Bir beden eğitimi öğretmeni düşünün ki; futbolda, basketbolda, hentbolda, voleybolda yetiştirdiği yüzlerce sporcu arasından onlarcası üst düzey takımlarda oynamış, hatırı sayılır bir kısmı da milli formayı giymiş olsun. Teknik direktör Adnan Dinçer, kaleci Yılmaz Urul, Zekeriya Alp, Vedat Okyar, İbrahim Kutluay, Ufuk Sarıca, Hidayet Türkoğlu gibi pek çok ünlü sporcunun öğretmenliğini yapmış Murat Ersin’in kendisi de atletizmde milli formayı giymiş. 100 ve 200 metre, 4×100 ve 4×400’de ülkemizi temsil etmiş. Cumhuriyetin idealist öğretmen kuşaklarının temsilcisi olan Ersin, öğrencilerini sporcu olarak yetiştirmek için elinden geleni yapmış. Yaptıkları içinde Darüşşafaka Lisesi’nde sıfır maliyetle bir atletizm pisti ortaya çıkarmak da var. Murat hocanın sporculuk ve öğretmenlik hayatını, Darüşşafaka’nın spor tarihini anlatan “Bitmeyen Sevda Yeşil-Siyah” adlı kitabın hazırlık çalışmaları sırasında dinlemiştik. Araya fazla girmeden hayat hikâyesini aktarıyoruz:
“1931 doğumluyum. Fatih Çarşamba’da doğdum. Babamın hâkim olması dolayısıyla epey dolaşmışız. İzmit’te ilkokula başladım. Beşinci sınıfta babamın Isparta’ya tayini çıktı. Ortaokulu orada bitirdim. Sonra Kabataş Lisesi’ne girdim. Babamın hâkimliği Isparta’da devam ediyordu, ben yatılı okudum. Sonra Zonguldak’a tayin oldu, ben Kabataş’ta okumaya devam ettim. Kabataş Lisesi’ne 1947’de girdim, 1951’de mezun oldum.”

“Ben spora futbolcu olarak başladım. Futbolda Kabataş’ta takım kaptanıydım. Aynı zamanda Beşiktaş’ta genç takım kaptanıydım. Genç takımdan A takıma ertesi sene alındım. 50-51’de A takımda oynadık. Önceden sol bektim, sonra santrfora geçtim. Sol bek oynarken Beşiktaş’a Meazza geldi antrenör olarak. Hakemlerin çoğu futbol oynayarak gelmediği için, yan hakemler ofsaytı kaldırmak için senin toplan buluştuğun ana bakıyorlar. Halbuki top ayaktan çıktığı anda senin pozisyonun mühim. Meazza bana, ‘Sen hızlı olduğun için ofsayt çalıyorlar. Sen santrada bekle çünkü ofsayt yarı sahadan başlar. Top santrayı geçip öteye doğru giderken depara çık. Sen 100 metren iyi olduğu için zaten geçersin,’ dedi.”

“Beşiktaş A takımı çok iyi bir takımdı. Beş sene üst üste şampiyon olmuş. Bana daha çok ufak takımlarla yapılan maçlarda yer veriyordu. Ama dediğini yaptığım için kaleci çıkıyor, boş kaleye yuvarlıyorum veya üstünden aşırıyordum. Baba Hakkı, ‘Evladım Murat, sen bütün topçuları geçiyorsun, sen 100 metroda koş,’ dedi. Atletizme başlamam öyle oldu İkinci sezon 51-52’de, atletizme başladım. İstanbul şampiyonasındaki derecemle İstanbul karmasına girdim. Bursa’da milli takım seçmeleri vardı. 11,1’le başladım. 10,9’a inince milli takıma seçildim. Naili Moran federasyon başkanıydı. Murat futbolu bıraksın dedi. Kaslar şut attıkça kısalıyor. Halbuki atletizmde uzun adale lazım. Öyle futbolu bıraktırdılar. Zaten o zaman futbolda da para pul yok.”

Söz paradan açılınca, Murat Ersin’den kendi sporculuk zamanının şartlarını günümüzle kıyaslamanı istiyoruz. Çarpıcı örnekler veriyor: “Biz toprak pistlerde koştuk. Benim 10,9’um, sonra 10,6’ya indi. Şimdi diyorlar ki, sen bugün koşsaydın tartan pistte koşacaktın. Ayakkabılar da daha ince çivili olacaktı. Bizim çiviler üç santim falandı, toprağa girmesin, kaymasın diye. O zaman en az yarım saniye fark ediyor. O zaman onda birlere göreydi, şimdi yüzde birlere göre koşuluyor. Kronometre elektronik zaten, bastığın yerden çıkarken yazılıyor. O zaman çıkarken, hakemler bakıyor 100 metre öteden. Buradaki starterin tabancasından alev çıktığı anda basıyorlar. Neden? Sesin hızı saniyede 340 metre. Alevin veya ateşin hızı 300 bin kilometre. Her koşucu için ayrı bir hakem kronometre tutuyordu, sekiz tane hakem. Yani, sen o zaman 10,7 veya 10,6 koşacağına 10,2 veya 10,1 koşardın diyorlar. Bir saniyede 10 metre geçiyorduk. Üç tane adıma sokuyorduk bunu.”


Murat Ersin Kabataş Lisesi’ni bitirdikten sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümüne girmiş ve 1956’da buradan beden eğitimi öğretmeni olarak mezun olmuş. “Ben Gazi Eğitim’e girerken 100 metre koşusu dışında yüksek de atlattılar. O zaman binme tekniğiyle atlanıyordu. Derecem çok yüksek değildi, galiba 1,78’di. Uzun atlama 6,61. Grup şampiyonu oldum ama benim branşım değildi. İstanbul şampiyonasında Beşiktaş adına yarışırken, ‘Başka atlet yok, sen uzun atlamaya da gir,’ dediler. Orada yaptım uzun atlamayı. Gazi Eğitim’de iki branş okunuyordu. Ana branşım beden eğitimi, ek branşım Türkçe-edebiyattı. Kabataş Lisesi’nde edebiyat hocamız Behçet Necatigil’di. Gazi Eğitim’de de Vasfi Mahir Kocatürk hocamız oldu. Hepsi kutup adamlar. Bir tek aksanı bile yanlış yaparsan not kırılırdı.”

Türk ve Alman atletlerin birlikte poz verdiği bir fotoğraf uzatıyor Murat hoca. 1953’te, İstanbul Mithatpaşa Stadı’nda yapılan Türkiye-Almanya ikili müsabakalarında, iki ülkenin 4×400 takımlarını bir arada gösteriyor. “Naili Moran 4×400’de koşturdu beni. Ben 100-200 ve 4×100 koşacaktım ama rahmetli Naili Moran, ‘Başka 400’cü yok Muratçığım, sen koşacaksın,’ dedi. Bu fotoğrafta bizim atletlerden sol baştaki Emin Doybak Galatasaraylıydı. İkinci benim. Üçüncü sıradaki Turhan Göker Fenerbahçeli. Onun yanındaki Karl Frederik Haas o zaman 400 metreyi 46 saniyede koşan adam, Avrupa rekortmeni. Ekrem Koçak da Fenerbahçeliydi.”


“Naili abi yarışlardan önce sahaya iner, her atletle konuşurdu. Her hafta bana mektup gönderir, ‘Aman Muratçığım kış idmanını aksatma, 100-200 metreci kış idmanını bırakırsa kötü olur,’ diye yazardı. Ankara’da Gazi Orman Çiftliğinde yapardık bütün idmanları. Orada kış idmanında 10 kilometre koşardık, 100-200 metre koşacağız diye; formu kaybetmemek için. Adale iki üç gün koşmazsa, koşmayı unutur derlerdi.”

Murat Ersin’in 1951’de başlayan atletizm hayatı 1958’de sona ermiş ve ardından öğretmenlik yılları başlamış: “En son yedek subayken 1958’de Ordu milli takımında yarıştım. Atina’da ordular arası yarışlar olacaktı. Harp Okulu’nda bir ay kamp yaptık. Biftekler, baklavalar filan. Sonra Kıbrıs hadiseleri çıktı. Başbakan Menderes bizi göndermedi, sabotaj olabilir dedi. Yedek subaylık bitince kurayı çektim, tayinim Erzincan Lisesi’ne çıktı. Nail abi çok kızdı. ‘Benim milli atletim, üç beş sene daha koşturacağım. Erzincan’da ne pist var, ne salon var, kar kış kıyamet. Bu tayin sistemi ne saçma sapan sistem,’ diye söylendi. Ben nakden mecburi hizmeti ödedim, devletten istifa ettim. Geldim İstanbul’a. Adnan Menderes zamanında Eyüp’e lise yapılmış, daha önce ortaokul vardı. İstanbul Milli Eğitim Müdürü Nevzat Bey, ‘Sen milli atletsin. Bu okulda hoca yok. Sen kabul et, ücretli hoca olarak hemen başlatayım seni,’ dedi. 1958’de Eyüp’te başladım. O sırada Ata Koleji’nde de hoca yokmuş. Part-time Eyüp’ten gittim geldim.”

Eyüp Lisesi ve Ata Koleji’nde üç yıl çalışan Murat hoca, 1961-62 ders yılında Darüşşafaka’da öğretmenlik ve müdür muavinliği yapmış. “Sonra Bilir Koleji’ne gittim. Ender Konca, Zekeriya Alp, Vedat Okyar talebelerimdi. Oradan milli takıma gittiler hepsi. Eskiden okul maçlarında kümeler vardı. Darüşşafaka’yı üçüncü kümeden ikinci kümeye çıkarmıştık. Bilir’de de ikinci kümeden birinci kümeye çıktık. Orada şampiyon olduk. Türkiye birinciliklerinde Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’yle final oynadık. Ender gol kralı oluyordu. Hakem final maçından bir maç evvel Ender’e kırmızı kart gösterdi. Biz ikinci olduk.”
1967’de Darüşşafaka’ya dönen Murat hoca, futboldan basketbola, masa tenisinden judoya bütün takımların çalıştırıcılığını yapmış. Özellikle futbol takımı başarılı olmuş ve bir üst kümeye çıkmış. “Futbol takımını çalıştırırken atletizm vermen lazım, koşması lazım. Sprint, dayanıklılık yapması lazım. Evim Çarşamba’daydı, okula yakındım. Sabahları ben erken kaldırıyordum, sabah krosu yapılıyor futbol takımına. Arka taraf biraz meyilliydi, sonra pist yaptığımız yer. Bütün okulun çevresini dolaştırıyordum. Yarım saat de biraz hareketler, vesaire. Sonra duşlarını alıyorlar, kahvaltıya iniyordu çocuklar. Ondan sonra etüt yapılıyordu. Yani bugün A milli takımda ne yapılması lazım, onların aynısını biz Darüşşafaka’da yaptık. Bu takım gol yemeden şampiyon oldu.”
Yazının girişinde de belirttiğimiz gibi, Darüşşafaka’nın arka bahçesinde öğrencilerin yardımıyla bir atletizm pisti yapılması, o yıllarda okuyanların anılarında hâlâ önemli bir yer tutuyor. Alanın dar olması yüzünden Atina’daki ünlü mermer stattan esinlendiğini anlatıyor Murat hoca: “Atina’da ilk koştuğumuz Averof Stadı’nın iki yanında 180 metre uzunluğunda pist var. Arada 20 metrelik iki viraj var. 400 metreyi öyle tamamlamışlar. Neden? Yalnız atletizm stadı olarak yapılmış. Ama bayrak yarışında öyle bir yatmak lazım ki, düşmeden durmak mesele. Okulda da ona benzer bir tur yaptık ama 400 metreye tamamlayamadık, 200 metre oldu. Alan o kadardı çünkü. 100 metre yarışını daha geriden başlatıyorduk. Ortada da atma yarışları yapılıyordu.”

Pistin nasıl hazırlandığını ayrıntılarıyla anlatıyor Murat hoca: “Araziyi bir kere düzeltmek lazımdı. Bize 10-15 tane kazma kürek lazımdı. Kayınpederle görüştüm ben, Recep Akyol, inşaat müteahhidiydi. Temelden tepeye inşaat yapardı. ‘Benim böyle bir tasarım var, nasıl yapalım? Maliyet olarak kimseden bir şey isteyemeyiz,’ diye sordum. O da, ‘Damat tabii, sen ne diyorsan öyle yapalım,’ dedi. Futbol sahasının yanındaki salonun inşaatı bitmişti, kalasları yığılı duruyordu. ‘Onları kullanalım, bir tribün yapalım,’ dedi. Orada bayağı uğraştı. Araziyi düzleştirme işine öğrenciler yardım etti. Sonra tribün inşaatı için birkaç tane amele de getirdi. Zemine bordür kalıpları yaptı, betonlarını döktü. Pistin zemini için kalorifer kazanından çıkan cürufları döktü, su akıtmak için topraklar toplandı. Altına akıtıcı büzler kondu, briket büzler. Onun üstüne cüruf yayıldı, onun üstüne toprak yayıldı. Kayınpeder silindir getirdi, toprak düzleştirildi. Bordürler yapıldıktan sonra oldu stadyum. Üç dört ay kadar sürdü iş. Pist bitince orada spor bayramlarını yapmaya başladık. Yine tahtalardan madalya kürsüsü yapmıştık. Spor bayramında dereceye girenlere madalya veriyorduk.”

Murat Ersin Darüşşafaka Lisesi’ndeki ikinci döneminde dört yıl görev yaparken, bir yandan da kulübü Beşiktaş’ta amatör sporların ilerlemesi için elinden geleni yapmış: “Gazi Eğitim’de bütün sporların eğitimini aldığımız için hepsinde öğretmenlik yapıyorduk. Voleybolda beynelmilel antrenörlük kursuna da katıldığım için Beşiktaş’ta ilk voleybol şubesini ben kurdum. Üçüncü kümede aldım, birinci kümede Ayhan Demir’e verene kadar biz getirdik, birinci kümede ona verdik.”
Murat Ersin’in özveriyle çalıştığı bir diğer branş hentbol olmuş. Ülkemizde bu sporun gelişmesi için yetiştirici olarak harcadığı emeği şöyle anlatıyor: “1976’da Hentbol Federasyonu kurulduğunda Almanya’da seminerlere gittik. Hakem ve antrenör hocası yetiştirme semineriydi. Freiburg’da yapıldı ve 15 gün sürdü. 380 kişi geldi dünyadan. O zaman Yaşar Sevim federasyon başkanıydı. Beş kişi seçti seminere katılacak. Ben o zaman Çavuşoğlu Koleji’ndeydim. Hakem-antrenör hocası olarak geldik. Birçok ilde hakem ve antrenör yetiştirmek için kurslara gittim ben. O beş kişi bu işleri yaptı. Şimdiki federasyon başkanı Bilal Eyüboğlu, Beşiktaş’ta oynattığım iyi bir pivottu. 1,95 boyu vardı.” Gençliğinde açık sahada hentbol oynayıp oynamadığını sorduğumuzda, o günler hakkında ilginç bilgiler veriyor: “Ben Kabataş Lisesi’ndeyken açık alan hentbolü oynanırdı. O zaman Şeref Stadı’nda okullar arası şampiyona yapıldı. Galatasaray Lisesi’nde Turgay Şeren, Coşkun Özarı okul maçlarında hentbol oynarlardı. Bir de Boğaziçi Lisesi, orada Hamdi Saver vardı. Bizim de hocamızdı, Kabataş’ta salona adı verildi. Selim Sırrı Tarcan’ın İsveç’e gönderdiği, orada yetişen ilk hocalardandı. O zamanlar hentbol oynarken, topu vurup tutup üç adım atıyordunuz. Şimdi değişti. Tek elle sürüyorsun, tuttuktan sonra üç adım atıyorsun. Basketbolde iki adım atıp kalkıyorsun, hentbolde sürme basketbol gibi tek elle veya el değiştirerek, ondan sonra üç adım atıyorsun, atıştan sonra yere düşüyorsun. Şimdi kale sahasından içeri giremiyorsun. O zaman öyle bir şey yoktu. Yalnız 9 metrede bir çizgi vardı. Futbol kalelerine atılıyordu. Kalenin iki direği arası 7,32 metre; kaleci tutamıyordu topları.”

Beşiktaş’ta voleyboldan sonra hentbol şubesini de kuran Murat Ersin, bu sporun ülkemizde yaygınlaşması için harcadığı çabaları şöyle anlatıyor: “Muzaffer Selvi 100 metreci milli atletti. 10,5 koşmuştu. Fenerbahçe’de muhasip üyeydi. Ona gittim, ‘Hentbolü kuruyoruz. Çocuklar hazır Çavuşoğlu Koleji’nde. Minik takım, yıldız takım, genç takım var. Spor Akademisi’ne gidiyorum part-time hentbol derslerine. Orada büyük takım, kız takımı hazır. 150 kişiye yakın öğrencim var. Hepsinin antrenörüyüm, yetiştirdim. Fenerbahçe’yi tutan çocukları size vereyim, orada lisanslı yapın,’ dedim. Galatasaray’a gittim. Orada Jerfi Fıratlı vardı. Naili Moran’dan sonra Atletizm Federasyonu başkanlığı yapmıştı. ‘Jerfi abi, sana Galatasaraylı çocukları verelim, hentbolü başlatın. Antrenörlük parası falan istemiyorum, hazır takımı getiriyorum. Beşiktaş’a gittim, kabul ettiler,’ dedim. O zaman Süleyman abi yönetim kurulunda üye, Gazi Akınal başkandı. Futboldan abilerim olanlar yönetim kurulundaydı. ‘Getirmiş hazır takımı, bir tek forma giydir diyor, yeni bir spor dalı açılıyor, bir forma giydirelim, bitsin bu iş,’ dediler. Oy birliğiyle kabul ettiler. Jerfi Fıratlı da, Muzaffer Selvi de yönetim kurullarına söylediler. Amatör şubeler çok para götürüyor, hiç girmeyelim demişler. Ben istedim basketbol gibi üç büyük kulübün renkleriyle rekabet girsin. Daha iyi büyütürdü hentbolü. Ama hentbol sahası 20 x 40 metre. Basketbol sahası ufak, 13 x 26. Ufak olduğu için hentbol maçları daraltılıp oynatılıyordu. Bağlarbaşı salonunda yapılırdı maçlar. Potalar duvar dibine kadar itiliyordu, ancak 32 metreyi buluyordu. Şimdi yeni salonlar yapılmaya başlandı.”

Bunları anlatırken hentbol için hazırladığı dosyayı gösteriyor Murat Ersin. Bir gazete kupüründe ondan spor yazarı olarak bahsedilmesi dikkatimizi çekince açıklıyor: “Ben spor gazeteciliği de yaptım. Tercüman gazetesinde hentbol haberleri yazdım. Daha evvel Türkiye Spor gazetesi çıkıyordu, Tarık Buğra yazı işleri müdürüydü, orada çalıştım. İlk darbe olduğu zaman gece sokağa çıkma yasağı vardı, orada çalışıyorduk.”
1971-73 arası tekrar Bilir Koleji’nde çalışan Murat Ersin, ardından çok sayıda milli basketbolcu yetiştiren Çavuşoğlu Koleji’ne geçmiş. “Darüşşafaka’da baş muavin olan İbrahim Çokaytar, Çavuşoğlu Kolejine müdür olmuş. Beni oraya istedi. Niye diye sordum. ‘Öyle bir beden eğitimi hocası var ki, asker – binbaşı. Kız çocukların hepsinin kulaklarını çekiyor, tokat atıyor, gel buraya,’ dedi. Böylece Çavuşoğlu Koleji’ne gittim ve son 20 sene orada çalıştım. Basketbolcuların çoğunu burs vererek okuttuk Çavuşoğlu’nda. Kerem de, Hidayet de öyle okudu. İlkokula başlayacaklardı. Hidayet geldiğinde 1.65 boyu vardı, şimdi 2.08 oldu. ‘Ahmet bunlara burs vermezsen bunlar nasıl okuyacak?’ dedim. Tabii burs verdiler o zaman, öyle kazandık onları. Ufuk Sarıca’yı, İbrahim Kutluay’ı öyle okuttuk.”

Murat Ersin’in Çavuşoğlu Koleji’nde spor müdürü olarak görev yaptığı 1991 yılında lise takımı (üstte) Türkiye ve Dünya şampiyonu olmuş, bu kadrodaki birçok oyuncu daha sonra milli formayı giymişti. Hidayet Türkoğlu ve Kerem Tunçeri’nin yer aldığı ilkokul takımı da (altta) aynı yıl Türkiye şampiyonluğunu kazandı.

Murat Ersin yazının girişinde bahsettiğimiz görüşmemizde 85’e yaklaşan yaşına rağmen son derece dinç ve sağlıklı görünüyordu. Bunu, “Ben hayatta tek adet değil tek nefes bile sigara kullanmadım. Spordan zarar gelmez. Spor yapan herkes ondan kazanç görür,” diyerek açıklamıştı. Hayata olumlu bakışı, güler yüzü, paylaşmayı ve yardımlaşmayı seven kişiliğiyle öğrencileri üzerinde unutulmaz izler bırakan Murat Ersin, 25 Ocak 2020’de kitap okurken geçirdiği kalp krizi sonucu son nefesini verdi.



Bilir kolejde hocamdı okul takımında 1970senelarinde basket hentbol voleybol vede futbol tkımlarında hocalığımı yaptı. Fatih malta çarsısında kirada bir dükkani vardı bende orda esnaflık yapıyordum sık sık görüşürdük.nurlar icinde yatsın.
BeğenLiked by 1 kişi