17 Mayıs 1981 tarihli Yeni Asır gazetesinin birinci sayfasında yukarıdaki başlık üst manşet olarak atılmıştı. Bir gün önce İzmir Atatürk Stadı’nda, Karşıyaka ile Göztepe arasında oynanan maç, bir ikinci lig müsabakası için sadece ülkemizde değil, Dünya’da bile o güne dek görülmemiş sayıda seyirci toplamıştı. Futbol tarihimizin efsanevi olayları arasına giren bu maçın hikâyesini Socrates dergisinin Mayıs 2015’te çıkan ikinci sayısı için kaleme almıştım. Bu yazıyı hazırlamak için İzmir’e gelmiş, o maçın kahramanlarından Göztepe teknik direktörü Erkan Velioğlu, Karşıyaka teknik direktörü Turgay Meto, futbolcular Mehmet Türken, İsmail Sütçü, Cihan Yıldırım ve Hürriyet Gündoğu, Göztepe taraftarı Haydar Evrenosoğlu ve maçın “tarafsız” seyircilerinden, Altaylı arkadaşım Orhan Berent ile görüşmüştüm. Yüz yüze görüşme imkânı bulamadığım maçın hakemi Halil Atalık ile telefonla görüşüp anılarını dinledim. Karşıyaka taraftarı, yakın arkadaşım Sadullah Celen ile de İstanbul’da görüştüm. Ortaya çıkan yazı, gazete ve dergi yayıncılığının kaçınılmaz yer kısıtlaması nedeniyle yarı yarıya kısaltılarak basılmıştı. Şimdi bu tarihî maçın 40’ıncı yıldönümünde, dijital teknolojinin olanakları sayesinde yazının tamamını okuyacaksınız. Ayrıca o zaman konuşma imkânı bulamadığım spor yazarlarının görüşleri de eklendi ve dolayısıyla orijinal halinden de uzun bir yazı ortaya çıktı. Altı sene önce görüştüğüm kişilerden Erkan Velioğlu bu zaman zarfında hayatını kaybetti. Onun hastalığı bayağı ilerlemiş olduğu halde benimle buluşması, görüşmemiz bittikten sonra ısrarla yemeğe götürmesi, unutamayacağım olaylardan biridir. Erkan Velioğlu’nu rahmetle anıyorum. Fethi Aytuna

Haydar sabah 6’da sokağa çıkma yasağının sona ermesiyle birlikte evden çıktı. Zaten heyecandan gece boyunca gözünü uyku tutmamıştı. Bir gece önce arkadaşlarıyla birlikte eski gazetelerden, atık kâğıtlardan konfeti hazırladıkları Halil abinin kahvesinin yolunu tuttu. Gece 12’de başlayan sokağa çıkma yasağı nedeniyle sıkıyönetim komutanlığı emriyle bütün kahvehane, meyhane, gece kulübü gibi müesseselerin saat 11’de kapanması gerekiyordu. Bu zorunluluk olmasa bütün geceyi kahvede geçirecekleri muhakkaktı. Göztepe durağı yakınında, İskele sokaktaki kahveye birer ikişer gelmeye başladılar. Yeni demlenmiş çayın eşliğinde alelacele yaptıkları kahvaltının ardından içi konfetilerle dolu çuvalları, bayrakları, pankartları yüklenip 6.30 civarında Atatürk Stadı’nın yolunu tuttular.
Körfez’in öteki kıyısında, Karşıyaka’da oturan Sadullah aynı dakikalarda evden çıktı. Bir gece önce Önder abinin matbaasında hazırladıkları konfeti ve rulo çuvallarını arkadaşlarıyla beraber alıp Eshot sokağındaki kahveye geldiler. Yakındaki fırından yeni çıkmış gevrek ve çayla kahvaltılarını yaptılar. Sabahın o erken saatine rağmen heyecandan kimse yerinde duramıyordu. Kahvaltıyı bitirdikten sonra ekmeklerin içine koydukları haşlanmış yumurta, peynir ve domatesten oluşan kumanyaları da alıp iskelenin yanındaki durağa gittiler. Bayrakları ve pankartlarıyla başka kahvelerden gelen gençlerle durak o saatte bir hayli kalabalıklaşmıştı. Hep birlikte otobüse binip Atatürk Stadı’nın yolunu tuttular.
Belediye otobüsleri Otogar tarafından Göztepe taraftarlarını, Mersinli tarafından Karşıyaka taraftarlarını erken saatlerden itibaren stadyuma taşımaya başlamıştı. Haydar ve Sadullah ilk gelen otobüslerin içindeydi. Mavi berelilerden oluşan güvenlik kuvvetleri kapalı tribünün önünde uzun bir tampon bölge oluşturmuştu. İki takımın taraftarları kapalı tribünün en güzel yerini kapmak amacıyla hemen kapılara koşturdular. Biletlerini zaten bir gün önce şehrin muhtelif noktalarındaki satış yerlerinden almışlardı. Kapıların önünde beklemeye başladıklarında saat daha 8 bile olmamıştı. Yaklaşık iki saat boyunca kuyrukta bekleyecek olmak kimsenin umurunda değildi. Ne de olsa tarihin en önemli Göztepe-Karşıyaka maçına tanıklık edeceklerdi. İki takım birbiriyle daha önce defalarca karşılaşmasına rağmen kader onları ilk kez bu kadar iddialı bir mücadelede, sezonun bitimine iki hafta kala karşı karşıya getiriyordu (Mehmet Yüce’nin “İdmancı Ruhlar” kitabından öğrendiğimiz üzere, iki kulüp tarihlerinde sadece bir kez, İzmir Ligi’nin 1943-44 sezonunda şampiyonluk için çekişmiş, Göztepe 16 puanla birinci, Karşıyaka 14 puanla ikinci olmuştu).
Aslında Karşıyaka’nın 1980-81 sezonunda, Türkiye İkinci Ligi A grubunda şampiyonluk mücadelesi vermesi kaderden çok siyasetin spora, ancak memleketimizde görülebilecek türden bir müdahalesinin eseriydi. İzmir’in en eski Türk kulübü Karşıyaka, tarihinin en kötü günlerini yaşadığı 70’li yılların büyük bölümünü Üçüncü Lig’de geçirmiş, nihayet 1979-80 sezonunda burada da tutunamayarak amatör kümeye düşmüştü. Fakat dönemin Gençlik ve Spor Bakanı, Adalet Partisi İzmir milletvekili Talat Asal’ın girişimiyle önce Üçüncü Lig aşırı şiddet olayları yaşandığı gerekçesiyle kaldırıldı ve takımlar doğrudan İkinci Lig’e terfi ettirildi. Ardından Üçüncü Lig’den düşen takımların da İkinci Lig’e alınması gündeme geldi. Bu karara direnen dönemin Futbol Federasyonu Başkanı İbrahim İskeçe, bakan Talat Asal’ın baskısı sonucu istifa etti. Onun yerine atanan İzmirli başkan Mazhar Zorlu’nun ilk icraatı, Üçüncü Lig’den düşen dört takımın da İkinci Lig’e alınması oldu. Böylece Çorumspor, Mardinspor ve Alibeyköy’le birlikte Karşıyaka da amatör kümede mücadele etmeye hazırlanırken kendini bir anda İkinci Lig’de buluvermişti.
Göztepe ise bir önceki sezon mücadele ettiği Türkiye Birinci Ligi’nden düşmüş, fakat tekrar çıkmayı hedefleyerek kadrosunu büyük ölçüde korumuştu. Eski yıldızı Fevzi Zemzem’in çalıştırdığı kadroda A milli formayı giymiş santrfor Sadullah ve Fuji Mehmet’in dışında kaleciler Cevdet ve Ercan, İsmail, Sadettin, Kenan, Mustafa Dolma gibi tecrübeli isimler vardı. Genç oyunculardan Erhan Altın bile o sezon milli takıma çağrılmıştı. Yani lig başlarken birisi çıkıp iki takımın sezon sonuna kadar şampiyonluk için yarışacağını söylese herkes gülüp geçerdi. Nitekim o sezon Karşıyaka’nın teknik direktörlüğünü yapan Turgay Meto da bunu doğruluyor: “Sezon başındaki girizgâhımıza bakarsak o maça değil 80 bin kişi, 8 bin kişi gitmezdi. Göztepe bir sene önce Birinci Lig’de oynarken düşmüş, Karşıyaka ise mahalli lige düşmüş, Üçüncü Lig bile değil. Göztepe kadrosu çok kuvvetliydi. Bir yanda Fener, Galatasaray veya Beşiktaş’ı düşün, öbür tarafta mesela Akhisarspor veya Balıkesirspor. Altınordu ve İzmirspor da bizden daha kuvvetliydi. Onların dışında Balıkesir, Denizli gibi kuvvetli takımlar vardı.”
Turgay Meto, İkinci Lig’de oynayacakları belli olduktan sonra takımda yaptığı takviyeleri şöyle anlatıyor: “Aydınspor’daki oyuncularımdan Küçük Cihan ve Hürriyet’i transfer ettim. Altay’da oynayan Murat’ı aldık. Bir önceki sezon Altay’ın Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında santrfor olarak oynamıştı. Futbolu bırakma noktasına gelen kaleci Ali’yi Kayserispor’dan aldım. Üçüncü Lig’den düşme kaldırılıp bütün takımlar İkinci Lig’le birleştirilince yöneticiler bana, ‘Senden tek isteğimiz tekrar düşmeyelim, seneye de bir iki takviye yapıp Birinci Lig’i düşünürüz,’ dediler.”

Böylece Türkiye İkinci Ligi A grubunda, 1980-81 sezonu bu havada başlamıştı. Lakin 4’üncü hafta maçları oynanmak üzereyken 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleşti ve maçlara bir hafta ara verildi. 12’nci maçlar tamamlandığında Göztepe 22 puanla birinci, Altınordu 18 puanla ikinci, Karşıyaka 17 puanla üçüncü durumdaydı (henüz galibiyete iki puan verilen sistem uygulanıyordu, bugünkü sisteme göre Göztepe 8 puan farkla lider olurdu). Göztepe son beş maçını kazanırken 19 gol atıp sadece 1 gol yemişti. Sonra liderde birden bir düşüş başladı ve bu kez dört beraberlik bir mağlubiyetten oluşan bir seri yaşadı. Üstelik o mağlubiyeti artık baş rakibi haline gelen takım karşısında almıştı. 17’nci hafta maçında kaptan Murat’ın frikikten attığı golle, Karşıyaka Göztepe’yi 1-0 yenince puan farkı bire indi. Bunun üstüne Göztepe ilk yarının son iki maçını berabere bitirince Karşıyaka 27 puanla liderliği ele geçirdi. Göztepe 26 puanla ikinci, Altınordu 25 puanla üçüncüydü. Bunun üzerine Fevzi Zemzem’in görevine son verildi. Yerine Altınordu teknik direktörü Erkan Velioğlu getirildi.

O sezonun ilk yarısını Göztepe taraftarı Haydar Evrenosoğlu şöyle özetliyor: “Sezonun 3’üncü haftasında, aynı gece Göztepe Ödemişspor’la, Karşıyaka Yeşilova’yla oynadı. Kapalı tribünün üçte biri Karşıyaka, üçte ikisi Göztepe taraftarıyla doluydu. Karşıyaka birden kendini İkinci Lig’de bulunca seyircisi otomatikman arttı. O gün maç çıkışında kavga çıktı. Ben gidişat değişti, artık Karşıyaka asılacak diye düşündüm. Ertesi hafta ihtilal oldu. Sonra İzlanda milli maçı oldu. İki hafta ara verilince biraz soğudu ortalık. Sonra biz kazanıyoruz, onlar kazanıyor. Biz berabere kalıyoruz, onlar kazanıyor. Altınordu bu arada üst sırayı zorluyor. Bu şekilde ilk yarıdaki Karşıyaka-Göztepe maçına kadar geldik. Kapalı tribünde yarı yarıya seyirci vardı. Karşıyaka bizi 1-0 yenince işin rengi bir anda değişiverdi.” Karşıyaka taraftarı Sadullah Celen de bu konuda şunları söylüyor: “Bizim başlangıçta şampiyonlukta bir iddiamız yoktu. İlk yarıdaki Göztepe-Karşıyaka maçında Karşıyaka basketbol takımı tribüne girdi; önde Nadir, arkada Şadi filan. Biz onları görünce şampiyon diye bağırmaya başladık. Bence Karşıyaka-Göztepe gerilimi o tezahüratla başladı. Göztepe seyircisi nereden şampiyonsunuz gibilerinden bize el kol hareketleri yaptı. Bunun üzerine Karşıyaka seyircisi onların üzerine çullandı. O maçı 1-0 kazanınca biz bir anda iddialı bir konuma geldik. Böylece Karşıyaka-Göztepe gerilimi başladı. Bu tarihlere kadar da devam ediyor. O seyirci de ondan sonra azalmadı, bugünlere geldi.”

Tarihi maçın “tarafsız” seyircilerinden, daha doğrusu Altay taraftarı Orhan Berent de o güne dek farklı bir oluşuma sahip seyirci ve rekabet yapısını şöyle anlatıyor: “O seneye kadar Göztepeli de Altaylı da futbol maçından sonra akşam spor salonunda Karşıyaka’nın basketbol maçını izlemeye gider ve Karşıyaka’yı desteklerdi. Bu maça kadar esas rekabet Altay ile Göztepe arasındaydı. Yetmişli yıllarda Karşıyaka Üçüncü Lig’de oynarken seyirci iyice azalıyor. Hatta bir maçta hiç seyirci yok statta. Gazcı Erol (Karşıyaka camiasının büyük bir saygıyla hatırladığı eski futbolcu ve yönetici, merhum Erol Özışıkçılar) seyirciyi stada çekmek için büyük çaba harcıyor.” Maçın oynandığı tarihte Milliyet gazetesi spor yazarı olan Tayyar Özdemir, geçmişteki rekabetle ilgili olarak yine Altay’ın ismini veriyor: “Önceden Karşıyaka’nın en ciddi rakibi Altay’dı. Mahalli ligin oynandığı yıllarda İzmir şampiyonluğu için yapılan maçlarda bu rekabet ön plandaydı. Eskiden bütün maçlar Alsancak Stadı’nda oynanırdı. Karşıyaka özellikle Altay’ı yendiği zaman, seyircileri taşıyan vapur Karşıyaka iskelesine kadar düdüğünü öttüre öttüre gelirdi. O zaman Karşıyaka’da oturanlar bizim takım galip gelmiş derlerdi. Göztepe o zaman çok az taraftara sahipti. Altay’ın o yıllarda çok taraftarı vardı. Sebebi mahalli ligde 14 kere şampiyon olmasıydı.”
Erkan Velioğlu’nun göreve gelmesiyle birlikte Göztepe, ikinci yarının ilk karşılaşması olan Bandırmaspor maçını kaybetmesine rağmen ardından oynadığı maçları istikrarlı bir şekilde kazandı. Bunda herhalde Velioğlu’nun soyunma odasında kendi eliyle yazdığı şiirleri okumasının futbolcular üzerinde yarattığı motivasyonun büyük etkisi vardı. O günleri, “Ben maçlardan önce konuşmalar yapar, güzel şiirler okurdum. ‘Arzularımız, isteklerimiz birleşsin, gayelerimiz tek olsun. Göztepe yine eskisi gibi İzmir’in en büyük takımı olsun,’ gibi şiirler yazardım,” diyerek hatırlıyor. Takımın tecrübeli ismi İsmail Sütçü onun bu özelliğini şöyle anlatıyor: “Erkan abi daha motive edici bir hocaydı. Maçtan önce çoğu zaman bana bakarak konuşurdu. O şekilde bilhassa bana bakarak duygusal konuşmalar yapınca benim de gözlerim sulanırdı. Hele konuşmanın sonunda bir de şiir okurdu. O zaman benim gözyaşlarım daha fazla akmaya başlardı. Türk insanı duygusaldır. Tabii teknik, taktik de veriyordu ama maç konuşması sonunda verdiği motivasyon bizi maça ciddi şekilde konsantre ediyordu.”
Altınordu 23’üncü haftadan sonra üst üste yenilgiler alarak yarıştan kopunca iki takım baş başa kaldı. 27’nci haftada Göztepe iddiasız Kütahyaspor’a yenilince, Konyaspor’u yenen Karşıyaka puan farkını ikiye çıkardı. Bu fark 32’nci haftaya kadar devam etti. Artık sezonun bitimine üç maç kalmıştı. Göztepe Konya İdman Yurdu’nu 2-0 yendi. Aynı gün Karşıyaka Balıkesirspor karşısında hiç ummadığı şekilde 1-1 berabere kalınca puan farkı bire indi. Cihan Yıldırım (Küçük Cihan) o maçı şöyle hatırlıyor: “1-0 galiptik, tek kale oynuyorduk. Balıkesir kalecisi avut atışı yapıyordu. Top ceza sahasını tam terk etmeden Murat abi topu kapıp gol attı, fakat hakem saymadı golü. Herkes itiraz etmek için hakemin yanına gitti. Onlar oyunu hemen başlattı. Ben geride tek kalmıştım. Veli diye bir oyuncu vardı. Ceza sahasının köşesinde benle bire bir kalınca ters ayağıyla kaleye çaprazdan orta yaptı. Bizim kaleci Ali ön direkteydi. Top onu aştı, arka direğe çarpıp kaleye girdi. Maç 1-1 bitti. O maçı kazansak şampiyon olacaktık.”


İki takımın zirve çekişmesi kızıştıkça taraftarlar arasındaki gerilim de artmaya başlamıştı. Aynı saatte Atatürk Stadı’nda oynanan Göztepe – Konya İdman Yurdu ve Alsancak Stadı’nda oynanan Karşıyaka – Balıkesirspor maçlarının bitiminde dağılan taraftar toplulukları, Alsancak Garı’nın karşısındaki silolarda karşılaşınca küçük çapta da olsa bir arbede meydana gelmişti. Tarihî maçtan birkaç gün önce Yeni Asır gazetesi, “taraftarlar buluşması” adıyla iki takımın önde gelen taraftarlarını bir araya getirmeyi planlamıştı. Karşıyakalılar bu toplantıya katılırken, Göztepeliler önce kabul edip sonra katılmaktan vazgeçmişti. İzmir basınının tecrübeli ismi Gürkan Ertaç, gerilimin azaltılması için yapılan ilginç bir girişimi anlatıyor: “İhtilalin izleri sürüyordu. Geceleyin sokağa çıkmak yasaktı ama dinleyen kim? Her iki takımın fanatik taraftarları stadın çevresinde sabahlamıştı. Maçtan önce iki takımın taraftar temsilcileri Sıkıyönetim Komutanlığı’na başvuru yapıp, ‘İzin verin de biz aramızda 10’ar kişilik maç yapalım. Bu şekilde hava da yumuşar,’ demişlerdi. Dönemin komutanları da bu teklifi cazip bulunca stadın önündeki beton zeminde malzemelerin taşındığı çantalardan kale yapmışlar ve aralarında maça girişmişlerdi. Ama dostluk adına yapılması planlanan maç dostça bitmedi. İki takımın taraftarları yaşanan anlaşmazlık sonucunda birbirlerine girince maç yarım kaldı.”

Böylece sıra 33’üncü haftada oynanacak Göztepe – Karşıyaka maçına geldi. Karşıyaka 50 puanla lider, Göztepe 49 puanla ikinciydi. Fark bir puana inince maç bir anda çok büyük önem kazanmıştı. Karşıyakalılar Kuşadası’nda, Göztepeliler Ayvalık Sarımsaklı’da daha hafta başında kampa girdi. Gerçi takıma o sezon katılan Hürriyet Gündoğu’nun ifadesiyle Karşıyaka, 365 günün neredeyse 300 gününü Kuşadası Tusan Oteli’nde kamp yaparak geçirmişti ama Göztepe kadrosu ilk defa o kadar uzun bir kamp dönemi yaşıyordu. Takımın tecrübeli isimlerinden Mehmet Türken’e (Fuji Mehmet) göre o kamp yararlı olmamıştı ve çok uzun süre kaldıkları için takım sıkılmıştı. Ekip zaten maçtan iki gün önce, İzmir’de her zaman kamp yaptıkları Karaca Otel’e geçti.
Maçtan önceki haftanın ilginç noktalarından biri, Metin Oktay’ın çalıştığı gazete adına iki takımın kampını ziyaret etmesiydi. Erkan Velioğlu’nun belirttiğine göre, tüm futbol camiasının büyük saygı duyduğu ünlü futbolcu iki takımın oyuncularına da, “Dostça oynayın, çok seyirci gelecek, tahriklere kapılmayın,” şeklinde tavsiyeler vermişti. Takım kamplarını ziyaret eden bir diğer ilginç isim o günlerde Merkez Hakem Kurulu İzmir temsilcisi olan eski hakem Orhan Cebe’ydi. Turgay Meto’nun belirttiğine göre Göztepe camiası maça yabancı hakem atanmasını istemiş, kendisi, “Türk hakemlerine kıtlık mı girdi?” diyerek bu öneriye karşı çıkmıştı. “Hatta niye İzmir’den olmasın dedim. Benim bu sözlerime Orhan abi, ‘Mesajını aldım, teşekkür ederim,’ diye karşılık verdi. Sonunda gerçekten İzmir bölgesinden Halil Atalık maçın hakemi olarak atandı. Çocukluk arkadaşımdı. Çok dürüst bir insandı. Ne Karşıyakalı, ne Göztepeliydi; hasta İzmirsporlu idi.”


Tarihi maçın hakemi Halil Atalık o günlere dair hatırladıklarını şöyle aktarıyor: “Orhan abi zannediyorum üç hafta kadar önceden bana tebligatı yaptı. ‘Bu maçın hakemi sensin ama kimseye bildirmeyelim,’ dedi. Ben tebligatı aldıktan sonra hiç heyecanlanmadım. Gazetelerde her gün farklı bir hakemin ismi geçiyordu. Hiç kimse benim hakem olacağımı tahmin etmiyordu. Ben işime gidip geliyordum. İşyerindeki arkadaşlarım bile hakem olacağımı bilmiyordu. Bu maçı nasıl daha güzel hale getirebiliriz diye bir çalışma yaptık. İzmir’deki hakem hocalarından iki kişiyi görevlendirdik. Birer takıma gidip oyun kurallarını, sahada nasıl davranmaları gerektiğini tekrar anlattılar. Bu eğitim iki üç gün devam etti. Federasyon Başkanı Yılmaz Tokatlı da maçtan önce İzmir’e geldi. Beni görüp tanımak istemiş. Ben iki yan hakem arkadaşımı da alarak hiçbir gazeteciye gözükmeden onunla görüştüm.”
Zamanın Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel her gün mesaiden evine, yani komutanlık konutunun bulunduğu Karataş sahiline dönerken Mithatpaşa Caddesi’nden geçiyordu. Daha Nisan başlarında şampiyonluk havasına giren Göztepe taraftarları bütün caddeyi Göztepe bayraklarıyla donatmıştı. Yaklaşan 23 Nisan bayramı öncesi ortalıkta tek bir Türk bayrağı görünmüyordu. Bu duruma içerleyen Yüksel’in verdiği emirle polisler evleri tek tek dolaşıp kulüp bayraklarının kaldırılmasını, yerine Türk bayrağı asılmasını “rica” ettiler. Maçtan önceki hafta içinde de bütün gazetelerde Sıkıyönetim Komutanlığı bildirisi yayımlandı. Buna göre maçtan önce ve sonra klakson çalınması, lehte ve aleyhte taşkın tezahürat yapılması, stada şişeli meşrubat, katı cisim ve bayrak sopası sokulması yasaktı. Turgay Meto da o yasaklarla ilgili şu ayrıntıları hatırlatıyor: “Sürekli, ‘Karşıyakalılar şuraya gidemez, Göztepeliler buraya giremez’ diye bildiri yayınlanıyordu. Anarşi tekrar patlar diye korkuyorlardı. Askerler bizi uyarıyordu, bir şey olursa burnunuzdan getiririz diye.” Haftalar ilerledikçe aynı şampiyonluk havası bütün Karşıyaka muhitine de egemen olmuştu. Bu konuda Cihan Yıldırım şunları anlatıyor: “Maçları kazandıkça şampiyonluk havasına girdik. Bizim takımın bütün oyuncularına yıldız muamelesi yapılıyordu. Çarşıya çıkamaz olmuştuk yoğun ilgiden dolayı. O maçtan on gün kadar önce, 5 Mayıs akşamı Hıdırellez nedeniyle Karşıyaka sahilinde büyük bir kutlama yapılmıştı. Alaybey’den Bostanlı’ya kadar yol trafiğe kapatılmış, karnaval düzenlenmişti. Muazzam bir kalabalık vardı. Her tarafa yeşil-kırmızı bayraklar asılmıştı.”

Bu arada maç yaklaşırken ortalıkta çeşitli söylentiler de dolaşmaya başlamıştı. Haydar Evrenosoğlu o dedikoduları şöyle hatırlıyor: “Sıkıyönetim maçı İstanbul’da oynatacakmış. Ardından bir başka balon, maç seyircisiz oynanacakmış. Sonra bir balon daha, o maçı oynatmayacaklarmış, sezon sonu Ankara’da tek maç oynanacakmış. İnsanlar inanıyordu da bu dedikodulara.” Maçın heyecanına sadece taraftarlar ve İzmir basını değil, İstanbul’un futbol camiası da kendini kaptırmıştı. Bütün Türkiye’nin bu maça kilitlendiğini belirten Turgay Meto, gazetelerden İstanbullu futbolcuların idmanlarda kendi aralarında Göztepe mi yoksa Karşıyaka mı kazanır diye toto oynadığını okuduğunu söylüyor. Gürkan Ertaç’ın hatırladıkları da bu durumu doğruluyor: “Önemli milli maçlarda bile tam dolmayan 240 kişilik basın tribünü salkım saçak doluydu. İstanbul basını bile Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray maçlarını bırakıp maça gelmişti. Trabzon’dan, Ankara’dan, Balıkesir’den, kısacası Türkiye’nin dört bir yanından gazeteciler İzmir’e akın etmişti. Bu arada Şeref Tribünü de yüksek rütbeli askerlerle dolup taşmıştı. Kimse onları çıkarmaya cesaret edemiyordu, iki kulübün yöneticileri bile onların izniyle koltuklara oturabiliyordu.”

İzmir spor basınının tecrübeli ve usta kalemi Okan Yüksel bu maçın tarihî önemini şu sözlerle anlatıyor: “Türkiye’de son 55 sene içinde çıkan ne kadar spor dergisi varsa hepsinde ya muhabir, ya yazı müdürü, ya yazar olarak görev yaptım. Ben maçı kapalı tribünün Karşıyaka’ya ayrılan bölümünde, 1969-70 şampiyonluğunu kazanan Karşıyakalı iki futbolcu arkadaşımla beraber izledim. Biri sol bek meşhur Harbiyeli Saim Çınar, diğeri sol açık Burhan Gürel’di. Değil Türkiye’de, Dünya spor tarihinde, bir ikinci lig maçında böyle kaliteli ve kantiteli bir seyirci kitlesi yoktu. Biletli 60.060 seyirci vardı. Rakamlar bile şiir vezni gibi. Onun dışında görevliler, kaçak girenlerle 80 bini geçti. Bu Dünya rekorlar kitabına girdi.” Basın kartını bu maçtan birkaç ay önce almış olan dönemin genç gazetecisi İbrahim Akbulut da o günleri ayrıntılı biçimde hatırlıyor: “O tarihte Yeni Asır’da gece sekreteri olarak çalışıyordum. O maçı basın tribününde değil kapalı tribünde izledim. Basın tribününün hemen bitişiğinde oturuyordum. Zaman zaman da ihtiyaçlar için geçiş yapmıştım kartımı kullanarak. Sadece İzmir değil, Türkiye haftalar öncesinden o maça yoğunlaştı. Televizyonların olmadığı, insanların yazılıp çizilenlerle beslendiği bir dönemdi. Medya da tansiyonu sürekli yüksek tuttu. İstanbul’dan da yoğun ilgi vardı. İyi ki tıfıl bir muhabir olarak ben kapalı tribüne gitmişim, basın tribününe gitsem orada ayakta kalacaktım. İstanbul medyasının bütün ağır abileri o maçta basın tribünün baş köşesine kurulup maçı seyrettiler.”
16 Mayıs 1981 Cumartesi günü oynanacak maçın biletleri Cuma günü Alsancak Stadı, Göztepe Stadı, Karşıyaka Stadı, Atatürk Spor Salonu gibi şehrin muhtelif noktalarında satışa çıkmıştı. İki takımın taraftarları dışında İzmir’in diğer kulüplerini tutan taraftarların da yoğun ilgi göstermesi nedeniyle uzun bilet kuyrukları oluşmuştu. Haydar Evrenosoğlu’nun kuyruğa girdiği Göztepe Stadı’nda öğlen 12’de satışa sunulan biletler bir saat içinde tükenmişti. Aynı saatlerde Karşıyaka iskelesinde kuyruğa giren Sadullah Celen de biletler çabucak tükenmeden almayı başarmıştı. Nihayet maç günü geldi çattı. Sabahın erken saatlerinden itibaren İzmir’in ve Ege’nin muhtelif yerlerinden binlerce kişi Atatürk Stadı’na gitmeye başladı. Belediyenin tahsis ettiği otobüsler yetersiz kalınca, insanlar çareyi yürümekte buldular. Bunlardan biri de İbrahim Akbulut’tu: “16 Mayıs sabahı Güzelyalı’da yaşayan binlerce insan Halkapınar’a yürüyerek gitti. Ben de yürüyerek gittim. Yine de gazeteci alışkanlığı ve taze muhabir olmanın heyecanıyla yanıma fotoğraf makinesi de almıştım.” Otobüsle erkenden gelen, Sadullah Celen’in de aralarında bulunduğu “öncü” Karşıyaka taraftarlarının amacı şeref tribünü üzerinde bulunan iki-üç bin kişilik bölgeyi ele geçirmekti. Kendisi bu mücadelenin detaylarını ve enteresan bir anısını anlatıyor: “Kapı açılır açılmaz 150 kişilik bir grupla orayı ele geçirdik. Sonra Göztepe taraftarı 300 kişi kadar olunca hücum etti, biz geriye kaçtık. Sonra biz 500 kişi olunca tekrar orayı aldık. Biraz sonra Karşıyakalı sutopçu Ahmet Karluk Göztepe tarafına en yakın kısımdan elinde büyük bir Karşıyaka bayrağıyla tribüne girdi. Bunu gören Göztepeliler bayrağı almak amacıyla Ahmet’in üzerine atladılar. Ahmet sutopçu olduğu için iri yapılıydı, kolları kuvvetliydi. ‘Sancağı düşürmeden’ bizim olduğumuz bölgeye kadar geldi. ‘Kaf-Sin-Kaf’ sesleri arasında Ahmet’i kucakladık.”

Haydar Evrenosoğlu da tribünlerin dağılımıyla ilgili ayrıntıları veriyor: “Bazen internette yazılar görüyorum, o maçı yan yana, kol kola seyretti iki takım taraftarı diye – alakası yok. Arada mavi berelilerden oluşan bir duvar vardı. Açık tribünde de aynı şekildeydi. Kapalının sağ tarafı, Sanayi kale arkası, açık tribünün yarısı Göztepe’ye aitti. Diğer yarıdan itibaren Mersinli kale arkası ve kapalının sol tarafında Karşıyaka taraftarı vardı.” İki takımın taraftarı dışında Ege’nin hemen her şehrinden, kasabasından insanlar bu maçı seyretmeye gelmişti. Hatta Göztepe santrforu Sadullah’ın Ankara Çubuklu hemşerileri bile “Sadullah’tan gol bekliyoruz” yazılı pankartla tribünde yerini almıştı. Göztepelilere ayrılan, skorbordun bulunduğu kale arkasında oturan Orhan Berent, “Benim gibi tarafsız olanlar da çoktu,” diyerek ekliyor. “Yanımda bir yaşlı amca vardı. O takım tutmazmış mesela. Aynı 1977’deki Avusturya maçı gibiydi. Acaba o maç gibi dolacak mı diye düşünürken stat doldu gerçekten.” İbrahim Akbulut’un söyledikleri Berent’i doğruluyor: “Atatürk Stadı’na kim bilir kaç kere maç seyretmeye gittim, merdivenlerde bile santimetrekareye birkaç insan düşüyordu. Öylesine yoğun bir kalabalık vardı. Şunun altını çizmek lazım; o heyecan tek taraflı bir heyecan değildi. Bütün İzmir’i sarmıştı o heyecan. İzmir’de ilgili ilgisiz, o güne kadar hayatında maç seyretmemiş pek çok insan bile o gün maçtaydı.”

Seyirciler statta yerini almaya başladığı sırada futbolcular da maçın heyecanını artık iyice hissediyordu. “Maç sabahı otelde çok heyecanlıydım,” diyen Karşıyakalı Hürriyet o sabahı anlatıyor: “Saat on buçukta kahvaltı ettik. On bir gibi arabalara binip stada gelecektik. Turgay Hoca benim gergin şekilde dolaştığımı görünce barmene gitti, küçük bir kadeh viski istedi. Kadehi bana uzatıp iç dedi. ‘Hocam ama maç var,’ dedim. ‘Ne biliyorsun oynayıp oynamayacağını, iç diyorum sana,’ dedi. ‘Tamam hocam,’ dedim, çikolatayla birlikte içtim viskiyi ve gerçekten biraz sonra sakinleştim.” Karşıyakalı futbolcular Atatürk Stadı’na yaklaştıkları zaman, tribünlerin tahmin etmedikleri şekilde daha o saatte tamamen dolduğunu görmüşlerdi. Cihan Yıldırım hiç unutamadığı o manzarayı şöyle anlatıyor: “Eski Şaraphane’den Atatürk Stadı’na giden yola girdik. Oraya girdiğimiz sırada otobüsten açık tribünün üst tarafını gördük. Maçın başlamasına daha birkaç saat olduğu halde tribünün tepesine kadar dolduğunu görünce çok şaşırmıştım.”

16.00’da başlayacak maçtan önce 14.00’te İzmirspor-Yeşilova maçı oynandı. Hakem Halil Atalık yardımcılarıyla birlikte o maçın ilk yarısını tribünde seyrettikten sonra aşağı indi. “Eski hakem ağabeylerimizden birkaç kişi odaya gelip bize moral verdiler. Zaten benim heyecanlı bir yapım yoktur. Özel bir şirkette çalışıyordum. İşyerinde hafta sonuna kadar iş temposuyla bardak dolup taşıyor. Hafta sonunda sahanın o yeşiline bastığınız zaman bütün her şey bitiyor. İşin bir güzel tarafı da Pazartesi işe gittiğim zaman çok rahatlamış oluyordum çünkü bardak boşalmış oluyordu. Belki ağabeylerim bile benden daha heyecanlıydılar.”

Bu maçın Erkan Velioğlu için özel bir anlamı vardı. Rakip teknik direktör Turgay Meto’yla çok yakın arkadaştı. “Turgay beni İzmir’e getirten, beni yöneticilere metheden insandır. Amatör Milli Takım’da tanışmıştık. Ben İzmir’e geldiğim zaman onun evinde kaldım. Kendisi yerde yattı, beni divanda yatırdı. Akhisarlıdır Turgay, evine giderken benim çamaşırlarımı götürür, annesine yıkatırdı. Kader bizi o maçta onunla karşı karşıya getirdi.” Maç öncesinde soyunma odasındaki atmosferiyse şöyle hatırlıyor: “Niye soyunmuyorsunuz diye sordum çocuklara. Hocam takımı okumadınız ki dediler. O kadar maç üst üste kazanan takımı niye değiştireyim dedim. Güldüler ve soyunmaya başladılar. O maçtan önce çok heyecanlandıracak tarzda şiirler okumadım onlara, heyecan başarıyı alır çünkü. ‘Ölüm yok bunun sonunda,’ anlamında bir konuşma yaptım.” Nitekim İsmail Sütçü de, “O maçtan önce sinirine hakim olma, telaşı yok etme anlamında bir konuşma yaptı çünkü telafisi olmayan bir maçtı,” diyerek onu doğruluyor. Turgay Meto ise çalıştırdığı takımlarda maç kadrosunu son ana kadar açıklamamasıyla ün salmıştı. Bu durumu, “Ben de bilmem çünkü son ana kadar kimi oynatacağımı,” diye izah ediyor. “Maça gidene kadar oyuncu yolda sakatlandı, midesi bulandı diyelim. Sonra onun yerine oynatacağın adamı kolayca oynatamazsın. Maç sabahı takımın çoğunu belirlemiş oluyorsun ama her maçta iki üç kişi son anda belli oluyor. Yolda gelirken bile rakibin durumuna göre o iki üç kişiyi düşünürdüm.”

Karşıyaka soyunma odasının atmosferiniyse Hürriyet Gündoğu anlatıyor: “Yere havlular serildi. Herkes havluların üstüne yattı, ayaklarını taburelerin üstüne uzattı. Turgay Hoca kadroyu açıkladı. Kalede Ali diye başladı. Benim kalbim küt küt atıyor. Oynamak istiyorum ama bir yandan da oynamasam üzülmeyeceğim. Neyse takım açıklandı, ben orta sahanın ortasındayım. Hoca bana, ‘Fuji nereye, sen oraya. O dışarı çıktı, sen de çıkacaksın,’ dedi. Isınmak için sahaya çıkmadık. Koridorda ısındık. Sonunda maç saati geldi. İlk önce biz fırladık sahaya. Bir uğultu, bir konfeti yağmuru, anlatmanın imkânı yok. Ben bir daha o kadar kalabalık seyirci görmedim. O kalabalığı, o konfetileri filan görünce şaşırdım ben. Aydın’dan kardeşlerim gelmişti ama o kalabalıkta onları görmem mümkün değil. Sahada ısınırken kendimi çimdikledim bu gördüklerim gerçek mi diye.” O sezonun sonunda futbolu bırakan Mehmet Türken ise tecrübeli olduğu için daha sakindi: “Maç başlayıncaya kadar çok gergindik tabii ama maç başladığı anda o gerginlik kalktı. Stattaki kalabalıktan pek etkilenmedim çünkü daha önce milli maçlarda ve Avrupa maçlarında o kalabalığı yaşamıştım.”

Bu atmosferde başlayan maça Karşıyaka Ali – Enver, Küçük Cihan, Erhan, Meftun – Büyük Cihan, Hürriyet, Gürol – Ahmet, Murat, Sami tertibiyle, Göztepe de Ercan – Erhan, İsmail, Büyük Kenan, Sadettin – Metin, Küçük Kenan, Fuji Mehmet – Fevzi, Sadullah, Küçük Ali dizilişiyle çıktı. Maç boyunca iki tarafın da aşırı tedbirli oynaması yüzünden fazla gol pozisyonu olmadı. Karşılaşmanın en önemli iki pozisyonunun kahramanları Göztepeli Sadullah ile Karşıyaka kalecisi Ali’ydi. 40. dakikada Erhan’ın ortasında Sadullah’ın aşırttığı topu Ali geriye doğru uçarak kepçeledi. 79. dakikada yine Sadullah’ın köşeye doğru giden kafa şutunu Ali uçarak kornere attı. “Mastika” Ali, gerek Göztepeli gerek Karşıyakalı futbolcuların belirttiği üzere, havadayken topa adeta ikinci bir hamle yapmıştı. Maç son derece centilmence bir hava içinde geçti. Halil Atalık da bunu şu sözleriyle onaylıyor: “Futbolcular iyi niyetliydi. Fazla itiraz olmadı. Maçta sıkışık bir ceza sahası oluştu ama itmeler, kakmalar olmadı. Sorun çıkaracak fauller de çok az oluştu. Maç öncesi eğitimin onlara çok faydası oldu. Kart gösterip göstermediğimi bile hatırlamıyorum.” Maçtan önce yaşanan gerilimin aksine, maç günü tribünde ve sahadaki hadisesiz atmosferi Okan Yüksel şu sözlerle vurguluyor: “Gözlerimin ekranında sanki o günü izliyorum. Akınlar, karşı akınlar, kale önündeki heyecanlar, antrenörler, 80 bini aşkın seyirci, şarkılar, türküler. İki takımın oyuncuları da gerçek anlamda birer şövalye kibarlığında, futbolun centilmenliği içindeydiler. Hiçbir hadise olmadan bitti. Bugünden baktığımızda o günün ne kadar önemli ve güzel olduğunun bilincine varıyoruz.”




Maç 0-0 berabere bitince bir puan önde olan Karşıyaka sevinen taraf oldu. Turgay Meto’nun belirttiğine göre takım maçtan sonra statta tur atmış, tribünler şampiyon diye inlemişti. Nitekim gazetelerde maç sonrası çekilen fotoğraflara bakıldığında Karşıyakalı futbolcuların omuz omuza vererek kendi seyircisine koştuğu görülüyor. Maçtan sonra futbolcular birbirini centilmence tebrik etti. İşte o sırada iki takım kaptanı arasında geçen konuşmayı Mehmet Türken şöyle aktarıyor: “Karşıyaka’nın kaptanı Murat, ‘Seneye siz de çıkarsınız inşallah,’ dedi. Ben de ona, ‘Daha maçlar bitmeden konuşma,’ dedim. ‘Yok yok, bence siz artık seneye hazırlanın dedi.”



Maçı 60 bin biletli seyirci izlemişti. Fakat o tarihlerde her türlü amatör branş dahil tüm sporculara serbest giriş kartı verildiğini ve kaçak girişlerin çok yaygın olduğunu düşünürsek herkesin dilinde dolaşan 80 bin seyirci gerçekçi bir rakamdı. Turgay Meto’nun dikkat çektiği üzere bu maçı dünyada eşsiz kılan husus 80 bin kişinin yarısının Göztepeli yarısının Karşıyakalı olmasıydı: “İspanya’da mesela bugün 100 bin kişilik derbiler oynanıyor ama 90 binden fazlası Real Madrid veya Barselona taraftarı oluyor. Bizim maçta tribünlerin yarısı sarı-kırmızı, yarısı yeşil-kırmızı renklere bürünmüştü. O yüzden bırak o stadı, dünyada bile bir daha öyle bir maç yaşanmaz.” O günlerdeki sıkıyönetim ortamının da büyük payıyla maç öncesi ve sonrası hiçbir olay çıkmadı. Ayrıca Göztepe taraftarının çoğu şampiyonluk gitti düşüncesiyle maç bitiminde stattan ayrılırken Karşıyaka seyircisi takımı tribünlere çağırıp kutlama yapmıştı. Böyle olunca iki takım taraftarları birbiriyle fazla karşılaşmadan stattan ayrıldı.

Gelgelelim, 1980-81 sezonunun son haftasında oynanan maçlar Karşıyaka camiasını üzüntüye, Göztepe camiasını sevince boğdu. Karşıyaka deplasmanda Bandırmaspor’la karşılacak, Göztepe İzmir’de Balıkesirspor’u ağırlayacaktı. Karşıyakalı taraftarlar TCDD’den kiralanan özel trenle maçtan bir gece önce Bandırma’ya hareket ettiler. Camia şampiyonluğa o kadar inanmıştı ki, Basmane Garı’nda yeşil-kırmızı bayraklar ve çiçeklerle süslenen tren, Bandırma’ya gitmek üzere Karşıyaka istasyonuna geldiğinde, mahşeri bir kalabalık tarafından karşılanmıştı. Metin Oktay’ın da taraftarlarla birlikte olduğu bu trende yer bulamayanlar kendi araçlarıyla ve otobüslerle Bandırma’ya gitmişlerdi. Karşıyaka’nın şampiyon olacağına sadece kendi taraftarları değil, Göztepe camiası bile inanmıştı. Öyle ki, Alsancak Stadı’nda oynanan Balıkesirspor maçında sadece altı bin biletli seyirci vardı. Lakin işler kimsenin umduğu gibi olmadı. Karşıyaka Bandırmaspor’la 0-0 berabere kaldı. Göztepe ilk yarısı 1-1 biten maçın ikinci yarısında 2-1 öne geçti. Balıkesirspor 82. dakikada beraberliği yakalayınca Karşıyakalı taraftarlar sevindi. Ancak Göztepe bitime iki dakika kala Sadullah’ın aşırtma kafa vuruşuyla attığı golle maçı 3-2 kazanınca şampiyon olup, bir senelik aradan sonra Türkiye Birinci Ligi’ne döndü. Turgay Meto’nun hatırlattığı gibi bugünkü ikili averaj sistemi geçerli olsa ilk karşılaşmayı 1-0 kazanan Karşıyaka şampiyon olacaktı. Cihan Yıldırım kaçan şampiyonluk fırsatını, “Bandırma maçında inanılmaz goller kaçırdık. Hele bir pozisyonda içeri giren top bizim Murat’a çarparak dışarı çıktı,” diyerek açıklıyor. Turgay Meto da bu maçı şöyle anlatıyor: “20-0 kazanacaktık, her dakika gol pozisyonu oldu. Her atakta gol pozisyonu var. Giriyoruz, kaçırıyoruz, futbolcum heyecanlı, olmuyor. Seksende Göztepe maçı oldu mu berabere. Bütün tribün ‘Şampiyon Karşıyaka,’ diye bağırmaya başladı. Benim takımımın bütün hücum gücü bitti çünkü futbolcular bari 0-0’ı koruyalım diyorlar. Son iki-üç dakika gol yememek için oynuyorlar. Bizim maç bir bitti, Göztepe 88’de gol atmış, yıkıldık.”

Bir şölen havası içinde Bandırma’ya akın eden Karşıyakalı taraftarlar, takımları 0-0 berabere kalınca matem havası içinde İzmir’e döndüler. Göztepe camiasıysa kısa süren bir şaşkınlığın ardından şampiyonluk kutlamalarına başladı. İbrahim Akbulut Balıkesirspor maçı ve sonrasındaki atmosferi şöyle anlatıyor: “İki maç arasındaki farkı birebir yaşadım. Balıkesir maçında o heyecanı duyamadık biz. Son maçta stadyum dolmamıştı. Herkes Karşıyaka’nın Bandırma’dan galibiyetle döneceğine inanmıştı, takım da dahil. Takım yürüyerek oynadı. Tribündekiler radyodan diğer maçı dinliyor. Ne zaman ki maçın berabere bittiği öğrenildi, tribünden bir ses yükseldi. İşte o olay takımı ateşledi. Göztepe cephesinde o gün şampiyonluğa dair hiçbir hazırlık yoktu. Rahmetli Şevket Özçelik, maç 3-2 bittikten sonra bana, ‘Git Güzelyalı’da neler var, toparla,’ dedi. Güzelyalı’da dolaşıyorum, millet alelacele bayrak asmaya çalışıyordu. O kadar hazırlıksız yakalanmıştı camia. Tabii ortam çok kısa sürede bir şölen havasına dönüştürüldü ama yine de 15 Mayıs gecesindeki hava olmadı. Yani maçtan önceki gece yaşanan atmosfer sezon bitiminde yaşanmadı.”
16 Mayıs 1981, Türkiye futbol tarihine unutulmaz bir gün olarak geçti. Ne var ki İzmir futbolu o günden sonra eski parlak zamanlarına bir daha kavuşamadı. Göztepe Birinci Lig’de sadece bir sene tutunabildi ve tekrar İkinci Lig’e düştü. 17 yıllık bir aradan sonra şampiyonluk sevinci yaşasa da üst seviyede yine uzun süre kalıcı olamadı. Üstelik bu kez yaşadığı düşüş çok şiddetli oldu ve bir zamanlar Avrupa’da yarı finale çıkmış kulüp, üç senede amatör kümeye kadar indi. İki sezon amatör kümede mücadele eden Göztepe, inişli çıkışlı bir serüvenin ardından 14 yıl sonra, artık Süper Lig adını almış olan en üst kademeye dönmeyi başardı. Karşıyaka ise 1981’deki o tarihî maçın ardından beş sezon boyunca şampiyonluk mücadelesine devam etti ve Birinci Lig fırsatını ya averajla ya küçük puan farklarıyla rakiplerine kaptırdı. Kaf Sin Kaf muradına 1986-87 sezonunda ererek Birinci Lig’e yükseldi (Karşıyaka basketbol takımı da o sezon ilk kez Türkiye Deplasmanlı Basketbol Ligi şampiyonluğunu kazanmıştı). Ne var ki Karşıyaka da, rakibi Göztepe gibi üst seviyede kalıcı olamadı. İki kez düşüp tekrar çıkarak yedi yıl mücadele ettiği Birinci Lig’e 1995-96 sezonunda son kez veda eden yeşil-kırmızılılar, o tarihten sonra uzun müddet İkinci Lig’de (günümüzdeki Birinci Lig) mücadele ettiler. Karşıyaka 2009 ve 2010’da play-off maçları oynayıp Süper Lig kapısını zorlasa da hedefine ulaşamadı. İki rakip aynı ligde son kez 2015-16 sezonunda (şimdiki Birinci Lig’de) mücadele ettiler. İlk yarıdaki maçı Karşıyaka 1-0 kazanırken, sezonun ikinci yarısındaki maç 2-0 Göztepe’nin galibiyetiyle bitti. Kaf Sin Kaf o sezon puan cetvelinin son sırasında yer alarak İkinci Lig’e düştü. Sorumsuzca yapılan yüksek meblağlı transferler sonucu büyük bir borç yükü altına giren Karşıyaka bu kademede de iki sezon tutunabilip Üçüncü Lig’e düştü. İzmir’in en eski Türk kulübü, son üç sezondan beri altyapısından yetiştirdiği gençlerle profesyonel liglerin son kademesinde ayakta kalma mücadelesi veriyor.
1980-81 sezonunda Göztepe ve Karşıyaka camiaları arasında şiddetlenen rekabet, iki kulübün o tarihten sonra aynı ligde çok az birlikte mücadele etmesine rağmen gittikçe tatsız bir hal aldı ve ölümlü hadiselere bile yol açtı. Bu duruma en çok eski kuşaklar üzülürken İzmir’in duayen spor yazarları onların hislerine tercüman oluyor. Gürkan Ertaç’ın bu konuyla ilgili görüşleri, bu rekabet nasıl bu hale geldi sorusunu akla getiriyor: “Doğma büyüme İzmirliyim. Her iki camiadan da, Karşıyaka’dan da, Göztepe’den de tanıdığım yüce insanlar var; başkanlar, yöneticiler, antrenörler, sporcular ve taraftarlar. 81 yaşına geldim, hâlâ Göztepe-Karşıyaka nefretinin kaynağını bilemiyorum. Eskiden bu takımların efsane kadrolarındaki Gürsel Aksel’ler, Gode Cengiz’ler, Nevzat’lar, Halil’ler, Erol Baş’lar aralarındaki önemli maçlarda sahada kıyasıya savaşır, maç sonrası Kemeraltı’nda Birol’un yerinde köfte partisine omuz omuza giderlerdi. Ben Karşıyaka’nın namlı kabadayısı Arap Osman’ın (Ateş) Alsancak Stadı’nda Göztepeli futbolcuya küfrettiği için bir Karşıyakalı taraftarı yaka paça dışarı attığını bilirim. Ne oldu da bu sevgi nefrete dönüştü anlayamıyorum. Sulh girişimleri de fayda etmedi, etmiyor. Karşıyaka’nın eski milli yüzücüsü ve basketbolcusu Yüksel Böke’nin Karşıyaka’dan Göztepe’ye dostluk için yüzme girişimi de, ‘Gelme yoksa iskelede ateş ederler,’ tehdidi ile yapılamadı. Göztepe Başkanı Mehmet Sepil’in Karşıyaka’nın bir önemli basketbol maçına giderek moral vermesinin de gerisi gelmedi.” Tayyar Özdemir de rekabetin vardığı boyut konusunda şunları söylüyor: “80 bin kişinin izlediği maçtan sonra Karşıyaka ile Göztepe arasındaki maçlar daha da iddialı duruma geldi. Bu iki takım ayrı liglerde oynasa bile o mücadeleleri hâlâ devam etmekte. Zaman içinde bazen Göztepeliler Karşıyaka’ya gidemez oldu, Karşıyakalılar da Göztepe’ye gelemez oldu. Bir maçın sonucunda bu hale gelinir miydi? Maalesef gelindi.”
Futboldaki rekabeti düşmanlık değil çekişmeye dayalı dostluk olarak gören eski kuşaklar, Karşıyaka’nın Süper Lig’de Göztepe’ye rakip olacağı, onların yanına Altay’ın, Altınordu’nun, İzmirspor’un da katılacağı günlerin hayalini kuruyorlar. Son sözü, bir şiir vasıtasıyla Karşıyaka-Göztepe rekabetinin gerçek niteliğini bize hatırlatan Okan Yüksel’e bırakalım: “Hava Harp Okulu Göztepe’deyken Harbiye’yi bitiren, daha sonraları hava albayı rütbesine erişen şair ağabeyimiz Erdoğan Çokduru vardı. Onun ünlü bir dörtlüğünü aktarayım: Güzelyalı’dan bir okaliptüs / Bir palmiyeye vurulmuş Karşıyaka’dan / Gelgelelim arada koskoca deniz / Ah palmiye, ah okaliptüs. Bu dört dizelik şiir Karşıyaka vapurunda tahtaya oyularak asılmıştı. Bu şiir Karşıyaka ile Göztepe arasındaki rekabeti gösterirdi ama bu rekabet aslında gizli bir dostluk ve çekişmenin simgesiydi. Düşmanlık ve barbarlık çerçevesinde bir rekabet değildi.”


16 Mayıs efsanesine yakışan güzellikteki bu özenli yazı için teşekkürler Fethi Aytuna..
BeğenLiked by 1 kişi
Uzun zamandır okuduğum en bilgilendirici en keyifli ve objektif yazı. Bu bilgilerin hiçbir arama motorunda yer almadığı düşünüldüğünde, tam olarak bir mikro tarih çalışması diyebiliriz. Olağanüstü!
BeğenBeğen