Ali, Küçük Mehmet, Çağlayan, Hüseyin, Büyük Mehmet, Nevzat, Nihat, Ertan, Fevzi, Gürsel, Halil. Altmışlı yılların ikinci yarısında bütün Türkiye’nin ezberlediği, Göztepe takımının “efsane” denilen kadrosundaki isimlerdi bunlar. Bunların bir kısmı ellilerin sonunda, büyük çoğunluğu altmışların başında takıma katılmıştı. Bu kadroyu tamamlayan son isimlerden biri, 1964-65 sezonunda Göztepe’ye katılan Ertan Öznur’du. Bazı takım arkadaşlarını çocukluğundan beri tanımasına rağmen futbola İzmir Demirspor’da başlamış, kısa bir İstanbul serüveni yaşamış, Demirspor’a geri dönüp bir sene daha oynadıktan sonra nihayet Göztepeli olmuştu. Adnan Süvari yönetiminde çok parlak birkaç sezon yaşayıp Türk futbol tarihine geçen Göztepe takımının değişmez oyuncusu, 26 Haziran sabahı, uzun yıllardan beri yaşadığı Alaçatı’da geçirdiği kalp krizi sonucu 77 yaşında hayata veda etti. Sağlığında yüz yüze yaptığımız uzun sohbette bize çocukluk yıllarından başlayarak sporculuk hayatını anlatmıştı. Daha sonra onun yer aldığı Göztepe takımıyla ilgili yaptığımız uzun telefon sohbetlerinde, sorularımıza verdiği detaylı cevaplar çok değerli bilgiler içeriyordu. Futbol tarihimizin ölümsüz isimleri arasına katılan Ertan Öznur’un aşağıda okuyacağınız hayat hikâyesini çeşitli zamanlarda yaptığımız sohbetlerden derledik. Öncelikle çocukluk yıllarını ve futbola nasıl başladığını onun anlatımıyla aktarıyoruz.

“Ben 1944 yılında Afyon’da doğmuşum. Ailenin ilk çocuğu ve ilk torunum. Anne tarafım İstanbulludur. Rahmetli dedem savaşta, Selanik’ten kaçıp önce Kırklareli’ne, sonra İstanbul’da Üsküdar’a yerleşiyor. Babam askerliğini İstanbul’da yaparken annemle tanışıyorlar, evleniyorlar. Babamın ailesi de yörük. Kütahya, Afyon, Eskişehir’de çiftçilik yapıyorlar. Yörükler annemi istemiyorlar. Babam Devlet Demiryolları’nda memur oluyor. Malatya vs. birçok vilayet dolaşıyorlar. Dedem de vefat ettikten sonra ben doğunca babamın annesi yumuşamış. 1949’a kadar Afyon’da yaşadık. O tarihte İzmir’e geldik. Önce bir buçuk sene kadar Kahramanlar’da oturduk, kiralık bir evde. Sonra Şirinyer’de ev aldılar, o zamanlar adı Kızılçullu’ydu. Çocukluğum Şirinyer, Buca’da geçti. O zamanlar bir ev burada, bir ev yüzlerce metre ötede, çok geniş bir alanda tek tek evler vardı. Komşuluk, hatır gönül sorma, gidip gelme çok iyiydi.”
“Top oynamaya Kahramanlar’da, sokakta başladık. Nevzat’la aynı sokaktaydık. Onun bir takımı, bizim bir takımımız, mahalle maçı yapardık. İki tane taş koyup kale yapardık, komşular hep kızardı. Top oynuyorum, ayakkabı eskitiyorum diye babam hep kızar, döverdi. Okulda hocalar şikâyet ederdi. Teneffüste oynuyoruz, sınıfa bir giriyorum pancar gibi. Bir gün babam, ‘Bir daha top oynadığını görürsem o ayaklarını kıracağım,’ dedi. Bir gün ayağıma bir çekiç vurdu, tırnağımın biri hala yoktur. Bir gün de cetveli bir salladı, kırıldı cetvel, baldırıma girdi. Bir gün Şirinyerspor Aydın’a maça gidiyordu, bana mutlaka geleceksin dediler. Ben akşamdan hazırladım malzemeleri, maça gittim. Dönüşte 50 lira para verdiler. Anneme getirdim, ‘40’ı senin, 10’u benim,’ dedim. Annem, ‘Nereden aldın bu parayı?’ diye kızdı. ‘Hiçbir yerden almadım, benim alnımın teri,’ dedim. Durumu anlattım. ‘O zaman babana söyleme, çok kızar,’ dedi. ‘Yahu söyle, ne olacak, bir yandan da okuyorum, zayıfım filan yok,’ dedim. Orta birdeydim o zaman. ‘Öyleyse ben uygun bir zamanda ona söyleyeyim,’ dedi. Nitekim söylüyor annem durumu. Babam düşünüyor, düşünüyor. Sonunda, ‘O zaman yarın sabah okula gitmesin, benle beraber gelsin,’ diyor. Ertesi sabah beraber bindik trene, Alsancak’ta indik. Gittik Demirspor’a kulübüne, bana lisans çıkarttık. 12-13 yaşında Demirsporlu oldum. Antrenörün kim dersen, Dominik ve Doğan Emültay. Doğan abi babama çok etki etti. ‘Bunun oynamasına mani olursan, karşında beni bulursun,’ dedi. Doğan abi aynı zamanda Demiryolları’nda dosyer şefiydi, müdür seviyesindeydi.”

İzmir Profesyonel Mahalli Liginde mücadele eden Demirspor’da forma giyen genç futbolcu, attığı gollerle takımının birinci olmasına büyük katkıda bulunmuş. Demirspor bu birincilikle, Bursa’da Milli Lig için yapılan terfi-tenzil ya da daha yaygın bilinen adıyla baraj maçlarına katılmaya hak kazanmış. Bu maçlar sonucu Ertan Öznur genç yaşta İstanbul’un yolunu tutmuş. “İstanbul’dan Yeşildirek Birinci Lige çıkmıştı. Demirspor da İzmir Mahalli Lig şampiyonu olmuştu. Birinci Ligden düşen üç takım, Ankara, İstanbul ve İzmir mahalli liglerinden üç birinci takım Bursa’da baraj maçları oynuyordu. Biz o maçlara gittik. Orada tanımadığım iki kişi geldi. Maçlar bitince görüşelim dediler. O zaman Çekirge’de evden bozma oteller vardı, onlardan birinde kalıyorduk. Otele geldi o kişiler. Birisi Fenerbahçe başkanı Faruk Ilgaz’mış, diğeri de bir turizm şirketinin sahibiymiş. O da hem Fenerbahçeli, hem Yeşildirek kulübünde yöneticiymiş. ‘Biz seni Fenerbahçe’ye götürmeye geldik,’ dediler. Ben başladım Fenerbahçe forvetini saymaya: sağ açık Mikro Mustafa, sağ iç Can, santrfor Şeref, sol iç Lefter, sol açık Yüksel. ‘Ben bu forvetin neresinde oynayacağım? Onu söyleyin bana,’ diye sordum. Başkan, ‘Yedek olarak gelirsin,’ deyince, ‘Ben ancak oynarsam gelirim, ben bu yaşta yedek kalırsam, futbol hayatım başlamadan biter,’ dedim. Fenerbahçe forveti çok kuvvetliydi. o zaman Şeref abiyi forvet olarak aldılar, sağ hafa koydular. ‘Ben hangisini keseceğim?’ diye sordum. Onun üzerine Yeşildirekli idareci bana, ‘Bir sene Yeşildirek’te oyna, Fenerbahçe’nin vereceği parayı ben cebimden vereceğim,’ dedi. Neden diye sordum. ‘Seni Fenerbahçe’ye angaje edeceğim,’ dedi. Ben, ‘Öyle olmaz, başka bir şey düşünelim,’ diye karşılık verdim. ‘Oynayalım, iş oraya gelirse olur,’ dedim. Böylece Yeşildirekli oldum. Bana 5 bin lira para verdiler. O zaman korkunç büyük para.”

Birinci Lig macerası fazla uzun sürmeyen Yeşildirek, 1962-63 sezonu sonunda mahalli lige dönerken, Ertan Öznur da İzmir Demirspor’a dönmüş. Bu kısa İstanbul serüveniyle ilgili hatırladıklarını şöyle anlatıyor: “Şoförler Derneği başkanı Kazım Özeke kulüp başkanıydı. Sonra o bıraktı, acayip kişiler geldi. Her şeye karışıyorlardı. Bizi Cihat Arman çalıştırıyordu. Sezon ortasında o da ayrıldı. Anormal hadiseler oluyordu. Bir hafta çıkan takım ertesi hafta yok. Bir sürü futbolcu oldu. 18 kişiyken 38 kişi olmaya başladık. O zamanlar Cumartesi-Pazar üst üste maç olurdu. Yine böyle maçlar için İzmir’e geldik. İlk maçı Altınordu’yla oynayıp 3-0 yenildik. O maçta beni oynatmadılar. Tribünde rahmetli Doğan abiyle oturuyoruz. Bana döndü, ‘Şu gittiğin takıma bak, Demirspor’da kalsan kraldın, bunlara yaranılmaz,’ diye konuştu. İdareciler arkamızda oturuyor, farkında değil. İdareciler var diye işaret ediyorum, ‘Onlardan korkum mu var,’ dedi. Ertesi gün baktım, ben takımdayım İzmirspor maçında. Bir pozisyonda top bana geldi, bomboş. Kalede Seyfi abi vardı. Bir vurdum, top direğe çarptı. Yanıma geldi, ‘Golü atsaydın, dayağı yemiştin,’ dedi. Ligin 22 takımla, iki ayrı grupta oynandığı sezondu. O golü atsam İzmirspor, grupta play-off’a kalamayacaktı. Sonra Cengiz abi iki gol attı. İzmirspor maçı 2-0 alıp play-off’a çıktı.”
İzmir Demirspor 1963-64 sezonunda yeni kurulan Türkiye İkinci Ligi’nde mücadele ederken Ertan Öznur da gollerine devam etmiş. Takım arkadaşlarını ve bir kupa maçına ait anısını şöyle anlatıyor: “İzmir Demirspor’da Şencan Fotocan, Göztepeli Hakkı abi, Göztepeli Küçük Atilla, İstanbulspor kalecisi Osman, Aydınspor’a giden Aktay Atilla vardı. Göztepe ile İzmir Demirspor Türkiye Kupası maçı oynuyor. Ben üç tane gol attım. Kalede Ali var, Namık Kemal Lisesi’nden sınıf arkadaşım. Nevzat ile ben Almanca sınıfındaydık, Ali Fransızca sınıfındaydı. Ben Nevzat’la aynı sırada oturuyordum. Ben üç tane golü atınca Nevzat, Gürsel abiye, ‘Demedim mi ben size?’ diye konuştu. ‘Ne dedin?’ diye sordum. ‘Yahu bu adamı daha baştan alalım demedim mi, ben daha okuldayken size söylemedim mi,’ diye devam etti. Daha önce Göztepe’de oynayan Hakkı abi, Demirspor’da santrfor oynuyordu. Penaltı oldu, tam aldım topu diktim, atacağım. Hakkı abi çekil dedi bana. Vurdu, topu dışarı attı. ‘Biz kupada nereye kadar gideceğiz Demirspor olarak,’ dedi. Sonunda Göztepe 5-3 yendi bizi.”

Sezon ortasında oynanan bu maç Ertan Öznur’un ertesi yıl oynayacağı yeni takımını belirlemiş. “Maçtan sonra Gürsel abi bize gelir misin diye sordu. ‘Niye gelmeyeyim, çocukluk arkadaşlarım orada,’ dedim. Kaleci Ali çocukluk, Nevzat sınıf ve çocukluk arkadaşım, Ceyhan, Kamil öyle. Nihat’la kapı komşusuyduk Kızılçullu’dan.” Böylece 1964-65 sezonunda Göztepeli olmuş genç futbolcu. Yeni takımında bir üst seviyeye çıkışını, “O sene geldiğim Göztepe Dünya çapında hürmet edilecek bir takımdı,” diyerek açıklıyor. “Ben çok şanslıyım yetiştiğim ve oynadığım kişiler bakımından. Hepsi hem asil kişilerdi, hem işi bilen insanlardı. Demirspor’da Doğan Emültay’ın eline geldim. Oradan kurtuldum, Adnan Süvari’nin eline geldim. Ben iki kişiyi Göztepe’de çığır açan insanlar olarak görüyorum. Bir tanesi Adnan abi, bir tanesi de Zeki Çırpıcı’dır. Bu çığırı açarken, hep yeniliğe açık kişiler. Masraf olur filan düşünmüyorlar. Adnan abi hiçbir zaman bizi götürüp Çankaya’da bir otelde bırakmaz, ya Efes ya Sheraton Oteli olacak, yoksa almayın derdi. Eskiden Yeşildirek’le veya Demirspor’la Ankara’ya giderdik, Ulus’ta köhne bir otelde kalırdık. Adnan abiyle gittiğimizde, Dedeman’dan başka otelde kalmazdık. İlk önce futbolcuya kaliteyi vereceksin. Orly Havaalanından Fransa’ya giriyoruz. Mihmandar, ‘Türkçe mi Fransızca mı konuşayım sizinle,’ diye sordu. Adnan abi, ‘Hangi lisanla istersen,’ diye cevap verdi. Almanca, Fransızca, İtalyanca, İngilizceyi anadili gibi bilirdi. Adnan abi hazırlık döneminde lise takımları veya amatör takımlarla maç alırdı, oyuncular birbirine koordinasyon sağlasın, arkadaşı ne yapıyor görsünler diye. Bir de niye hafif takımla alıyor? Hareketlerini tam anlamıyla yapabilsinler diye.”


Yazının girişinde belirttiğimiz gibi, Ertan Öznur’un katılmasıyla birlikte Göztepe’nin bugün “efsane kadro” olarak anılan on biri tamamlanmış. Ancak Avrupa kupalarında kazanılan göz kamaştırıcı başarılara ulaşmak kolay olmamış. Bütün ülkeyi sevince boğan galibiyetlerden önce sancılı bir süreç yaşanmış. 1965-66 sezonunda, Almanya’nın o zamanlar en kuvvetli takımlarından 1860 Münih’le oynanan Fuar Şehirleri Kupası maçını, Ertan Öznur esprili üslubuyla anlatıyor: “1860’ı burada 2-1 yendik. Orada da az daha yeniyorduk! Adamlar bizi 9-1 yendiler! Bir gün önce pırıl pırıl hava vardı, kısa kollu kıyafetlerle dolaşıyorduk. Ertesi sabah bir kalktık, yarım metre kar var. Enteresan şey, oyunun başında kalecileri hep santrada oynuyordu. Ben bir kaptım topu, boş kaleye attım. Hava çok soğuktu. Devre arasında ben bizim çocuklara, ‘İçeri girmeyin, dışarıda koşun, hep sıcak durun,’ dedim ama girdiler. Dışarı bir çıktılar, ağlamaya başladılar. Arka arkaya goller, 7-1 oldu. Penaltı oldu, kaleci atıyor. Bir tane Türk satır almış, sahaya girdi. O kovalıyor, kaleci kaçıyor. Ne yapıyorsun dedik. ‘Ona attırmayın be yahu, gururuma dokunuyor,’ dedi. Yedi tane atmışlar zaten, atmasa ne olur! Korkunç bir takımdı, o zaman Bayern Münih’ten daha kuvvetli. En kötü maçları bizim maçmış, 9-1 bitti! Saha buzlu, onlar hep öyle sahada oynuyor.”

Ertesi sezon İtalya’nın Bologna takımıyla eşleşen Göztepe’nin deplasman maçına uzun ve zahmetli bir otobüs yolculuğuyla gitmesi, o günlerin unutulmaz anıları arasındadır. Ertan Öznur otobüs yolculuğunun sebebini şöyle açıklıyor: “O zamanki uçaklar Viscount tipi pırpırlı uçaklardı, pek konforlu değildi. Bir de çok sık uçak kazaları olmuştu; Almanya’da Manchester United, İtalya’da Torino takımı uçak kazasında ölmüştü. Millet korkuyordu o yüzden, otobüse razıyız diyordu. İtalya’ya üç gün üç gece gidiyoruz. Otobüste çok büyük zahmetler çektiğimiz halde, ona katlanıyorduk. Hep kumanyayla gidiyorduk. O gün bol miktarda sucuk yedik bir park yerinde. Otobüsün içinde yatıyoruz. Fakat suyumuz da kalmamış. Gece indim arabadan, iki tane varil gördüm içi su dolu. Kafayı sokup lıkır lıkır içtim. Sabah bir baktım, varilin içinde kurbağalar yüzüyor!”

Bu unutulmaz takımın yaratıcısı olan Adnan Süvari’den övgüyle söz eden Ertan Öznur, onun antrenman tarzını şöyle anlatıyor: “Adnan abi İngiltere’de eğitim gördüğü için İngilizlerin o zaman yaygın olan WM sistemini benimsemişti. Beş forvet mutlaka ileride oynardı. Rakibi hapsedersin. Topu aldığı andan itibaren hemen pres yaparsın. Biz o zamandan başladık prese. Antrenmanlarda hep buna çalışırdık. Maçlardan bir gün önce kroki yapılarak çalışırdık. Tabelada mutlak surette nasıl oynaman lazım geldiğini iki üç saat anlatırdı Adnan abi. Bunu antrenmanlarda tatbik ettirirdi. Devamlı anlata anlata bizim kafamıza yerleştirirdi. Mesela antrenmanlarda yaptığı uygulamaları anlatayım. ‘Top Fevzi’de, Ertan sen nerede olacaksın? Gürsel sen nerede olacaksın? Çağlayan sen nerede olacaksın?’ Mutlak surette bunları göstererek anlatırdı. Her antrenmanın başlangıcında bu olurdu. Önce tahtada gösterir, sonra sahaya çıkarsın. Antrenman başında onu gösterir, sonra ısınma, sonra tekrar bu tatbikat. Yani gösterdiklerini tatbik ettirirdi. Dura dura, benim hiç sevmediğim bir antrenman şekliydi. Durdurur, ‘Burada ne yapacaktık?’ diye sorar. ‘Sen nerede olacaktın?’ Herkese sorar. Bunlar bizim beynimize yerleştiği için maçlarda da bunları tatbik ediyorduk devamlı.”

Ertan Öznur Göztepe’nin o yıllardaki başarısının sırrını ve kendisine “Şam Şeytanı” lakabı takılmasını şöyle anlatıyor: “Biz hep dik top oynardık, yan top yoktu bizde. Yan top oynayan bizim takıma giremezdi. Hemen dışarıda kalırdı. Hep pozisyon, hep zevk verecek izleyene. Bizde kaleci hariç dokuz kişi müdafaa yapardı. Bir Fevzi kalırdı ileride. Yedi-sekiz kişiyle de hücum ederdik. Orta sahadaki oyuncuların top tekniği yüzde 90-95’ti. Müdafaada da Hüseyin ve Çağlayan teknikti. Bunu hesap edince sekiz kişinin top tekniği çok yüksekti. Top kaybı yüzde 5-10 olurdu. O yüzden maçlarımızda genellikle üçten aşağı gol yoktu. Fevzi’nin buldozerliğinden, Gürsel ve Nevzat’ın zekâsından çok istifade ettim. Ben kendi kendime futbolcu olmadım. Bunlarla beraber ben başarılı oldum. Onların iyi oynamasından ben istifade ederdim. Mesela altı gol attığım bir Feriköy maçı vardır. Fevzi vuruyor, kaleciden dönüyor. Ben boş kaleye atıyorum. Gürsel abi vuruyor, kaleciden dönüyor, ben boş kaleye atıyorum. Ben rakibin yaptığı hatayı affetmezdim, yüzde 90 goldü. Şam Şeytanı lakabı buradan geliyor. Futbol hata oyunu, ben o hatayı beklerdim.”


Bir forvet oyuncusu olarak Göztepe savunmasındaki arkadaşlarını da övgüyle hatırlıyor: “Ben Çağlayan’a hayrandım. Bir sol bek hem oyun kurup hem de teknik olarak bir takıma bu kadar faydası olur. Ben Çağlayan’a güvendiğim kadar hiçbir arkadaşıma güvenmezdim. Hiçbir zaman ağzından tek bir kötü kelime çıkmamıştır. Sana kızsa bile uzaklaşır gider. Kimseye karşı hiçbir kötü şey söylememiştir. Göztepe sevgisi de dört dörtlüktü. Bıraktıktan sonra maçlara beraber giderdik. Ben dayanamıyorum der, kaçardı. Şahane bir sol ayak, şahane bir futbolcu, şahane bir görüş, şahane bir bilgi. Klasik bekler gibi asla çakılı oynamazdı. Geride oynayan oyuncu senin kuruluşuna yardımcı olmuyorsa, başarılı olman zordur. Küçük Mehmet de öyle, müdafaasını tam anlamıyla yapan, kendine düşeni tam anlamıyla yapan bir oyuncuydu. Sabahattin abi, Hüseyin Yazıcı da öyle. Hepsi mevkilerinin en kaliteli oyuncularıydı. Bunları seyretmeyen veya bunlarla yan yana oynamayan, onların kalitesini imkânsız anlayamaz.”

Türk futbol tarihinin unutulmaz olaylarından biri Göztepe’nin ilk maçta 2-0 yenildiği Atletico Madrid’i İzmir’de 3-0 yenerek elemesiydi. Bu iki maçın saha içindeki tanığı Ertan Öznur, o günlerle ilgili hatırladıklarını anlatıyor: “Biz orada da onları yenebilirdik. Benim dışımda Fevzi, Halil, Gürsel abi gol kaçırdı. Maçtan sonra tünelden iniyoruz. Ben şarkı söylüyordum. Rahmetli Haşmet abi, ‘Sanki yenmişiz gibi şarkı söylüyorsun,’ dedi. ‘Biz bu turu atladık, sen ne diyorsun,’ diye konuştum ben de. Kaçırdığımız gollere bakıyorum, ondan dolayı öyle emin konuşuyorum. Ben öyle karşı karşıya pozisyonlarda çok fazla gol kaçırmazdım. O hususta kendime itimadım yüksekti ama orada bir heyecanlandım, bir tereddüt ettim. Topu ayağımda geveledim, geveledim, gevelerken vurdum dışarı attım. Atletico Madrid orada yenmenin rehavetiyle geldi, hiçbir beklentisi yok gibiydi. Aynı otelde kaldık. Bizi tahrik eden unsurlardan bir tanesi de buydu. Balayına gelir gibi gelmişlerdi buraya.” İspanyolların hakemin maçı 10 dakika fazla oynattığına dair itirazları konusunda da şöyle konuşuyor: “Sen 15 dakikada taç atarsan, 20 dakikada avut atışı yaparsan, hakem kafasına göre bir dakika ilave etmez mi. İspanyollar maçın başından itibaren devamlı vakit geçirmek için oynadılar. Top taca çıkıyor, mesela ben gidiyorum atmaya, topu benim elimden alıp ileriye atıyor, yani elimdeki topa müdahale ediyor. Vakit geçirmek için her yola başvurdular.”

Göztepe, Avrupa Fuar Şehirleri Kupası’nda Atletico Madrid’i eleyerek üçüncü tura çıktığı 1967-68 sezonunda, Türkiye Ligi’nde de başlangıçta çok başarılı bir performans sergileyip liderliğe yükselmişti. Ancak Atletico maçından sonra bir düşüş yaşamış ve bunun başlangıcı 12’nci haftada İzmir’de 5-2 yenildiği Ankaragücü maçı olmuştu. Sonuçta Göztepe o sezonu lig dördüncüsü olarak tamamladı. Ertan Öznur bu konuda şunları söylüyor: “O turu atlamanın bedeli olarak verdik liderliği çünkü çok büyük efor sarf ettik. İnsanların böyle başarıları görmediği o günlerde, böyle sansasyonel hareketler sonucu mutlak düşüş oluyor. Başka bir şey daha var. Bir anda dört tane sakat verdik. Ankaragücü maçını kaybettik, sakat sakat Küçük Mehmet’i oynattık. Sırf adı var diye oynattık. Kıpırdayamıyor, dönemiyor, karşısında Candan (Dumanlı) abi vardı. Üstelik ilk yarı 2-0 galiptik. Halil iki gol atmıştı. Hatta Mehmet’e yer değişelim dedim. ‘Sen nasıl sağ bek oynayacaksın,’ dedi.”

1969-70 sezonu, Göztepe’nin en parlak dönemlerinden biriydi. Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda çeyrek finale çıkan sarı-kırmızılı ekip, Türkiye Kupası’nı ikinci kez kazandıktan sonra karşılaştığı Fenerbahçe’yi 3-1 yenerek Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı da kazanmıştı. Can Bartu, Ogün Altıparmak, Nedim Doğan gibi yıldızlarıyla maçın favorisi olan Fenerbahçe, ilk dakikalarda 1-0 öne geçmişti. Ancak ilk yarı biterken Ertan Öznur durumu 1-1 yapmış, ikinci yarıda Gürsel ve Fevzi’nin attığı gollerle Göztepe kupanın sahibi olmuştu. Ertan Öznur kendisinin attığı ilk golü ve ikinci golü şöyle hatırlıyor: “Adnan abi bana kırk defa yer değiştirtti, onunla münakaşa ediyorduk. ‘Rahat bırak da oynayalım,’ diyordum Adnan abiye. Gürsel abi, ‘Gel ulan buraya!’ deyip bir pas attı. Top önüme geldi. Bir çaktım, Datcu’nun üstünden gol oldu. İkinci golde çok iyi varyasyonlarla gittik. Gürsel abiye geliyordu top. ‘Atla!’ diye bağırdım, atladı. Top bana geldi, tekrar önüne bıraktım. Bir çalım attı ya Yılmaz’a, ya Ercan’a. Bu defa ben önünde kaldım onun. Ben yere yattım. Bir çaktı, ters köşeye doksandan gol oldu.”

Ertan Öznur’un askerlik hatıraları da ilginç zira Türkiye amatör futbolunun efsanevi ismi Şakir Kuruş’un antrenör-oyuncu olduğu İzmir Denizgücü’nde görev yapmış: “İki üniversite bitirdim ama askere er olarak gittim çünkü dilekçe verdim er olmak için. 32 yaşındaydım askere gittiğimde. Gönüllü gittiğin zaman deniz askeri oluyordun. Rahmetli Şakir Kuruş’la birlikte Denizgücü’nde görev yaptım. O zaman Güney Deniz Saha Komutanı’nın yanına gittim. Baktı dosyama, ‘Biz senden çok faydalanırız,’ dedi. Subaylar oynayamıyor, ben futbol oynamak için er olmak istiyorum komutanım,’ dedim. ‘Allah Allah şuraya bak,’ dedi, hiç unutmuyorum. ‘Ben futbola aşığım, bütün düşüncem futbol oynamak,’ diye konuştum. ‘Peki seni Şakir Kuruş’un emrine veriyorum, orada er olarak yap askerliğini,’ dedi. Gittim Şakir Kuruş’un yanına, ‘Ben sana nasıl emredeceğim lan?’ dedi bana. Ben onun yardımcısı olarak çalıştım. Rahmetli bana, ‘Bir tek şey istiyorum senden. Alayda yatıp kalkacaksın, sana gece gündüz görev kartı vereceğim, istediğin zaman antrenmanlarına gidebilirsin,’ dedi. Bir ay izin hariç, 17 ay ben Denizgücü kampında yattım.”

Ertan Öznur’un askerliğini yaptığı günler, Göztepe’nin parlak başarılarla dolu döneminin sona erdiği yıllara denk gelmişti. Efsane kadronun birer birer futbolu bırakmasıyla yaşanan düşüşü şöyle anlatıyor: “Benim futbol hayatımın hemen hemen sonlarıydı. Rahmetli Sabri Kiraz Göztepe’de antrenördü. ‘Hocam beni oynatmak istediğin zaman söyle, ben hazırım. O zaman alaydan çıkayım,’ diyordum çünkü Şakir Kuruş’un antrenmanları çok ağır oluyordu; dağlarda, tepelerde koşturuyordu. Nitekim o sezon 10-12 maçta oynadım. Beşiktaş’a bir gol attım, 1-0 bitti. İki puan alıp ligde kaldık. O sıralar Göztepe için çok zor zamanlardı. Bir anda Gürsel, Çağlayan, Nevzat, Fevzi futbolu bırakmıştı. Büyük Mehmet Tire’ye gitti. Sonunda iki yaşlı – Küçük Mehmet ile ben kaldık. Yerlerine hep gençler geldi. O şekilde idare ediyorduk. O seneler ligde kaldık. Bursa’yı orada 3-2 yendik. İki golü ben attım, sakatlandım çıktım. Zaten son senemde çoğu maçı sakat sakat oynuyordum. Menisküs vardı, donduruyorduk, dizlik bağlıyorduk. 40 dakika-50 dakika oynayıp çıkıyorduk. Öyle idare ettik. Sonra Göztepe’den iyi takımlar kuruldu, ligden düştük. Bizim jenerasyon bıraktı, İzmir takımlarının hepsi ikinci lige düştüler. Zeki Çırpıcı’nın yönetiminde Muhittin Ekiz, Özdemir Boyer, Mekin Kutucular, Yüksel Kazmirci gibi isimler vardı. Bunlar hem arkadaş grubu, hem ticaretin içinden geldikleri için müspet karar verebiliyordu. Birbirlerine saygıları, sevgileri vardı. Hatta bunların içinde bizde idareci olmamasına rağmen Mazhar Zorlu var, İzmirspor’dan da Fevzi Kahya var. Bunlar hep sohbet ederler, hiçbir zaman kötü karar vermiyorlar. Sonra yönetim kadroları değişti. İstikrar bozuldu. Yönetimleri iyi olmayan hangi müessese varsa, batmak mecburiyetindedir.”


1964-65 sezonunda Göztepe’ye gelen Ertan Öznur, 10 yıl boyunca sarı-kırmızılı formayla mücadele ettikten sonra 1974-75 sezonunda futbolu bırakmış ve bir müddet çeşitli Ege takımlarında antrenörlük yapmış: “Uşakspor her küme düşme tehlikesi yaşadığında gelirlerdi bize. İzmir’den arkadaşlıklarımız vardı, gideriz. Babam bana, ‘Yahu hep düşecek takım alıyorsun, kurtarıyor geliyorsun. Niye iyi bir takım almıyorsun?’ derdi. Bir Göztepe’yi alamazsın. Zeki abilerin devri olsa alırsın bir. İkincisi, her yapacağın hata sadece sana değil, Nevzat’a, Ali’ye, Çağlayan’a, Fevzi’ye, herkese gelir.” Ertan Öznur, takım arkadaşları gibi kendisine de İstanbul kulüplerinden transfer teklifleri gelmesine rağmen Göztepe’de kalmasını şu sözlerle açıklıyor: “Şike için bir milyon teklif ediliyordu. O zaman bir milyon ne demek. Her zaman hayır, hayır diye cevap veriliyordu. Benim hoşuma giden bu metanetti. Benim Göztepe’den aldığım en büyük para 42.500 liradır. Ben Göztepe’den para kazanmadım ama Göztepeli Ertan olarak para kazandım, her kapı açıldı çünkü.”



Şahane bir yolculuk yazısı olmuş..Ertan abinin cebine kimse görmeden konulan..Işıklar içinde uyusun,ruhu şad olsun.Duyguları aktaran yüreğide kutluyorum..
BeğenLiked by 1 kişi
Yukarıda kullandığınız 1967 yılı Fenerbahçe-Göztepe maçındaki gol resminin tarihi bir özelliği vardır.Profesyonel ligler tarihinde ilk defa bir İzmir takımı Fenerbahçe’yi İstanbul’da lig macında yenmiş bu ünvan taa 2000 yılında yine Göztepe tarafından bu sefer 3-2’lik skorla yenilenmiştir.Anılarımızı yeniden canlandıran güzel yazınıza teşekkür ediyor,merhum Ertan abi’ye Allah’tan rahmet diliyorum.
BeğenLiked by 1 kişi