Nurettin Terzi, en parlak dönemini ellili yıllarda yaşayan İzmirspor’un temel oyuncularından biriydi. Futbol camiasında, askerliğini deniz eri olarak yaptığı için “Donanma Nuri” veya sarı saçları nedeniyle “Sarı Nuri” olarak tanınıyordu. Hem üst üste iki şampiyonluk kazanılan İzmir mahalli liginde, hem de üç büyüklerin ardından dördüncü olunan Milli Lig’de mücadele etmişti. Kulüp tarihinin bu başarılı döneminde pay sahibi olmasına rağmen, henüz çok gençken çalışmak zorunda kaldığı için futboldan erken denebilecek bir yaşta kopmuştu. Hatay Caddesi’ndeki evinde dinlediğimiz anıları, o yıllardaki şartların sadece futbol değil hayatın her alanında zor olduğunu hatırlatıyordu:

“1930 doğumluyum. Aslen Karadenizliyim, Rizeliyim. Ben yedi yaşındayken İzmir’e geldik. Babam burada kayıkçılık yapıyordu. O zaman yabancı gemiler, şilepler filan geliyordu. Kayıkçılar gemiden inen yolcuları alıp Pasaport’taki gümrüğe getiriyorlardı. Şimdiki gibi iskeleye inme filan yoktu. Rize’de geçinemeyince buraya gelip bu işi yapmış. Bir müddet sonra babamız bizi tekrar göndermek istedi memlekete fakat rahmetli annem kalmak için diretti. ‘Ben çocuklarımı burada yetiştireceğim,’ dedi. Biz altı kardeştik. 1946 senesinde abimi 19 yaşındayken veremden kaybettik. Ondan evvel de beş yaşında bir kız kardeşimi zatülcenpten kaybettik. Şimdi hayatta İstanbul’da yaşayan bir kız kardeşim, bir de ben kaldık. Neticede annemin diretmesiyle İzmir’de yaşamaya devam ettik. İzmir’e geldiğimizde Hatay tarafına yerleşmiştik. O zaman şimdiki cadde yoktu. Mısırlı Caddesi denirdi. Üçyol’daki Bayramyeri’nin oradan İzmirspor sahasının olduğu yere kadar yollar vardı. Ondan sonra bu tarafa gelirken taşlık, patika bir yol gelirdi. Fazla ev de yoktu. İzmirspor sahası eskiden beri vardı, Talebe Çayırı denirdi. Yakında bir taş ocağı vardı. Hatta biz antrenman yaparken dinamit patlatırlardı.”

“1943’te bu sefer Nazilli’ye göçtük. Bir akrabamız Sümerbank basma fabrikası ustalarındandı. Babam İzmir’de kayıkçılığa devam etti, biz ailece oraya gittik. Ben de 13 yaşında, 6 kuruş saat ücretiyle fabrikaya girdim. 1947 senesine kadar orada çalıştım. Fitil kısmında ilk evvela makineleri silip yağlıyordum. Sonra usta muavini kurslarına girip usta muavini oldum. O sıralarda atletizme başladım. 1.500, 3.000, 5.000 ve 10.000 metre koşularına katıldım. Aydın’da birincilikler kazandım. Sümerbank’ta her türlü sportif faaliyet imkanı vardı. O zamanlar bez toplarla fabrika bahçesinde de oynamaya başlamıştım.”

Bir yandan konuşup bir yandan da fotoğraflara bakıyoruz. Nurettin Terzi, Konak meydanında çekilmiş bir fotoğrafı gösterip anlatıyor: “Nazilli’den güreşçi arkadaşlarımla. Sağdan üçüncü Hikmet Uygur. Benim sigara içmememi sağlayan bilhassa o arkadaşımdır. Fabrikada malum her yer pamuktu. Sigara tuvalette içilirdi. 15 ila 17 yaşlarında insan heves ediyor. Birisinden bir tek sigara aldım. Tuvalete gidip yaktım. İçerken kapı açıldı, Hikmet girdi içeriye. Benden üç yaş büyüktü. Sigarayı elimde saklayıp yere attım. ‘Ne var elinde?’ diye sordu. ‘Bir şey yok,’ dedim. ‘Ne ulan o yerdeki?’ diye sordu. Bilmiyorum deyince bana bir tokat vurdu, gözlerimden yıldız çıktı. Ben devamlı atletizm yapıyorum, beraberiz. Bana, ‘Bunu içersen koşamazsın, şampiyon olamazsın, madalya alamazsın,’ diye diye sigara içmemi engelledi. Ondan sonra katiyen içmedim.”

“Birkaç sene sonra annemle kardeşlerim İzmir’e döndüler. Ben bir müddet bir kardeşimle beraber Nazilli’de kaldım. 1947’de biz de İzmir’e döndük. O zamanlar İzmirspor’un lokal takımları vardı. En az on tane böyle takım vardı. İzmirspor’da hiç dışarıdan futbolcu yoktu, hep lokal takımlardan gelen futbolcular oynardı. Kulüp lokal takımlar arası maçlar tertip ederdi ve kazanana kupa koyardı. O sırada tabii İzmirspor’da oynayanlar, görev yapan antrenörler bizi görüyordu. 1950 senesinde İzmirspor birinci takımında oynamaya başladım. İlk geldiğimde Küçük Avni, Büyük Avni, Durmuş, Tarık Gençay, Mehmet, kaleci Feyzi gibi oyuncular vardı. Konak meydanında Sarı Kışla vardı, daha yıkılmamıştı. Orada Kayagücü adında bir askeri takım kurulmuştu, Tarık ile Mehmet orada oynamışlardı. Bir müddet oynadıktan sonra Mayıs 1950’de bahriye eri olarak askere gittim. Kıtam Yavuz gemisiydi. Numaram 50/203’tü, hiç unutmam.”


Fazıl Göknar ile mücadelede.
Burada araya girip tarihi bir bilgi verelim. O zamanlar silah altına alınan erler, karacı olursa iki yıl, denizci olursa üç yıl askerlik yapıyorlardı. Nurettin Terzi de denizci olduğundan askerliği uzun sürmüş ve ilk iki yıl boyunca futboldan uzak kalmış. Son bir yıl nasıl futbol oynadığını şöyle anlatıyor: “Sonradan harp filosu komutanı beni emrine aldı. Komutan hangi gemiye giderse, ben de telsizci olarak onun yanında gidiyordum. Askerliğimin bitmesine bir sene kalmıştı. Bir kurmay başkanımız vardı, bir gün onun yanına çıktım. ‘Benim herhangi bir sanatım yok, yalnız futbol oynuyorum. Askerlik dönüşünde istikbalimi de ona bağladım. Müsaade ederseniz, müsait zamanlarda antrenmanlara çıkabilir miyim?’ diye sordum. Kurmay başkanı izin verdi. Kışın gemiler Gölcük’te istirahat ediyordu. Demirlediğimiz yerlerde çıkıp antrenman yapıyordum. Sonra filolar arası maç yapmaya başladık. Denizaltı filosuyla maç yaptık ve 2-1 galip geldik. Maçtan çıkarken yanıma bir yüzbaşı geldi, künyemi sordu. ‘Harp filosu komutanlığı telsizcisi, onbaşı Nurettin Terzi,’ diye cevap verdim. Dediklerimi not aldı fakat bir şey söylemeden gitti.”

“Bir müddet sonra Maltepe’de demirledik. Bir baktım Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan bir telsiz geldi. Mesajı ben aldım. Bir okudum ki, ‘Emrinizdeki telsizci Nurettin Terzi’nin Gölcük futbol kampına gönderilmesi,’ yazıyor. Mesajı kurmay başkanına götürdüm. Okuduktan sonra bana baktı ve ‘Beni iğfal ettin,’ (kandırdın) dedi. O zamanlar gazetelerde hep iğfal edilen kadınlardan filan bahsediliyor, ben donakaldım. ‘Estağfurullah komutanım,’ deyince, ‘Yok yok, ettin,’ dedi. Sonra o da anladı herhalde, ‘Hemen eşyanı topla, Gölcük’e git,’ dedi. Böylece Gölcük’te Denizgücü takımında bir sene boyunca Kocaeli lig maçlarına iştirak ettim. O ligde Baçspor ile çok çekişiyorduk. Bir sene sonra Mayıs ayı geldi ve 5.5.1953’te terhis oldum. O zamanlar bahriye eri 36 ay, jandarma 30, piyade eri 24 ay askerlik yapardı. Yani üç sene askerlik yapmış oldum.”

“İzmir’e döndüğümde zinde geldim. Kulüpten idareciler hemen sözleşme yapalım dedi. Ben önce bir iş bulmalarını istedim. Kimisi bir tüccarın yanına katip olarak verelim dedi. Buna benzer teklifler oldu, istemem dedim. Birisi geldi, ‘Bir elektrikçinin yanında çalışmak ister misin?’ diye sordu. İsterim dedim. O zaman Pamuk Mensucat şirketinin makineleri transmisyonla çalışıyordu, kayışla yani. Onu doğrudan elektrik döndürüyordu. İşte Pamuk Mensucat’taki elektrikçinin yanında işe girdim. Ustam izin veriyordu. Hem çalışıyordum, hem antrenmana gidiyordum. Maçlara çıkıyordum. Öyle maçlar oynadık ki, Pazar günleri öğlene kadar işe gidiyordum, öğleden sonra maça çıkıyordum. Oruç tutardım, oruçlu maça çıktığımı da bilirdim.”


İşe girerek geçim kaygısını atlatan Nurettin Terzi, 1953-54 sezonundan itibaren tekrar İzmirspor formasıyla sahalarda top koşturmaya başlamış. Henüz Milli Lig’in kurulmadığı o yıllarda, 10 takımın yer aldığı İzmir Lig’inde mücadele etmiş. “1953’ten 1959’a kadar İzmirspor çok iyi bir takımdı. Ben askerden geldiğim zaman Metin Oktay Yün Mensucat’ta oynuyordu. Bir sene sonra bize geldi. 1954-55 sezonunu bizde oynadı. O sezon sonunda Galatasaray’a gitti. Hem çok iyi futbolcuydu, hem çok iyi insandı. Birincisi centilmendi, ikincisi bonkördü. İlk eşiyle evlendikten bir süre sonra sonra, eşinin ailesi İzmir’e dönmesi için baskı yaptı. Kayınpederi zengin bir insandı. O sıralarda gazetelerde, ‘Metin artık futbolu bıraksın, gelip çiftliği idare etsin,’ diye demeci çıkmıştı. Bir ara İzmir’e geldiğinde Metin’e gazetedeki bu haberi söyledim. ‘Yahu Nuri, ben kovboy muyum çiftlik idare edeceğim,’ deyince güldük.”


Nurettin Terzi’nin askerlik dönüşü tekrar oynamaya başladığı dönem için İzmirspor’un en parlak yılları diyebiliriz. “Şimşekler” 1953-54 sezonunu Altay’ın ardında İzmir ikincisi olarak bitirmişler. 1954-55 ve 1955-56 sezonlarındaysa, üst üste iki şampiyonluk kazanmışlar. “Donanma Nuri” o yılları şöyle özetliyor: “1953-54 sezonunda ilk maçımız Yün Mensucat’la oldu, 4-0 mağlup olduk. Metin Oktay attı golleri. Adnan Süvari’yle çift santrfor oynuyorlardı. Ertesi sene İzmirspor’a geldi Metin. 1954’te biz ikinci olduk, Altay şampiyon olmuştu. Bir puan farkla şampiyonluğu kaçırdık. Altay’la oynadığımız son maçta Tarık penaltı kaçırdı, yenildik. Şampiyon olduğumuz sene Metin faktörü etkili oldu tabii. Fakat ertesi sene bir daha şampiyon olduk. Takımımız da iyiydi. İzmir Ligi’nin son sezonunda (1958-59) şampiyonu biz belirledik. Altay’la Karşıyaka çekişiyordu şampiyonluk için. Son hafta Altay’la oynadık. Beraberlik Altay’a yetiyordu fakat biz onları yenince Karşıyaka şampiyon oldu.”

Futbol hayatının büyük bir kısmını amatör olarak geçiren Nurettin Terzi, 1955’te İzmir’de profesyonelliğin başlamasıyla birlikte biraz para kazanmış: “En fazla parayı 1957 senesinde kazandım futboldan. O sene kontratım bitmişti. İlk defa ben, Kamuran Soykıray ve Cahit Ellier – bize üç sene mukavele karşılığı dörder bin lira verdiler. O zaman için iyi paraydı, rahatça bir arsa alınırdı. Rahmetli anneme ve babama da ben bakıyordum. İlk mukavele yaptığım sene ayda 150 lira alıyorduk. Ayakkabımızı kendimiz alırdık. İki sene Metin’in İstanbul’dan getirdiği Kadri Aytaç’ın ayakkabılarıyla futbol oynadım. O zaman en iyi ayakkabıyı İstanbul’da Dinyakos yapardı. İzmir’de de Yeni Sinemanın karşısında Ahmet Şamar diye bir adam yapardı ama o ayakkabılar neredeyse bir kilo filan gelirdi.”

Biraz da o zamanlar oynanan futbol sistemi üzerine konuşuyoruz. Türk futbolcuları tarafından “dubluve” olarak adlandırılan WM sistemini şöyle izah ediyor Nurettin Terzi: “Bizim oynadığımız sistem WM idi. Üç tane savunma, iki tane haf, beş tane forvet. Fakat iki tane iç, yani sağ iç ve sol iç körük gibi olması lazımdı. İleri geri koşmaları lazımdı. Arkadaki iki hafa yardımcı olan onlardı. Sonradan 4-4-2, 4-3-3 gibi sistemler çıktı. Ben WM’de sağ haf, yani 4 numara oynadım çoğunlukla. O zaman sağ haf sol içi tutardı. Ben daha ziyade mücadeleciydim. Karşı forvet bana üç çalım atsa, ben beş defa bindirirdim. Çoğunlukla sağ haf oynardım ama bazen 6 numara, yani sol haf oynadığım da olurdu. Gerçi sol ayağımı sağ ayağım kadar iyi kullanamazdım. Bir Altay maçında sağdan orta yapmışlardı. Önümdeki arkadaşıma bırak diye bağırdım. Sol ayağımla vurdum. Top ayağımın dışına denk geldi. Kaleci Akın normal vuracağımı düşünüp öbür tarafa hamle yapmıştı, gol oldu. 1-0 mağluptuk, 1-1 oldu.”

Bir başka ilginç anısını şöyle anlatıyor Nurettin Terzi: “İbrahim Gürbüz diye bir idareci vardı, Boşnak İbrahim denirdi. Bir Altınordu maçı yapıyoruz. Kritik bir maçtı. Birinci devre 1-0 mağlup durumdaydık. Soyunma odasına geldik. Boşnak İbrahim o zaman umumi kaptandı. Onun bir silahı vardı. Bir baktım silahı çekti. ‘Ulan bakın, 45 dakika var anladınız mı? 46 deseniz olmaz. Mağlup çıkarsanız alayınızı vuracağım,’ dedi. Sahaya çıkarken sol hafımız rahmetli Kamuran Soykıray yanımdaydı. ‘Kamuran bir alçak duvar seçelim kendimize, ne olur ne olmaz,’ dedim. İkinci yarı güzel oynadık, iki gol atıp 2-1 galip bitirdik. Geldik gene tabancayı çekti Boşnak İbrahim. ‘Ne yaptıysa bu yaptı,’ diye tabancayı öptü.”

İzmirspor deyince akla gelen ilk isimlerden Tarık Gençay’ı soruyoruz Nurettin Terzi’ye, anlatıyor: “Tarık hem santrhaf hem santrforda çok süratli bir futbolcuydu. Aynı zamanda ayağına çok hakimdi. Tek kusuru içkiyi sevmesiydi. Bir Pazar günü maçımız vardı. Ben de çalışmaya gidiyorum, oradan maça gideceğim. Sabahın erken saatleri, Konak’tan otobüse bineceğim. Bir baktım Tarık geliyor Kordon’dan. ‘Tarık abi hayrola?’ diye sordum. ‘Bir şey yok ama bugün beni maçta idare edin,’ dedi! Frikikleri ve penaltıları Tarık abi atardı. İzmirspor’da bir de ‘Yamalı Figo’ denen santrhaf Fikret vardı. Figo santrhaf oynarken Tarık abi santrfor oynardı. Bir maçta yine frikik oldu. Figo topun başına geçti, ona ‘Topu senin kafana atacağım,’ dedi. Figo gerildi, bir vurdu, top Alsancak Stadı’nın duvarını aşıp lahana bahçesine düştü. Tarık ona döndü: ‘Ne o ulan? Müezzine pas mı veriyorsun?’ dedi!”

Milli Lig’in henüz kurulmadığı yıllarda il karmaları arasında yapılan maçlar, şehirler arası futbol rekabetini yaratması bakımından önem taşıyordu. Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir karmaları arasında Cumhuriyet Bayramı sırasında yapılan üçlü müsabakalar, o yıllarda büyük heyecan yaratıyordu. Bir futbolcu için öncelikle Milli Takıma, ardından yaşadığı şehrin karmasına seçilmek çok büyük itibar kaynağıydı. Nurettin Terzi de 1958’de İzmir Karmasına seçilmekle birlikte, bir talihsizlik sonucu bu maçlarda oynayamamış. “İzmir Karmasına seçildim. Antrenörümüz de Sait Altınordu. Antrenman maçına gittiğimde bir kafaya çıktım. Elimi çevirmişim, rakibin alnına çarpınca tak diye bir ses geldi. Oynayamaya devam edince ağrı yaptı, anladım kırıldığını, çıktım. 45 gün alçıda kaldı elim. O yüzden karmanın Ankara’da yaptığı maçlarda oynayamadım.”

Nurettin Terzi İzmirspor’un mahalli ligdeki parlak günlerinde görev yaptıktan sonra, futbol hayatının son yıllarında, 1959’da kurulan Milli Lig’de de takım kaptanı olarak mücadele etmiş. Özellikle ligin ikinci senesi olan 1959-60 sezonunu özlemle hatırlıyor, zira İzmirspor o sezon Milli Lig’i dördüncü sırada bitirerek tarihinin en iyi derecesini elde etmiş. “Milli Lig’de dördüncü olduğumuz sene Fenerbahçe geldi. İlk yarıda 2-0 öne geçti. İkinci yarıda dört gol atıp 4-2 kazandık o maçı. Beşiktaş namağlup vaziyette buraya geldi. Biz 3-1 yendik gitti. Galatasaray geldi, 3-1 galip durumdaydık. İkinci yarı başlarında bir gol yedik. Sonra son dakikalarda Metin kafayla bir gol attı, 3-3 berabere bitti maç.”


Nurettin Terzi son olarak 1960-61 sezonunda sahalarda top koşturmuş. Her ne kadar profesyonellik resmen başlamış olsa da, çoğu futbolcunun hayatını sürdürmek için başka işler yapmak zorunda olduğu o yıllarda mesleğini tercih etmek zorunda kalmış. Uzun yıllar çalıştığı Pamuk Mensucat şirketinden ayrılıp kendi işimi kurmuş ve inşaatlarda elektrik müteahhitliği yapmış. Halen hayattaki eski İzmirsporlu futbolcularla zaman zaman buluşup eski günleri hatırlıyor.



Nurettin Terzi, doğum: 1930, Rize – vefat: 26 Eylül 2021, İzmir.