Metin Oktay ve Can Bartu’nun İtalya’ya gitmesinden birkaç yıl önce, ellili yılların başında dört Türk futbolcusu, dünya futbolunun bu önde gelen ülkesinde top koşturuyordu. Bunlardan biri, “Kasatura” lakabıyla tanınan, güçlü fiziği ve sert şutlarıyla ünlenen Bülent Esel’di. Resmî kayıtlara göre 1927’de Ankara’da dünyaya gelen Esel’in futbolla ilk tanıştığı yer, o yıllarda bu şehrin meşhur futbolcu yatağı olan Cebeci Çayırı’ydı. PTT’de memur olan babası, yedi çocuğunu kısıtlı imkânlarıyla fazla okutamadığı için genç Bülent de ortaokuldan sonra çalışmak zorunda kalmıştı. Babası tarafından çalışması için Kayseri’ye gönderilen Esel, bir yandan şehrin o yıllardaki ünlü takımı Sümerspor’da futbol oynuyordu.

Küçük yaşına rağmen güçlü fiziği ve sert şutlarıyla dikkat çeken Esel, bu sayede Kayseri’de fazla kalmamış ve 1943-44 sezonundan itibaren Ankaragücü forması giymiş. O yıla ait gazete ve dergileri taradığımızda, genç yaşına rağmen hemen takıma girdiğini görüyoruz. 1943-48 arasında, beş sezon boyunca Ankaragücü’nde oynayan Esel, 1948-49 sezonunda Beşiktaş’a transfer olmuş. Yıllar sonra gazeteci Nüvit Tokdemir’e verdiği röportajda, Hakkı Yeten’in onun için, “İşte ben yerime adam buldum” dediğini söylüyordu. (Cumhuriyet, 6 Temmuz 1993) İlk maçlarda forma giyemese de, kısa sürede antrenör Meazza tarafından 11 kişilik kadroya alınmış (o yıllarda oyuncu değiştirme olmadığından takımların maç kadrosu 11 kişiden oluşuyordu) ve takımın değişmez ismi olmuştu.


İstanbul Ligi 1949-50 sezonunda Beşiktaş, 14 maçta sadece iki beraberlik ve bir mağlubiyet alarak İstanbul şampiyonu olurken, 43 gol atmış ve kalesinde sadece sekiz gol görmüştü. 14 maçın tamamında yer alan Bülent de 19 gol atıp gol kralı olarak bu şampiyonlukta büyük rol oynadı. Başarılı forvet oyuncusu, lig maçları ardından başlayan ve Beşiktaş’ın üçüncü olduğu Milli Küme’de de 13 maçta 13 gol attı. Gol bakımından en verimli sezonunu geçiren genç futbolcu, resmî ve özel toplam 47 maçta 48 gol atarak mükemmel bir performans ortaya koymuştu. Bu sezonda çoğunlukla santrfor olarak görev yapmakla birlikte, zaman zaman Şükrü Gülesin’le yer değiştirerek solaçık ve soliç mevkilerinde de oynadı.


Beşiktaş’ta başarı dolu iki sezon geçiren Bülent Esel’in uzun yıllar siyah-beyazlı formaya hizmet edeceği düşünülürken, İstanbul İkinci Kümede mücadele eden Adalet’e geçmesi büyük şaşkınlık yarattı. O yıllarda kâğıt üstünde de olsa amatörlük devam ettiğinden, futbolcular sezon sonunda serbest kalıp istediği kulübe geçebiliyordu. Adalet Mensucat fabrikası sahiplerinin kurduğu Adalet kulübü, yıldız futbolculara parayla birlikte dokuma tezgâhı vererek, resmen adı konmamış profesyonelliği uyguluyordu. Takımdaki futbolculara ait tezgâhlara birer usta veriliyor, bunlarda imal edilen battaniyelerin parası sporculara kalıyordu. Spor basınında Bülent Esel’in Adalet kulübüne geçmesini eleştiren hayli yazı çıktığı gibi az sayıda onu destekleyen yazılara da rastlanıyordu. “Beşiktaşlı Bülent’in Adalet’e geçmesi birçok dedikodulara sebep olmuştu ve denmişti ki, Bülent gibi şöhretin ve futbolun zirvesine ulaşmış bir oyuncu nasıl olur da bir ikinci küme takımına girer. Bülent son transfer ayının en kârlı oyuncularından biridir. Şöyle ki; şurada burada çarçur edilecek birkaç bin lira yerine, temiz bir meslek ve iyi bir istikbal temin etmiştir.” (Türkspor, 18 Eylül 1950) Bülent Esel 1950-51 sezonunda İkinci Kümede de 24 gol atarak gol kralı olurken, takımı Adalet’in şampiyonluğunda büyük pay sahibi oldu. Ancak o yıllardaki uygulamaya göre Birinci Küme sonuncusuyla İkinci Küme şampiyonu terfi-tenzil maçı yapıyordu. Beykoz’la oynadığı ilk maçı 2-0 kaybeden Adalet, ikinci maçta 2-2 berabere kalınca, bir önceki yıl olduğu gibi Birinci Kümeye çıkma fırsatını son anda kaçırdı.


Bülent Esel Beşiktaş’a transfer olduğu sene Milli Takım’da da oynamaya başladı. İlk milli maçı 13 Mayıs 1949’da, Atina’da Mısır’la oynanan Doğu Akdeniz Kupası müsabakasıydı. 3-2 kazandığımız maçta ikinci yarıda Erol Keskin’in yerine oyuna girdi ve 46. dakikada takımımızı 2-1 öne geçiren golü attı. Belki de topla ilk buluşmasında milli formayla gol atmayı başarmıştı. İki gün sonra Yunanistan’ı 2-1 yendiğimiz maçta, ikinci golümüzü kaydetti. 20 Mayıs’ta İtalya B takımıyla oynanan son maçı 3-2 kaybettik. Bu maçta Esel 18. dakikada attığı golle takımımızı 2-1 öne geçirdi. Daha sonra iki gol yiyerek kupayı alma fırsatını kaçırdık. Böylece Bülent Esel oynadığı ilk üç milli maçta üç gol atma başarısını göstermişti. Bu müsabakaların ardından, o dönemde Genç Milli Takım adı verilen, aslında oynayanların yaşı itibarıyla Ümit Milli Takım’ın Mısır ve İtalya’yla yaptığı Doğu Akdeniz Kupası maçlarında oynadı. Bir buçuk yıl boyunca A Milli Takımdan uzak kalan Esel, 3 Aralık 1950’de İstanbul’da İsrail’i 1-0 yendiğimiz özel maçta, ikinci yarıda Gündüz Kılıç’ın yerine oyuna girdi. Burada ilginç olan husus, onun bu maç oynandığı zaman İstanbul İkinci Kümede mücadele eden Adalet’te forma giymesiydi. O yıllarda İkinci Kümede oynayan bir futbolcunun A Milli Takımda yer alması alışıldık bir durum değildi. Bülent Esel ay-yıldızlı formayı son kez 6 Mayıs 1951’de, İstanbul’da İtalya’yla karşılaşan Ümit Milli Takım’da giydi.


Bülent Esel’in 1951yazında, İtalya’da o sezon Serie A’ya yükselen Ferrara şehrinin SPAL takımına transfer olması, bir kez daha spor kamuoyunda şaşkınlığa yol açtı. Bir sezon önce Şükrü Gülesin Lazio’ya, Bülent Eken Salernitana’ya transfer olmuştu. Bülent Esel ve aynı günlerde Fiorentina’ya transfer olan Lefter’le birlikte, bir anda İtalyan liginde forma giyecek Türk futbolcu sayısı dörde yükseldi. Bu transferin nasıl gerçekleştiğini Esel şöyle anlatıyordu: “Hayal bir teklifti benim için. Galatasaray’dan Baba Gündüz bana gelip, ‘Sana teklif var,’ dedi. Şaşırdım. ‘Nasıl olur? Biz kim, İtalya kim?’ Öyle bir şey söylemişim. Git dedi. Agop diye bir arkadaş vardı, tercümanlığımı yapıyordu. Beraber gittik çünkü o da para alacaktı. Bizi denemeye aldılar. Benden başka yabancılar da vardı. Danimarkalı ve İsveçli yanılmıyorsam. Bologna takımıyla bir maç yaptık, 3-2 yenildik. İki gol attım. Bir maçta da oynamadım. Sevdiler ve anlaştık.” (Cumhuriyet, 6 Temmuz 1993)


Aynı kaynaktan, sonrasını okumaya devam edelim. “Aldığı ücret 12 milyon liretti. Yani 300 bin liranın üzerindeydi. Yaptığı hesaba göre kendisine 312 bin lira kalmıştı. Agop’un payı çıktıktan sonra. Ama bu para da iki yıl içinde ödenecekti. Ve işte anlaşmayı yapıp döndükten sonra yeniden İtalya’ya gidiş serüveni şöyleydi Esel’in: ‘Lisan bilmiyorum, çok zor durumdayım. Uçak biletini aldım, Roma’ya gittim. Baktım havaalanında Sinyor Bülent diye anons yapılıyor. İki kişi karşıladı beni. Ferrara’ya tren biletimi verdiler. Bindim trene, ama bilmediğim için yanlış yere gitmişim. Treni süpürenler ayrı bir trene bindirdiler. Ferrara yazan istasyonda ineceğim. Yazıyı gördüm. Tren kalabalık, dışarısı daha kalabalık. Bir de bando var. Galiba özel birisi geliyor diye düşündüm. Trenden indim, daha önce beni karşılayanlardan biri çiçekle üzerime koştu. O arada bando çalmaya başladı. Meğer o kalabalık benim içinmiş. Şaşırdım kaldım.’ ”



Transfer işlemleri uzun süren Bülent Esel, ilk kez, ligin dördüncü haftasında oynanan Como maçında forma giydi ve tek golün pasını verdi. Bu maçın ardından bir İtalyan gazetesinde çıkan yorum şöyleydi: “Bülent’in bütün derdi sağiç oynamak istediği halde idareciler tarafından santrfor oynatılmasıdır. Maçtan sonra soyunma odasında herkes sevinç içinde Bülent’i tebrik ediyordu. Halbuki Türk memnun görünmüyordu. Bir ara birdenbire haykırdı: ‘Ben santrfor değilim, sekiz numarayım.’ Santrfor oynamak istemeyen bu oyuncu her şeye rağmen güzel maçlar çıkarmakta, ani kaçışları, sağ, sol sıkı şutları beğenilmektedir.” (İstanbul Ekspres, 2 Kasım 1951) Bir müddet sonra genç gazeteci Halit Kıvanç, İtalya’ya giderek dört Türk futbolcusuyla röportajlar yapmış, onların oynadığı maçlardan haber geçmişti. Bülent Esel’in Ferrara’da nasıl sevildiğini şu satırlarla ifade ediyordu: “Bülent’in SPAL’deki ve Ferrara’daki şahsiyeti o kadar mükemmel ki, Türk olarak bununla iftihar edebiliriz. Yolda giderken pencereden bakan, dükkânda alışveriş eden, bisikletle, otomobille giden bütün halk ama kadın, erkek, çoluk çocuk herkes Bülent’e sevgi ve saygı gösteriyor. ‘Bullent, Bullent’ diye kendisine karşı duydukları sempatiyi açıkça belli ediyorlar.” (İstanbul Ekspres, 13 Ocak 1952) SPAL’ın ligin iddialı takımlarından Napoli’yle yaptığı maçı izleyen Halit Kıvanç, Bülent Esel’in attığı gollere şöyle tanıklık etmişti: “Rakip, korkulu takımlardan Napoli. Kalesini de milli yıldızlardan Casari müdafaa ediyor. Birinci devrenin ortalarında sağdan ceza çizgisi üzerinde topu yakalayan Bülent’in şandeli üstten ağları bulurken, .. ikinci devrede o ünlü Casari’yi sağa yatırıp solundan topu kaleye çivileyen Bülent, bir anda günün kahramanı olmuştu.” (Öz Fenerbahçe, sayı 214, 31 Mart 1952)


İtalya’da üç sezon boyunca başarıyla top koşturan Bülent Esel, memleket hasretine daha fazla dayanamayınca, 1954-55 sezonunda Beşiktaş’a döndü. 1948-50 arası siyah-beyazlı takımda birlikte forma giydiği kaleci Fevzi, Yavuz, Süleyman Seba, Kemal Gülçelik, Şeref Görkey gibi isimler futbola veda etmişti. Geri döndüğünde santrfor mevkiinde, Gençlerbirliği’nden transfer edilen genç milli Ercan Ertuğ, forvette yine genç isimler Coşkun Taş ve Nazmi Bilge vardı. İki ayağını da iyi kullanabilen Bülent Esel, Beşiktaş’taki ikinci döneminde daha çok sağaçık mevkiinde oynadı. Onun ikinci döneminin ilk sezonunda Beşiktaş, İstanbul Ligi şampiyonluğunu averajla Galatasaray’a kaptırdı. 1956-57 sezonunda İstanbulspor ve Beykoz’un ardından ligde beşinci sırayı alan siyah-beyazlı takım, Federasyon Kupası’nı kazanmayı başardı.


Yeni bir kuşak değişiminin yaşandığı Beşiktaş’ta, özellikle son sezonunda fazla forma şansı bulamayan Esel’in yeni kulübü, o yıllarda İstanbul’un dördüncü büyüğü olarak görülen Vefa oldu. Şampiyonlukta iddialı olmasa da zirveye oynayan takımlarla her zaman başa baş mücadele eden yeşil-beyazlı kulüp 1957-58 sezonunda, Sabri Kiraz’ın teknik direktörlüğünde iddialı bir kadro kurmuştu. Bu kadroya Beşiktaş’tan Bülent Esel’le birlikte Eşref ve Sami transfer edildi. Yeni gelenler, takımın tecrübeli isimleri Rahmi, Tahtabacak İsmet, Hilmi Kiremitçi, Pırpır Nejat, genç kaleci Özcan Arkoç gibi futbolcularla birlikte başarılı sayılabilecek bir performans sergilediler. Vefa ligi beşinci sırada bitirirken, Federasyon Kupası grubunda Fenerbahçe’yi iki maçta yenerek, Galatasaray’ın ardında ikinci sırada yer aldı. Bülent Esel de ligde ve kupada toplam sekiz gol atarak takımına önemli katkı sağladı.


Bülent Esel 1958-59 sezonunda futbol hayatına yeni bir takım ve yeni bir şehirde devam etti. O yıl mahalli liglerin son kez düzenlenmesine ve 1959 başlarından itibaren Milli Lig’in oluşturulmasına karar verilmişti. İzmir ticaret hayatının tanınmış ailelerinden Tanıkların kurduğu Kültürspor, İzmir Ligi’ni ilk dört içinde bitirip Milli Lig’e katılmak amacıyla iddialı bir kadro oluşturmak istiyordu. Bunun için, artık tecrübeli bir isim olan Bülent Esel’i antrenör-futbolcu olarak takımın başına getirdiler. Kültürspor Milli Lig hedefini gerçekleştiremese de, ilk dörde girmek isteyen iddialı İzmir takımlarıyla yaptığı maçlarda, rakiplerine hep zorluk çıkardı. Esel’in liderliğindeki takım ligi beşinci sırada bitirerek hedefini kıl payı kaçırdı.


30 yaşındaki futbolcuların “artık bırakma vakti gelmiş” diye nitelendirildiği o yıllarda, Bülent Esel bu çıtayı çoktan aşmasına rağmen transfer mevsimlerinin gözde ismi olmayı sürdürüyordu. 1959-60 sezonunda yeni takımı, bu kez bir başka İzmir kulübü Altınordu’ydu. Altay’dan sonra İzmir Ligi’nde en çok şampiyonluk kazanan takım olan Altınordu, önceki sezonu başarılı geçirememiş ve Milli Lig’e katılamamıştı. 1959 Mayıs’ında, Milli Lige katılacak yeni takımları belirlemek için Bursa’da yapılan Federasyon Kupası maçları sonucu, bu hakkı kazanan kırmızı-lacivertli kulüp, Bülent Esel’i antrenör-oyuncu olarak kadrosuna kattı.

Bülent Esel artık otuzlu yaşlarının ortasına gelmesine rağmen, şarap gibi yıllandıkça değeri artıyordu. Altınordu’nun o sezon ligde oynadığı 38 maçın 35’inde forma giymişti. Ligin dördüncü maçında Altınordu Adalet’i 6-0 yenerken, üç gol atan Esel, hâlâ formda olduğunu gösteriyordu. Tecrübeli futbolcu sezon ortasında antrenörlük görevini Refik Vardaroğlu’na bırakıp sadece saha içindeki görevine yoğunlaştı.

Futbol hayatını, o yıllardaki eğilimin aksine çok çeşitli kulüplerde geçiren ve aynı formayla üst üste en fazla üç sezon mücadele eden Esel, Altınordu’ya transfer olduktan sonra istikrarlı bir hayat sürmeye başladı. Artık İzmir’e yerleşmişti; bir yandan kulüp başkanı Candoğan Sakaoğlu’nun gümrük şirketinde çalışıyor, bir yandan futbol oynuyordu. İlerleyen yaşına rağmen gücünden hiçbir şey kaybetmemişti. Takım arkadaşlarından Nehir Çetintaş, “100 metre koşarken korkunç topa vuran bir adamdı,” derken, Oğuz Turan onun futbolculuk vasıflarını şöyle anlatıyordu: “Türkiye’nin en hızlı adamlarından bir tanesiydi. İki ayağıyla tabanca gibi topa vururdu. Yanına sokulamazsın, dirseklerini iyi kullanırdı.”

Bülent Esel 1963-64 sezonu sonunda futbolu bıraktığında, resmî kayıtlara göre 37 yaşındaydı. Ancak futbolu bıraktıktan sonra gazeteci Ünal Tumin’e verdiği röportajda, 39 yaşında olduğunu belirtmiş ve şöyle konuşmuştu: “Futbola tam manasıyla doyamadım. Beş yıl daha oynamak en büyük arzumdu ama böyle nasipmiş.” (Yeni Asır, 15 Ağustos 1964) Takım arkadaşı Erkan Velioğlu’nun söylediğine göre, bir maçta yarım metre ötesindeki topa vuramayınca çok sinirlenmiş ve sahalara veda etme kararı almıştı. Futbolu bıraktıktan sonra Altınordu’da antrenör yardımcısı olarak görev yapmaya başladı. Sezon ortasında Selahattin Tetik’in görevine son verilmesi üzerine antrenörlüğü üstlendi. Daha sonra Üçüncü Ligde mücadele eden Uşakspor’a antrenör oldu. 1968-69 sezonunda iki eski takım arkadaşı Bülent Esel ve Recep Adanır, antrenör olarak büyük bir şampiyonluk çekişmesi yaşadı ve sonunda yarışı kazanan Adanır’ın Nazillispor’u oldu. Alışılmışın aksine, yoluna Esel’le devam eden Uşakspor, ertesi sezon şampiyon olarak İkinci Lige yükseldi.


Birkaç sezon daha Uşakspor ve Aydınspor’u çalıştıran Bülent Esel, İzmir’e dönerek antrenörlük kariyerine son verdi ve Candoğan Sakaoğlu’nun şirketinde çalışmaya devam etti. Futbolla ve Altınordu’yla ilişkisini seyirci olarak sürdürdü. Futboldan sonra en büyük tutkusu, Kültürpark içindeki Menekşe’de dostlarıyla buluşup nargile içmekti. Belki de bu alışkanlığı ömrünün daha uzun sürmesine mani olmuştu. Mide kanaması geçirip hastaneye kaldırıldı. Birkaç gün yaşamak için direndikten sonra, 17 Ağustos 2014’te son nefesini verdi.









Merhum Bülent Esel’in fotoğraflarını benimle paylaşan eşi Ümran hanıma, oğulları Mustafa ve Hakan’a teşekkür ederim.