Ertem Göreç: Formaları Kendimiz Yıkardık

Altmışlı yıllarda çektiği “Otobüs Yolcuları”, “Karanlıkta Uyananlar” gibi filmlerle sinema tarihimizde yerini alan Ertem Göreç’i 12 Mart’ta kaybettik. 1931 doğumlu Göreç, sinemaya montajla başlamış ve 1960’ta yönetmenliğe geçerek 80’lerin sonuna kadar yüze yakın film çekmişti. Sinema kariyerine başlamadan önce Galatasaray’da basketbol oynayan Göreç, ellili yılların başında 11 kez milli formayı giyerek spor tarihimize de adını yazdırdı. Türk basketbolunun en önemli antrenörlerinden Samim Göreç’in kardeşi olan Ertem Göreç’le, bir süre önce spor ve sinema hayatı üzerine bir söyleşi yapmıştık. Aşağıda okuyacağınız yazıyı bu söyleşiden derledik.

“1931 Bursa doğumluyum. Babam hakim olarak gelmiş Bursa’ya. Sonra bakmış ki iki tane avukat var ve çok dava var; hakimlikten istifa etmiş, avukatlığa geçmiş. Samim 1923 doğumluydu. Robert Kolej’de okuyordu. Tabii Samim ev yemeklerine alışık, oradaki yemekler buna iyi gelmedi. İyi beslenmeyince zafiyet geçiriyor dediler, annemi çağırdılar. Annem, ‘Biz gidelim yoksa bu çocuk hastalanacak, yazın geliriz,’ demiş. Babam da kabul etmiş. Annem, ablam, ben İstanbul’a gittik. Rumelihisarı’nda, tepede Kolej’e çok yakın bir ev bulduk. Hemen yanımızda bir ilkokul vardı. Ablam dörde gidiyordu, ben de ikiye.  Ertesi sene ablam beşinci sınıfı bitirince o da kolejde okuyacak. Kız koleji Arnavutköy’de. Annem kız çocuğu oradan Arnavutköy’e gidip gelemez diye oraya taşınmamızı istedi. Samim artık büyüdü, o gelir gider dedi. Ondan sonra 15 sene kadar Arnavutköy’de oturduk. Ben ilkokulun beşinci sınıfını da Bursa’da okudum. Ben de Kolej’de okuyacağım ama Bursa’dayız o sırada. Samim çok dalgındı. Çarşamba günü imtihanlar başlıyordu. Annem Pazartesi günü gidelim dedi. Mudanya’ya gidiyoruz, oradan Sus vapuruna binip İstanbul’a gidiyoruz. Okula gittim, Bursa’dan arkadaşım Cezmi Çapa neredesin sen diye sordu. Meğer imtihanlar Pazartesi günü başlamış, Samim unutmuş bildirmeyi. Onun üzerine Gaziosmanpaşa Ortaokulu’nu bitirdim. Sonra Kabataş Lisesi’nde okudum. Sonradan Samim bana bildirmemekle ne kadar büyük iyilik etmiş dedim. Normal okullara gittiğim için insanlarla daha içli dışlı, halkçı biri oldum. Hem mesleğimde çok yararı oldu, hem de adam oldum oralarda.”

İlkokul yıllarında

“Babam yanlış hatırlamıyorsam 1954’te öldü. Ondan sonra ailenin reisi Samim oldu. Samim okul minibüsleri çalıştırıyordu. Sonra onlardan alıp filo yaptı. Annem, ablam, ben, bir de nine vardı, aileyi öyle geçindirdi. Samim basketbola kolejde başladı. Ben de Arnavutköy Kız Koleji’nin bahçesinde başladım. Tenis kortları vardı. Bir de koru gibi ağaçlıkların ortasında bir basketbol sahası vardı. Orada iki pota vardı. Yalçın (Granit), ben, Yılmaz Atadeniz –  filmci oldu o da – , İlhan Arıman –  Teknik Üniversiteli, İTÜ televizyonu ilk yayına başladığı zaman orada spikerlik yapardı, bir de ilkokuldan arkadaşım Muzaffer Sedetmen vardı. Arnavutköy Kız Koleji’nin duvarından atlayıp bahçesine girer, o sahada basketbol oynardık. Binalardan uzak bir yerdi, kimse ilgilenmezdi. Fakat Yalçın önceleri tek başına, kimseye göstermeden çalışırmış. Bir gün gördük, gel beraber oynayalım dedik. Onunla 1947’den beri tanışıyoruz. Arnavutköy’de Boğaziçi Spor Kulübü vardı, orası lokal gibi kullanılırdı. Yalçın’la orada oynardık ikimiz. Anadoluhisarı’na giderdik. Orada bir açık saha vardı, turnuvalar yapılırdı. Orada arkadaşlarımız vardı. Hem onlarla maç yapardık, hem de Yalçın onları çalıştırırdı. Sonra Galatasaray’da oynamaya başladık.” 

Galatasaray’ın 1948-49 kadrosu. Soldan sağa: Ertem Göreç, Samim Göreç, Candaş Tekeli, Hüseyin Öztürk, Ali Uras, Erdoğan Partener. (Galatasaray Müzesi arşivi)

Ertem Göreç 1948-49 sezonunda Galatasaray A takımına nasıl girdiğini ve o yıllardaki basketbol ortamını şöyle anlatıyor: “Ben, Yalçın, Yılmaz Gündüz, Erdoğan Partener B takımındaydık. Bir teşvik turnuvası vardı. Biz A takımını yendik, şampiyon olduk. Onlar birbirine girdiler, sen iyi oynamadın filan diye, yediremediler kendilerine. Galatasaray lokalinin salonunda merdivenler vardır, ip merdiven gibi. Sporcular oradan inip çıkardı. Seyirciler de kapıdan girerdi. Orada kavga ettiler, birisi aşağı düştü. Bazıları sporu bıraktı. Bir Ali Uras, bir de Suat Kesim kaldı A takımında. Biz hepimiz A takımına geçtik. Kesim de bir iki maç oynayıp bıraktı. Bizim dönemde formalarımızı kendimiz yıkatırdık. Galatasaray lokalinde bir Madam vardı, o yıkardı formaları ama yetişemediği zaman da eve götürür kendimiz yıkardık. Cislavet diye bir lastik ayakkabı vardı, onlarla oynardık. Basketbol deyince aklıma Turgut Atakol gelir. Bize Converse ayakkabı getirdi. Hiç unutmuyorum, bayram çocuğu gibi yastığımın altına koydum, giyemedim onu.”

Galatasaray basketbol takımı Aralık 1949’da, dönemin Meclis Başkanı Şükrü Saracoğlu adına, Ankara Mülkiye salonunda düzenlenen turnuvada. Soldan sağa ayaktakiler: Yılmaz Gündüz, Yalçın Granit, Hüseyin Öztürk, Federasyon Başkanı Vedat Abut, Şükrü Saracoğlu, Federasyon Genel Sekreteri Faik Gökay, Candaş Tekeli, Ali Uras. Oturanlar: Samim Göreç, Ertem Göreç, Erdoğan Partener, Ayhan Öz, Ayhan Demir, Osman Solakoğlu.

“Galatasaray dışında iddialı olarak Kurtuluş vardı, Beyoğluspor vardı. Teşvik turnuvasına Galatasaray A ve B, Kurtuluş A ve B takımları giriyordu. Biz boyuna şampiyon oluyoruz. Bir maçta bizi yendiler. Gittik soyunma odalarına. O kadar iptidai ki, bir tahta çakmışlar, üzerinde çiviler var. Elbiselerimizi oraya asıyoruz. Gittik, çocuklar tebrik ederiz dedik. Garo, ‘Yalçın en son bir hook shot attı, o girse gene yenilecektik,’ dedi. Biz ligde Beyoğluspor ile çekişiyorduk. Kaptanları Barokas vardı, ‘Börek’ derdik. Bir maçta oynuyoruz, çok kan ter içindeyiz. O zaman göbekten atarlardı topu, faulleri de karpuz atar gibi atardık. Bir biz atıyoruz, bir onlar, çekişiyoruz. Beyoğluspor’da Samuelidis vardı, çok yakışıklı ve çok efendi, çok kibar bir çocuktu. Samuelidis göbekten bir attı, şak girdi. Bir alkış koptu. Tribünde Samim’in karısı, benim ablam var. Hepsi alkışlıyor. Ben çok bozuldum onlar atıyor, bizimkiler alkışlıyor diye. Tabii o an için, hırstan öyle düşündüm. Aslında yaptıkları çok normaldi.”

1950 Mayıs’ında Beyrut ve Şam turnesine çıkan İstanbul Karması, Beyrut’ta bir maçtan önce. Soldan sağa: Ertem Göreç, Atila Erten, Apostol Ancus, Yalçın Granit, Ayhan Öz, Erdoğan Partener, Ali Uras, Yılmaz Gündüz, Kostas Fridas, Cemil Sevin, Avram Barokas, Sacit Seldüz, Samim Göreç.

“Yenilmez Armada” adı verilen Galatasaray basketbol takımında 1948-1952 yılları arasında oynayan Ertem Göreç, milli formayı ilk kez 1951’de Paris’te yapılan Avrupa Şampiyonası sırasında giymiş. Avrupa altıncılığı gibi, o yıllar için çok iyi bir derece elde ettiğimiz bu şampiyonayla ilgili anılarını ayrıntılı biçimde hatırlıyor: “Samim Robert Kolej mezunu, İngilizceyi iyi biliyor. Nat Coleman vardı, Amerika milli takımının antrenörü. (Ertem Göreç’in Nat Coleman olarak hatırladığı kişi, muhtemelen efsanevi NCAA koçu Nat Holman’dı.)  Samim çok meraklı, ona mektup yazdı. ‘Ben Türkiye’de basketbol oynuyorum. Antrenörlük de yapıyorum ama bilgilerimiz çok yetersiz. Gelip sizden kurs görebilir miyim, bana yardımcı olur musunuz?’ diye. Adamın hoşuna gitmiş, ‘Tamam gelin,’ diye cevap yazmış. Samim atladı gitti. Üç ay kaldı orada. Dönüşte bize anlatıyor. Perdeleme, bize screen diyordu, sonra perdeleme oldu o. Anlatıyor, ama biz kolay yapamıyoruz. Kolay anlaşılacak bir şey değil; kimse görmemiş, duymamış. Bu Paris turnuvasında bir biz yapıyoruz onu, bir de Fransızlar yapıyor. Onların da antrenörü Amerika’ya gitmiş, öğrenmiş ama biz daha iyi yapıyorduk. Paris’te Fransa’yı yendik, olay oldu. Palais de Sport vardı, 10 bin kişilik bir salon. En üst sıralar gözükmüyor, karanlık. Müthiş bir salon, tamamen dolu. Öğrencileri getirmişler görsünler turnuvayı diye. Bir sayıyla yendik. Barokas’la ben yedek oturuyorduk. Yedek kulübesinin üstünde beton var, onun üstünde de tribün var. Barokas bir sıçradı sevinçle, kafayı betona vurdu. Patladı kafası, kan akıyor. Hepimiz ortaya geldik, birbirimize sarıldık sıçrıyoruz. Seyirciler şaşırdı. Önce bir sessizlik oldu, sonra başladılar alkışlamaya. Eski başbakan Şükrü Saracoğlu’nu torunu Paris’e getirmiş. Kalp tedavisi görüyordu. Çok sakin olması lazım, heyecana gelmeyecek. Saracoğlu tutturmuş ben maça gideceğim diye, torunu mani olamamış. Biz kazanınca koltukların üzerinden atlaya atlaya geldi, salonun içine girdi. Torunu da arkasından dede, dede diye bağırarak geldi. Saracoğlu herkese sarılıyor. Gözümün önünde o resim, hiç unutmam. Barokas’ın kanları onun gözlüklerine bulaşmıştı. Benim hayatımı en çok etkileyen olay bu şampiyonadır. Bütün dünya savaştan yeni çıkmış. İlk defa 18 takımla bir şampiyona yapılıyor. Fransa’da Fransız milli takımını bir sayı farkla yendik. Son basketi de Yalçın attı.”

1951 Avrupa Şampiyonası’nda altıncı olan Milli Takım. Soldan sağa üst sıra: Yılmaz Gündüz, Mehmet Ali Yalım, Yalçın Granit, Sadi Gülçelik, Sacit Seldüz. Orta sıra: Cemil Sevin, Avram Barokas, Ali Uras. Alt sıra: Erdoğan Partener, Nejat Diyarbekirli, Ertem Göreç, Ayhan Demir.

Ertem Göreç Galatasaray’da oynadığı sırada montaj yardımcısı olarak sinemaya girişini şöyle anlatıyor: “Arnavutköy’den zannediyorum altı tane milli basketbolcu çıktı. Oradan basketbolcu ve sinemacı çıkıyordu. Yılmaz Atadeniz’in abisi Orhan Atadeniz vardı. Efektleri anlatan İngilizce kitaplara çok meraklıydı. Samim’e veriyordu onları tercüme etmesi için. Ben de Nişantaşı’nda Ant Film stüdyosuna götürüyordum. Otur Ertem diyordu. Ben de oturup izliyordum. Filmleri kesiyor, omzuna koyuyor, cebine koyuyor, boynuna asıyor, bir şeyler yapıyor. Onları değiştiriyor, ifadeler değişiyor. Bir plan bunun arkasına gelince başka türlü bir şey oluyor. Bu sihirbazlık gibi bir şey. Çok ilgilendim, buna bakmaya başladım. Gece sabahlara kadar çalışıyorlar çünkü tarihleri var, sinemaya takılacak. O tarihe kadar bitirip teslim etmeleri lazım. Büyülendim, müthiş bir şey montaj. Film çekmek o kadar mühim değil, yönetmenlik filan ama o beni çok ilgilendirdi. Ben okulu bıraktım, her şeyi bıraktım, montaj yardımcısı oldum. Stüdyoda çalışmaya başlayınca antrenmanlara pek gidemiyordum çünkü gece gündüz işe gidiyoruz. Turgut abi, ‘Sen antrenmanlara gelemiyorsun’ dedi. İhsan İpekçi Galatasaray’ın yönetim kurulu üyesiydi. Onların İpek Film stüdyosu vardı. Turgut abi, ‘Ben İhsan beyle konuşayım, seni oraya alsınlar. Antrenman saatlerinde seni bırakırlar,’ dedi. Böylece İpekçiler’e gittim. Antrenman saatlerinde işten çıkıp gidiyordum. Turgut abinin yaptığı iyiliklerin haddi hesabı yoktu, her şeye bir formül bulur hallederdi.”

Galatasaray basketbol takımı, Galatasaray dergisinin 10 Eylül 1951 tarihli sayısının kapağındaki pozuyla. Soldan sağa üst sıra: Ayhan Demir, Yalçın Granit, Sadi Gülçelik, Cemil Sevin. Orta sıra: Ali Uras, Erdoğan Partener, Samim Göreç. Alt sıra: Ertem Göreç, Şevket Taşlıca.

Montajcılığın yoğun temposu içinde Galatasaray’ın idmanlarına fazla vakit ayıramayan Ertem Göreç, 1952-54 arasında İstanbul İkinci Ligi takımlarından Deniz Yüzme İhtisas’ta antrenör-oyuncu olarak görev yapmış. “İlk sene, Birinci Kümeye çıkma maçında montajım vardı, gidemedim. Antrenör gidemeyince oyuncu değiştiremiyordu o zaman takımlar. Oyuncuyu ancak antrenör değiştirebiliyordu. Antrenör olmayınca hep aynı beş kişi oynamış. Birisi beş faul alıp çıkmış, dört kişi kalmışlar. Çocuklar son anda mağlup olmuşlar, ağlaya ağlaya çıkmışlar.” O sırada Samim Göreç de Galatasaray’ı bırakıp Fenerbahçe’ye antrenör olmuş. Ertem Göreç bu önemli değişikliğin ardında Turgut Atakol’un olduğunu belirtiyor: “Turgut abi Samim’e, ‘Boyuna biz kazanıyoruz, bu güzel bir şey değil, sen git onları çalıştır,’ dedi. ‘Rakip olsunlar, hatta bizi yensinler, basketbol ileri gitsin,’ dedi.” Kendisi de 1954-55 sezonunda Fenerbahçe’ye transfer olmuş fakat sezon başındaki hazırlıklara katıldıktan sonra, iş yoğunluğundan dolayı resmî maçlarda oynamamış.

Ertem Göreç, Yüzme İhtisas’ın bir maçında.
Fenerbahçe’nin 1954-55 sezonu başındaki bir idmanında, Samim Göreç (sağ başta) ve Ertem Göreç (sağdan üçüncü). (İstanbul Ekspres)

1955 yazında Barselona’da yapılan Akdeniz Oyunları’nda Milli Takım kadrosuna seçilen Ertem Göreç, ardından askere gitmiş ve Karagücü takımında forma giymiş. Karagücü 1955-56 sezonunda İstanbul İkinci Ligi’nde şampiyon olunca, ertesi sezon son kez Birinci Lig’de mücadele eden Göreç, askerliği bitince basketbol hayatına kesin olarak noktayı koyup kendini tamamen sinemaya vermiş. Yönetmenliğe geçişini ve ilk filmini çekişini şöyle anlatıyor: “Montaj yardımcılığından girdim, sonra on sene asistanlık yaptım. Memduh Ün’le ‘Üç Arkadaş’ta birlikte çalıştık, Orhon Arıburnu’nun asistanlığını yaptım. Bana, ‘Sen bir film çeksene,’ dedi. ‘Ben yönetmenlik sevmiyorum,’ dedim. Starlarla uğraş, prodüksiyon, ışıklar, kırk bin tane problem var. Fakat ısrar ettiler, zorla bir film çektim ben. Türk sinemasının en kötü üç filminden biri, belki en kötüsü. ‘Kanlı Sevda’, isminde bile meymenet yok. Hiç iş bile yapmadı. Niye böyle oldu diye düşündüm. Ben Arnavutköy ve Kadıköy’den başka köy görmemişim. Ama ikisi de köy değil, Türkiye’nin en mutena semtleri. Ben ne köyü bilirim, ne köylüyü tanırım. Nasıl davranılır, nasıl oturulur bilmem, köy filmi çekiyorum. Alanya’da çekiyoruz, baktım ben bunu çekemeyeceğim. Halbuki on sene asistanlık yaptım. Memduh Ün akşam uykusu gelirdi, battaniyesi vardı, onu çekip yatar, ‘Hadi çocuklar siz devam edin,’ derdi. Kamera nereye konulur filan her şeyi biliyorum. Fakat kamerayı koyacak yeri bulamıyorum. Memduh’a telefon ettim. ‘Memduh yetiş, ben bu filmi çekemeyeceğim,’ dedim. Deniz kenarında çekilecek sahneler vardı. ‘Moralini bozma, onları çekersin burada hallederiz,’ dedi. Fakat felaket bir film çıktı. Ondan sonra kendimi cezalandırdım, bir sene daha asistanlık yaptım. Ondan sonra ‘Otobüs Yolcuları’nı çektim.”

Ertem Göreç, ilk filmlerinden birinde oynayan Türkan Şoray ile “Otobüs Yolcuları”nın setinde.

“Çok sevdiğim bir resimdir bu. O dönemde kuaför yok, herkes kendi makyajını kendisi yapıyor. Otobüs Yolcuları’nın bir sahnesini Galata Kulesi’nin tepesinde çekiyoruz. Rüzgardan oyuncunun saçı karıştı. Ayna da yok, ben düzeltiyorum.”

Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı 1961 yapımı “Otobüs Yolcuları” toplumsal içeriğiyle o yıllarda epey ses getirmiş. Romantik Yeşilçam filmlerinin ağırlıkta olduğu bir dönemde, 1964’te çekilen “Karanlıkta Uyananlar” da, Ertem Göreç’in filmografisinde önemli bir yer işgal ediyor. Bu filmin nasıl gerçekleştirildiğini şöyle anlatıyor: “Tiyatrocu Beklan Algan da Robert Kolej’de basketbola başlamıştı. Onunla dostluğumuz daha o yıllardan başlayarak devam etti. ‘Karanlıkta Uyananlar’ filmimde beraber çalıştık. Zengin bir ailenin çocuğuydu. Babasının maden ocakları vardı. Ayla’nın babası da Giritliydi, Perşembe Pazarında mağazası vardı. İyi bir tüccardı. Benim daha önceki filmim ‘Otobüs Yolcuları’nı seyrettiler. Heyecanlandılar, daha önce filmde oynamamışlar. Böyle bir proje gelince Ayla da, Beklan da çok ilgilendiler. Senaryoyu Vedat Türkali yazıyordu. Fakat bu projeyle kimse ilgilenmez deyince Beklan, ‘Ben ailemle konuşayım,’ dedi. Hem kendi ailesi, hem Ayla’nın ailesini ikna ettiler ve onların verdiği parayla çektik ‘Karanlıkta Uyananlar’ı. O filmde Ayla oynadı. Çok iyi oyuncuydu.”

Reji asistanı olarak çalıştığı bir filmin çekiminde.

O yıllarda filmlerin yüksek maliyeti nedeniyle, bir planı birkaç kez çekme lükslerinin olmadığını söyleyen Ertem Göreç, “Çok prova yapıyorduk, bir kere çekiyorduk,” diyerek tedbir aldıklarını açıklıyor. Filmografisini incelediğimizde, özellikle 1966-1968 arasında neredeyse ayda bir film çektiğini görüyoruz. Bu kadar yoğun işin altından nasıl kalktığını sorduğumuzda şöyle cevaplıyor: “O zamanlar filmler hep erkeklerin üzerine kuruluyordu. Kadın oyuncular süs gibi arada geçip gidiyordu. Mesela Ayhan Işık üç hafta verirdi bir film için. Üç haftada bitiremezse gidiyor, başka filmde çalışıyor. Sonra araya onlar bir tatil koyuyorlar, bir gün daha geliyor. Prodüktörler cin gibi. Bir sene Türkiye’de 320 film çevrilmiş. Amerika ve Hindistan’dan sonra dünyada üçüncüyüz. Ben farkında değilim, çifter çifter çekmeye başladık filmleri. Mesela prodüktör Ayhan Işık’a, ‘Sen bir film için üç hafta veriyorsun. Sen bana beş hafta ver, ben iki film çekeyim. Beş haftada sadece senin sahnelerini çekerim, kalan bir haftada diğer sahneleri çekerim,’ diyor. Oyuncuların da işine geliyor bu, bir hafta da tatil yapacak. Ayhan Işık tamam diyor. Arnavutköy Kız Koleji yanında tarihi bir köşk vardı. En pahalı mekân oydu. Öğlene kadar bir filmin köşk sahnelerini, öğleden sonra öbür filmin sahnelerini çekiyoruz. Bu şekilde ben bir sene 12 film çekmişim. Ben mesela Nebahat Çehre ile hiç film çekmediğimi düşünüyordum, Agah Özgüç bana bir fotoğraf gösterdi, meğer bir filmde çalışmışız. Sabah bir oyuncu geliyor, birkaç plan çekiyoruz gidiyor. Öğleden sonra ötekisi geliyor. O karışıklıkta kim geldi, kim gitti farkında bile değilsin!”  

Ertem ve Samim Göreç kardeşler.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.