe’yle çok enteresan maçlarımız var bir sezon. Göztepe’de Arap Alaaddin vardı, santrhaf oynardı. Fuat (Göztepe) abi, Abbas (Göçmen) vardı. Şilt maçında iki defa berabere kaldık, o zaman penaltı atışları yoktu. İlk maçta berabere kalınca bir maç daha yaptık. İkinci maçta penaltı oldu, Sait abi atamadı. Göztepe’nin Deli Mahmut diye bir kalecisi vardı. Çok antika bir adamdı. Kalede kıpırdamadan durur, durur, sonra pat diye atlayıverirdi. Sait abi penaltı kaçırınca ana avrat küfrettiler. Üçüncü maça çıktık. Sait abi bir tane frikikten, bir tane de kornerden gol attı. 2-0 yendik onları, şildi biz kazandık. Sait abi ertesi gün idmanda bize, ‘Görüyor musunuz? Bir hafta evvel bana ana avrat sövenler dün omuzlarında taşıdılar. Futbol bu,’ dedi. Sait abi öyle bir futbolcuydu ki, ona değer biçilemezdi. Hiçbir kulüp alamazdı onu. Ayağının üst kemikleri çıkıktı. Onun ayakkabılarını kimse giyemezdi. O kemik yapısıyla toplara çok iyi falso verirdi. Sağ ayaklıydı.Vahap abiyle Sait abi, ‘Bizim gözlerimizi bağlayın, biz yine birbirimize pas atarız,’ derlerdi. Yani o kadar anlaşmış oyuncular. Sait Altınordu sağ iç, Vahap Özaltay santrfor, Fuat Göztepe sol iç. Sait abi hayatında topa kafa vurmazdı, görmedik biz ama kornerden gol atardı.”

İzzet Özbaydur (sağda), 1946’da Gelibolu’daki yedek subay hazırlık kıtasında.
Altınordu’da oynarken 1944-45 sezonunda İzmir şampiyonluğu sevincini tadan İzzet Özbaydur, ayrıca 1946-47 sezonunda Milli Eğitim Kupası (Milli Küme) maçlarında yer almış: “Altınordu’da oynarken şampiyon olduk. Bizi yemeğe götürdüler. Mükafat o yani. Yemekte para verdiler bize, ikramiye: 2 buçuk lira, yani 250 kuruş. Verirken de ayakkabılarınızı tamir ettirin ha diye tembih ettiler. Altınordu ile Altay Milli Küme’ye girmişti. Ankara’ya gittiğimiz zaman Cumartesi günü bir takımla, Pazar günü diğer bir takımla maç yapıyorduk. Ankara’ya giderken Çarşamba günü yola çıkıyorduk. Perşembe günü oradayız. Maçlar bitince Pazartesi tekrar biniyorduk trene. Tren Uşak yolunda rampaları geçerken yavaşlardı. İn, koşarak geçersin.”
1948’de yedek subay olan İzzet Bey, böylece o tarihte henüz bilmese de emekliliğine kadar sürecek olan askerlik mesleğine adım atmış. “1948’de Gelibolu’da yedek subay hazırlık kıtasına gittim. İki ay sonra oradan İzmir’e geldim. İzmir’de inzibat subaylığı yapıyordum. Yedek subaylıktan subaylığa geçtim. 1950 senesinde Demokrat Parti bir kanun çıkardı, yedek subaylara subaylık hakkı verdi. Ben de 1951’de müracaat edip subay oldum ve o zaman Bursa’ya tayin oldum. Bursa’da Karagücü takımında oynuyordum. Bursa mahalli liginde çok maç oynadım. O zaman en kuvvetli takımlardan Acar İdman Yurdu vardı, Fenerbahçeli Halit Deringör orada oynuyordu.” 1953’te İzmirli Hatice Hanım’la evlenmiş İzzet Bey. “Hanım illa beni de maça götür diye tutturdu. Yarbay bir başkanımız vardı, yanına oturttuk. Arkada arkadaşlarımız vardı. Bursa’da bana tetanos derlerdi, çok sert futbol oynardım. Top bana geldikçe arkadaşlar tetanos diye bağırıyor. Eşim yarbaya, ‘Tetanos diye kime diyorlar?’ diye sormuş. ‘İtin birine söylüyorlar,’ demiş yarbay. Bizim arkadaşlar da bunu duyunca inadına daha şiddetli bağırıyormuş, ‘Haydi tetanos, bastır,’ diye.”

Futbolculuğa Bursa Karagücü takımında nokta koysa da futboldan kopmamış İzzet Bey. “Benim hayatım futbol ve askerlikti. Hakemliğe İzmir’de başlamıştım. Hakem Sulhi Garan bizim hocamızdı. Hakemlerin o zaman kitabı yoktu. Futbol kaidelerini ilk kez o yazmıştı.” Böylece bir yandan subaylığı sürdürürken bir yandan da hakem olarak futbol sahalarında koşturmuş. Bu arada da tam yedi tane kız çocuk dünyaya getirmiş Hatice-İzzet Özbaydur çifti. Çocuklar dünyaya geldikçe bugün keyifle hatırlanan anılara sahip olmuşlar. “Benim yedi tane kızım var. Bursa’dan sonra Ankara’ya tayin oldum. O zaman dört çocuğum var. Kiralık ev arıyoruz. Ev sahipleri kaç çocuk var diye sorduklarında ben doğruyu söylüyorum, dört çocuk diyorum. Bunu duyunca ev vermiyorlar. Rus sefarethanesinin karşısında, sokağın içinde izbe bir ev bulduk. Adam kaç çocuk var diye sorunca iki tane dedim, verdi evi. Eve yerleştik, bir müddet sonra ev sahibi bizi gördü. ‘Yüzbaşım sen ne yaptın? İki çocuk var dedin, dört tane çocuk var.’ O sırada ilk iki kızım ilkokula gidiyordu. ‘Bunlar çocuk, öbürleri bebe,’ dedim! İlk iki kızım daha küçüktü, altmışların başı. ‘Baba sen hakemlik yapıyorsun, bizi de maça götür,’ dediler. Ankaragücü Stadı’nda bir bölge maçına gittik. Maçı idare ettim, çıktık geliyoruz. ‘Nasıl, beğendiniz mi?’ diye sordum. Kızım Semra, ‘Baba be, o kadar koştun, bir defa bile topa vuramadın,’ demez mi! Onlar zannetmiş ki, ben top oynuyorum.”



“Çok iyi hakemdim ama çok büyük maç idare etmedim. Kavga, gürültü, dayak yenecek maç varsa beni gönderiyorlardı,” diye hatırlıyor hakemlik günlerini İzzet Özbaydur. Bunun sebebini de şöyle açıklıyor: Bir gün seminer vardı. Federasyon başkanı Orhan Şeref Apak da geldi. Seminerden sonra oturuyoruz, ‘Orhan abi, bütün astsubaylar milli hakem oldu, FIFA kokartlı oldu. Bir sürü subay hakem var, subaylardan bir tane FIFA kokartlı hakem yok, neden?’ diye sordum. Ondan sonra bana bir daha maç vermediler. İzzet Özbaydur mizahi kişiliği ve pratik zekâsıyla, pek çok hakemin başını ağrıtacak sorunların üstesinden de kolaylıkla gelmiş. Bu konudaki anılarına geçmeden önce eski kurallarla ilgili detayları bilmeyenler için hatırlatalım. Hakemler 70’lerin başına kadar sarı ve kırmızı kart kullanmazdı. Sertlik yapan oyunculara, ‘Bir daha yaparsan seni atarım,’ diye ihtar verir, kırmızı kartlık hareket yapan oyuncuları da, ‘Çık dışarı,’ diyerek oyundan ihraç ederdi. “Ankaragücü Stadı’nda gene bir maç idare ediyorum. Üniversite maçları var, kavgalı, gürültülü geçiyor. Bir maçı zar zor idare ettim, bir tanesini oyundan attım. Attığım oyuncu yanıma geldi, ‘Sen adam çıkaramazsın,’ dedi. ‘Çık dışarı,’ dedim. ‘Çıkmıyorum,’ dedi. Öyle durumlarda kaptanı yanımıza çağırır, ‘Senin oyuncunu oyundan attım, sahadan çıkar,’ derdik. Bu sefer kaptan, ‘Sen adam çıkaramazsın, çıkmıyor,’ dedi. ‘O zaman sen de çık,’ dedim kaptana. ‘Çıkmıyoruz, sen talimatları yanlış biliyorsun,’ diye karşı koydu. ‘Doğru, herhalde ben kitabı yanlış biliyorum, dur gideyim, kitabı okuyayım, siz bekleyin beni,’ dedim. Onları sahada bırakıp içeri girdim. Çok fırlamaydım! Hakem odasına girdim, giyiniyorum. Kapı tak, tak çalındı biraz sonra. Benim yanımda polis de var. Bir görevli geldi, ‘Ne oldu diye soruyorlar,’ dedi. ‘Ben onlara çık dedim çıkmadılar, onlar çıkmayınca ben çıktım, maç tatil,’ dedim. Kırıkkale’de bir maç idare ediyorduk. Ankaralı bir hakem vardı, çok korkaktı. Ben ona yan hakemlik yapıyordum. Gene üniversite takımları oynuyordu. Sağ bek en geride, rakip takımın sol açığı boş durumda bir top aldı, gidiyor. Sağ bek ofsayt zannediyor, ben tabii kaldırmadım bayrağı. Yanıma geldi, tükürmeye başladı. Ben de ona bir işaret yaptım, deli oldu. Bir başka pozisyonda yanıma taç atmaya geldi. Kulağıma yavaşça ana avrat küfrediyor. Sanki kimse duymayınca sahadan atılmayacak. Ben hemen bayrağı sallayıp orta hakemi çağırdım. ‘Bu oyuncu bana küfretti, hemen at,’ dedim. Ben destek verince hakem onu attı, yoksa atamayacaktı.”

1964’te Beylerbeyi’nde düzenlenen hakem kursu sırasında, iskelede çekilmiş bir hatıra.



İzzet Bey’in futbolla ilişkisi sadece hakemlikle kalmamış. Ankara’da görev yaptığı yıllarda Demokrat İzmir gazetesine “Ankara Mektubu” başlığıyla maç yazıları da göndermiş. “Ankara’da Zafer gazetesine de spor yazıları yazardım. Bir gün tatsız bir maç vardı. Keçiboynuzu gibi bir maç dedim. Bu tabir çıktı gazetede. Ondan sonra baktım, herkes kullanmaya başladı.” Ankara’dan sonra Erzurum’a tayin olunca hakemliği bırakmış. Birkaç yıl sonra da Malatya’ya tayin olmuş. Fakat orada fazla kalmamışlar. İzzet Bey yarbayken emekli olmuş. Böylece Özbaydur ailesi tekrar İzmir’e yerleşmiş. İzmir Emekli Subaylar Derneği başkanlığını yapan İzzet Bey, Rasih Öztürk Altınordu başkanıyken kulüp müdürlüğü görevini de üstlenmiş. Bugün doksanı aşan yaşına rağmen futbola olan ilgisini hiç kaybetmemiş İzzet Özbaydur. Altınordu’nun maç oynadığı günler kırmızı-lacivert formasını giyerek televizyonun karşısına geçiyor. “Televizyonda bütün maçları seyrediyorum. Altınordu’nun maçları olduğu zaman büyük bir maç olsa bile seyretmiyorum.” Bizim için çok keyifli geçen sohbetin sonunda vedalaşıp ayrılmak üzereyken, “Size bu kadar malzeme verdim, siz de bana bir şey vereceksiniz,” diyor İzzet Bey. “Beni maça götüreceksiniz. İzmir’de oynanan ilk Altınordu maçına gitmek istiyorum.” Havalar ısınıp güzelleşince bu isteğini yerine getireceğimizi söyleyip vedalaşıyoruz doksanlık delikanlıyla.


