Ali Hurşit Baytok, Beşiktaş ve basketbol deyince akla gelen ilk isimlerden biriydi. 16 yaşında kapısından girdiği siyah-beyazlı kulüpte tam 30 sene geçirmiş, oynamadığı ve çalıştırmadığı kategori kalmamıştı. Kara Kartallar 1974-75 sezonunda ilk kez Deplasmanlı Türkiye Ligi şampiyonluğunu kazanırken takımın temel taşlarından biriydi. Askerliğini yaptığı dönemde bir buçuk sezon giydiği Muhafızgücü forması haricinde hep Beşiktaş’ta oynamış, basketbolu bıraktıktan sonra da uzun yıllar siyah-beyazlı takımın kadın ve erkeklerde çeşitli kategorilerini çalıştırmıştı. Adını Beşiktaş tarihinin saygıyla anılacak sporcuları arasına yazdıran Hurşit Baytok, yakalandığı hastalığa uzun zaman direndikten sonra 14 Ekim’de hayata veda etti. Basketbola başlama hikayesi çok ilginç olan bu efsanevi sporcunun anılarını birkaç yıl önce Türk basketbol tarihi hakkındaki kitap çalışması kapsamında yaptığımız röportajdan aktarıyoruz:
“1951 Ankara doğumluyum. Üç ay sonra İstanbul’a gelmişiz. Babam gazeteciydi. Milliyet gazetesine geliyor, geliş o geliş. Ben bir yaşındayken vefat etti. İlk geldiğimizde Laleli’ye yerleşmişiz. 1959’da Esentepe’de Gazeteciler Mahallesi’ne taşındık. Spora mahallede futbol oynayarak başladım. Basketbola başladığımda 17 yaşına girmek üzereydim. Aslında futbolcu olacaktım. O zaman 6 numara oynuyordum, orta saha. Çok iyi futbol oynuyordum. Her iki ayağımı da kullanıyordum. O zaman mahallede antrenman yaptırırlardı. Sonra antrenör bir gün kızdı bana, tokat attı. Ağırıma gitti o. Yakında bir basket sahası vardı, Amerikalılar oynuyordu orada. O saha Zincirlikuyu’daydı. Şimdiki İstanbul Oto’nun yerinde Amerikan üssü vardı. Onun arkası beyzbol sahasıydı. Orası aynı zamanda bizim futbol sahamızdı. Onun biraz üstü, yamacın üstü de basket sahasıydı. Basket sahasına çıktım, bir daha da aşağı inmedim. Sonra tesadüfen Beşiktaş’a gittim.”

“Mahalleden Vedat diye bir arkadaş, sırtına torbayı almış bir yerlere gidiyor. Nereye gittiğini sorunca, ‘Ben Beşiktaş’ta basketbol oynamaya başladım,’ dedi. ‘Sorsana, ben de geleyim,’ dedim. Gelsin demişler. Ben bir gittim, deli dolu, acayip bir adam. Sol elle dripling yapıyorum, sağ elle şut atıyorum, karman çorman. Antrenör vardı, Sait Selçuk; o çok beğendi. ‘Hemen sana lisans çıkaralım,’ dedi. Evden de istemiyorlardı benim sporla uğraşmamı. Ben annemin imzasını taklit edip yazı getirdim. Beşiktaş’ta öyle başladım işte, başlayış o başlayış. Yani antrenörün o tokadı olmasa futbola devam edecektim. Ne olurdum bilmiyorum ama futbolcu olacaktık yani, ona hazırlıyorlardı beni. Kader buymuş, iyi de oldu. Basketbolcu olduğum için memnunum.”

Beşiktaş’a 1967-68 sezonunda gelen Hurşit Baytok yıldız takım, genç takım derken 1969-70 sezonunda A takımıyla antrenmanlara çıkmaya başlamış ve ertesi sezondan itibaren de maçlarda forma giymişti. Yine bu dönemde 10 kez genç milli olma başarısını gösterdi. “Beşiktaş’a ilk geldiğimde yaşım tutuyordu, yıldız takıma girdim. Yarım sene yıldız takımda oynadım. Sonra bir sene genç takımda oynadım. Ondan sonraki sene rahmetli Cavit (Altunay) abi beni A takım antrenmanlarına aldı. Sonra maçlarda da oynamaya başladım. Beş tane guard vardı: Fehmi abi, rahmetli İren abi, Necmi abi, Ümit Nacaroğlu vardı Türkiye sayı kralı. O arada tek tük oynuyordum. A takımda oynamaya başladığımda Aydan (Siyavuş) abiydi antrenör (1970-71 sezonu). Birdenbire ufak ufak oynamaya başladım, birkaç maçta da 40 dakika olmak üzere. Sonraki senelerde direkt oynadım zaten. Cavit abiden sonra Aydan abi gelmişti. Sonra Ünal (Büyükaycan) abi, galiba sonra bir sene tekrar Cavit abi geldi. Sonra Tom Davis hem oyuncu hem antrenörlük yaptı. Ateş abiyle Tom Davis idare etti takımı. Sonra bir buçuk iki sene Batur abi çalıştırdı, sonra Fehmi abi. Ben geldiğimde basketbol şubesiyle Emin Bengisu, Coşkun Ergün, Sedat Kesen ilgileniyordu. Ama tabii işin başında, ivmeyi veren, fitili yakan Mehmet Üstünkaya’ydı. Basketbolu çok seviyordu.”

Hurşit Baytok A takımda oynamaya başladığı ilk sezonla ilgili şunları söylüyor: “Takımdaki abilerimiz bize basketbolun yanında hayatı da öğrettiler. İyi insanlardı; bilgili, kültürlü insanlardı. Hepsi çok yardımsever insanlardı, hiçbirinin hakkını ödeyemem. Ben takıma girdiğimde en büyüğümüz rahmetli Ünal (Büyükaycan) abiydi. Bir sene beraberdik ama onlar oynuyordu ben bakıyordum. Büyüklerden Ateş (Çubukçu) abi vardı bir de, benden 11 yaş büyüktü. İren (İmre) abi vardı, İsmet Badem, Necmi Ton vardı. Ümit Nacaroğlu bir sene oynadı, sonra İsviçre’ye yerleşti.” Aydan Siyavuş için de şöyle konuşuyor: “Şimdiki yerli bütün antrenörleri topla, bir tane Aydan etmez. Çok şey öğrendik ondan. Çok araştırır, eder, bir sürü şey getirirdi.”

Basketbolda uzun yıllar, ezeli rakipleri Fenerbahçe ve Galatasaray’ın gerisinde kalan Beşiktaş, 1974-75 sezonunda ilk kez Türkiye Ligi şampiyonluğunu kazandı. Mehmet Üstünkaya’nın kulüp başkanı olduğu bu dönemde, siyah-beyazlı takım şampiyonluğa Tom Davis, Fehmi Sadıkoğlu, Battal Durusel, Hurşit Baytok, Zeki Tosun, Faruk Çağan, Ahmet Kurt gibi taraflı tarafsız bütün basketbolseverlerin bugün bile çok iyi hatırladığı bir kadroyla ulaşmıştı. Hurşit Baytok o sezonu şöyle anlatıyor: “Şampiyon olduğumuz sezon antrenmanları Tom Davis yaptırıyordu, maçlarda Ateş abi koçluk yapıyordu. Oyun içinde koçluk yapmak çok zor. Ben denedim o işi askerde. Hem antrenör hem oyuncu olmuyor. Tom Davis Robert Kolej’de öğretmendi, yanlış hatırlamıyorsam İngiliz Edebiyatı öğretmeniydi. Muhtemelen Amerika’da kolej liginde basketbol oynamış. Bize çok faydası oldu. Genellikle forvet oynuyordu. 1.98 boyu vardı. O zaman için bayağı uzundu. İki metre üstünde bir Zeki Tosun vardı, hangi takıma gitse o şampiyonluğa oynardı. Sonradan Efe’ler çıktı. Biz o sezon son hafta Galatasaray ile karşılaştık. Fikstür öyle denk geldi, kim kazanırsa o şampiyon oluyordu. Biz Galatasaray’ı yenip şampiyon olduk. Ertesi gün Fener’le oynuyorduk. Yenilsek bile şampiyonduk ama onu da yendik. O sezon rakibimiz Galatasaray’dı. Sonra Eczacıbaşı çıktı ortaya, derken Efes. Sonra biz zayıflayınca Efes-Eczacı çekişmesi oldu. Sonra Fener-Galatasaray rekabeti tekrar ortaya çıktı.”

Eczacıbaşı’ndan söz açılınca, şampiyonluktan sonraki iki sezon – 1975-76 ve 1976-77’de Beşiktaş’ın bu yeni rakibinin ardından ikinci sırayı aldığını hatırlatıyoruz. Hurşit Baytok o yılları şöyle özetliyor: “Şampiyonluk, averajla kaçan şampiyonluk, puanla kaçan şampiyonluk. Sonra bir ara bazı oyuncular gitti, takım biraz zayıfladı. O zayıfladığı zaman bile gene ligin orta sıralarında kalan, play-off’a giren bir takımdık. Kolay teslim olmayan, savaşan bir takımdık. Yetmişli yıllarda, şampiyonlukta iddiamız olmadığı zamanlarda bile Spor Sergi’de boş tribünlere oynadığımızı hatırlamıyorum. Beşiktaş futbol takımının o zamanlar durumunun kötü olmasının da payı vardı. Futbol ile basketbol maçı çakışsa bile bizim maça gelirlerdi. Bizim içimizde Erman’ın dışında çok yıldız oyuncu yoktu. Saha içinde çok kenetlenmiş bir takımdık. Onun için kadro çok güçlü olmasa da ligin hep belalı takımı olmuşuzdur.”

Mehmet Üstünkaya’nın basketbola para harcayıp harcamadığını sorduğumuzda, “Alırdık bir maaş ama ne kadar alırdık, hatırlamıyorum,” deyip devam ediyor: “Ben zamanında para aldığımı hatırlamıyorum. Hiç zamanında ödenmezdi maaşlar. Tabii şimdiki gibi çok büyük paralar yoktu. Şampiyon olduğumuz zaman bile bir pantolonluk kumaş, iki gömlek filan, öyle ödüller aldık.” Takım otobüsü olup olmadığını sorduğumuzdaysa, “Yok canım, nerede,” diyerek anlatıyor: “Ben antrenörken topları bile kendim taşıdım arabanın arkasında. Potaları yaptırırız, parkeyi tamir ederiz, oyuncuya para veririz. Spor Sergi Sarayı bizim bahçemiz gibiydi. Sabahın köründe giderdik oraya. Zaten gitmezsek orada çalışanlar kızardı bize.”
1976-77 sezonunun ilk yarısını Beşiktaş’ta geçiren Baytok, devre arasında askerlik görevi başlayınca, İkinci Lig’de oynayan Muhafızgücü’ne zorunlu geçiş yapmış. Ertesi sezonun tamamını da Birinci Lig’e yükselen yeni takımında geçirmiş. “Muhafızgücü’ne sezon ortasında gittim. İkinci Ligde şampiyon olduk. O sezon çok iyi oyuncular varken, namağlup şampiyon olmuştuk. Sonra Birinci Ligde küme düştük. Benden başka ligden bir tane oyuncu yoktu. Sezonun yarısında kavga dövüş eski PTT’li Baba Hakkı’yı getirttim, komutanlara söyleyip. Ama iş işten geçmişti. Mahalli kümelerde oynayan çocuklar vardı takımda.”

Hurşit Baytok 1978-79 sezonunda Beşiktaş’a dönmüş. Bu dönemde siyah-beyazlı takım 1980-81 ve 1981-82 sezonlarında iyi bir performans sergilemiş ve müessese takımlarının hakim olduğu o yıllarda play-off gruplarını ikinci sırada bitirmişti (o yıllarda play-off, günümüzdeki gibi elemeli değil, lig usulü oynanıyordu). Baytok 1984-85 sezonu sonuna kadar oynadığı bu dönemde takım kaptanlığını üstlenirken, eski takım arkadaşı Fehmi Sadıkoğlu ise artık onun antrenörüydü. Sadıkoğlu ertesi sezon Galatasaray’a gidince, Beşiktaş yöneticileri onun boşluğunu doldurmak için fazla düşünmemiş ve Hurşit Baytok’a antrenörlük teklif etmiş. Daha A takımında oynadığı sırada, 1975’te genç takımı çalıştırarak antrenörlük kariyerine başlayan, ardından mahalli kümedeki Darüşşafaka’yı çalıştıran Baytok, böylece 1985-86 sezonunda, Kara Kartalların koçluğunu üstlenmiş. “Basketbolu 1985’te bıraktım. Antrenör lazımdı, sen yapar mısın dediler, yaparım dedim. Birini bulana kadar yaparım dedim, sonra yapıştı üstüme. Fena da gitmedi. Sonra da kızdım bunlara, ayrıldım.” Bu arada kendisi belirtmese de onun sadece erkek basketboluna değil, kadın basketboluna da büyük emek verdiğini, çalıştırdığı Beşiktaş genç kız takımının 1985-86 sezonunda Türkiye şampiyonu olduğunu, kadın A takımının da Türkiye Ligi ikincisi olduğunu belirtelim.

Baytok her ne kadar kızıp ayrıldım dese de bir yıllık aradan sonra, 1987-88 sezonunda Beşiktaş’a dönmüş. Ne var ki, siyah-beyazlı takım o sezon uzun yıllar sonra İkinci Lig’e düşmüş. O yılı ve ertesi sezonu şöyle anlatıyor: “1987-88 sezonunda herkes çekti gitti. Para olmayınca herkes gitti. O zaman Paşabahçe gibi birçok kulüp vardı. Süleyman abi de takımı takviye etmedi, ama sonradan anladı hatasını nur içinde yatsın. Küme düştü Beşiktaş. Sonra gittim Süleyman abinin evine. ‘Ne yapacağız oğlum?’ dedi. ‘Ağabey bana güveniyorsan, yeni adamlar transfer edeyim, namusumuzla tekrar çıkalım,’ dedim. ‘Tamam ne istiyorsan yap,’ dedi. Kafama koyduğum oyuncular vardı, hepsi genç çocuklar. Gittim onları aldım. Zaten o zaman İkinci Ligde yabancı oyuncu izni yoktu. Dolayısıyla pahalı transferler yapmadık. İkinci Ligde şampiyon olup tekrar çıktık. En azından şunu diyoruz: Tamam kötü takımdık. İyi oynayamadık, küme düştük. Ama başkaları gibi kurul kararıyla ligde kalmadık. Namusumuzla düştük, namusumuzla çıktık. Bilmem ne kararlar alınıp bizi kurtarmadılar, ki Süleyman abiyle Osman abinin (dönemin Federasyon Başkanı Osman Solakoğlu) arası iyiydi. Hepsini yendik, perişan ettik, çıktık. Samsun’da play-off maçları oynandı. En yakın rakibimizi 17 sayı farkla yendik.”

Spor hayatının çok büyük bir bölümünü Beşiktaş’ta geçiren Hurşit Baytok, kısa sürelerle Nasaş, Antalya BŞB gibi kulüp takımlarını çalıştırmanın yanında Yıldız Milli Takım antrenörlüğü de yaptı. Onun çalıştırdığı yıldızlarımız, 1999’da Slovenya’da yapılan Avrupa Şampiyonası’nda üçüncülüğü kazandı. Bu kısa süreli görevlerin ardından hep Beşiktaş’a dönen Baytok yaşadığı hayal kırıklıkları artınca 2000-03 arası Fenerbahçe’de altyapı koordinatörü olarak çalıştığını belirtip şunları söylüyor: “Beşiktaş’ta başladım, Beşiktaş’ta bıraktım. Ama çok doğru bir karar vermemişim, sonradan anladım. Arada bir iki gidip gelmek lazımmış. O fırsat vardı. Beşiktaşlıyız diye gitmedik ama bir işe yaramıyor. Gidip gelenler daha kıymetli oluyor. 30 senem geçti Beşiktaş’ta, evimde çöpü yok. Üç sene Fenerbahçe’de çalıştım, iki tane FB armalı bardakla, bir tane teşekkür beratı verdiler. Fener’de çalıştıktan sonra Beşiktaş yeniden yapılanıyor, sensiz olur mu ağabey dediler. Peki deyip geldim ama pişman olup bir sene sonra gene kaçtım.”

Beşiktaş’ta A takımının koçluğu dışında altyapının en küçük sorunlarıyla da ilgilendiğini şu sözleri ortaya koyuyor: “Hava çok yağmurlu olduğunda futbolcular salona gelirdi çalışmaya. Onlarla maç yapardık. Hatta kaleye geçmiştim ben. Hentbol kaleleri vardı. Taa sahanın öbür ucundan vuruyorlardı. O zaman anladım ben kalecilerin topu neden tutmayıp yumrukladığını. Parmakların kırılır, mermi gibi geliyor. Fulya’daki Ahmet Fetgeri salonu vardı o zaman. Az tamir etmedim ben orayı. Orada bir tane emekli polis müdürü vardı, muhterem bir insandı. Çok yardım etti bize. Kola, tost satışından dışarıya saha yaptık, belediye de yardım etti. Spor okulu açtık orada. Yani hep böyle özveriyle yürüyordu bu işler. Pota yapılacak, kendin kazarsın, kendin dikersin; hep böyleydi.”

