Yılmaz Vardaroğlu: Bizim Jenerasyonun Hepsi Çok Branşta Spor Yapan Kişilerdi

Günümüzde İzmir ve basketbol deyince akla gelen ilk isim herhalde Karşıyaka olur. Kazandığı iki lig şampiyonluğu ve Cumhurbaşkanlığı kupalarıyla Karşıyaka, sadece İzmir değil Türk basketbolunun da önde gelen kulüplerinden biridir. Ancak ellili yılların başından yetmişli yılların ilk yarısına kadar uzanan bir süreçte İzmir basketbolu deyince akla gelen kulüp Altınordu’ydu. Bu yazımızın konuğu olan Yılmaz Vardaroğlu da, adı Altınordu basketboluyla özdeşleşmiş bir sporcuydu. Geçmiş yıllardaki birçok sporcu gibi o da birden fazla branşta – futbol, basketbol, voleybol, açık hava hentbolü ve atletizm – spor yapmış, atletizm ve basketbolda milli formayı giymişti. Yılmaz Vardaroğlu’ndan bu renkli spor yaşamını dinlemeye çocukluk yıllarıyla başlıyoruz:

“1938 İzmir doğumluyum. Doğum yerim İkiçeşmelik. Sonra Karantina’da çok uzun zaman oturduk. Çocukluğum Karataş’ta geçti. Biz Selanik, Yenice Vardar kökenliyiz. Babamlar orada doğmuş. Burhan Özfatura da bizim amca çocuğumuzdur. Vardar nehrinin kaynağı bizim oradadır. Buraya gelince önce Mudanya, Gemlik taraflarına gitmişler. Babam amcamın elinde büyümüş. Rahmetli amcam, İstanbul’da ilk tekstil fabrikasını kuran kişiydi. O ailenin en büyüğüydü. Sonra İzmir’e gelmişler. Biz Türkiye’nin en eski şekercisiyiz, kuruluş 1927. Fransız Koleji’nde okurken çok iyi bir voleybolcuydum. Genç milli takıma çağrıldım. Sonra Karataş Ortaokulu’na gittim. Orta 1’de boyum 1.32’ydi. Sonra birden uzadım, 1.87 oldu boyum. Jimnastik dersleri var, yüksek atlıyorlar. Gözüm almadı benim atlamayı. Hocaya, ‘Ben voleybol çalışabilir miyim?’ dedim. Tabii dedi. Sonra sınıfa girince arkadaşlarım, ‘Koca boyun var ama bir metreden atlayamıyorsun,’ diye dalga geçtiler. Şeref isminde yakın bir arkadaşım vardı. Çocukluk işte, ‘Ben Şeref’in boyundan bile atlarım,’ dedim. Gayet iyi hatırlıyorum, Çarşamba günleri son iki ders boştu. Şeref girdi çıtanın altına, 1.40’mış onun boyu. İlk seferde atladım. Hoca karşıdan seyrediyormuş, çağırdı beni. ‘Yılmaz bu hafta Gül Kupası var. O kupada okulumuzu temsil edeceksin,’ dedi. Nur içinde yatsın Hilmi Mergen, çok kıymetli bir milli atletti o da. ‘Hocam benim çivili ayakkabım yok,’ dedim. O zaman zaten parayla da bulmak mümkün değil. ‘Ben sakladığım ayakkabılardan birini veririm sana,’ dedi. O Gül Kupasında, ilk girdiğim müsabakada 1.70 atlayarak Türkiye yıldızlar rekorunu kırdım. Hatta bir ayağımda çivili ayakkabı vardı, diğerinde yok.”

Yılmaz Vardaroğlu ve beden eğitimi öğretmeni Hilmi Mergen.
Bir ayağında çivili ayakkabı, bir ayağı çıplak atlayış yaparken.

“Atlama minderini ilk kez yurt dışına gittiğimizde görmüştük,” diyen Vardaroğlu yüksekçilerin o yıllarda yaşadığı eziyeti şöyle anlatıyor: “Alsancak sahasına giderdik, zemin toprak. Atlayacağımız yer de kumdu. Önce kum sulanır, kabartılır. Elimizde silindir, toprak silindirlenir. Biz mindere atlamadık hiç. Hep kuma atladığımız için irtifalar çok yüksek görünüyordu. Halbuki minderi koyduğun zaman çıtayla aradaki mesafe kısa göründüğü için insanın ona konsantre olması daha kolay, daha güvenli. Alsancak’ta bir gün hentbol oynarken düştüm, bacağım sıyrıldı. 20 gün enfeksiyondan yatmıştım.”

Yılmaz Vardaroğlu, Alsancak Stadı’ndaki bir atletizm müsabakasında, o yıllarda kullanılan teknikle kum zemine atlayışını yaparken.
Hentbol altmışlı yıllara kadar futbol sahalarında on birer kişilik takımlarla oynanıyordu. Yılmaz Vardaroğlu bir okul maçında penaltı atışı yaparken görülüyor.

Yılmaz Vardaroğlu doğuştan gelen bir yetenekle girdiği ilk yüksek atlama yarışında rekor kırmakla birlikte, gönlünde yatan asıl sporun basketbol olduğu şu sözlerinden anlaşılıyor: “Devamlı basketbol kitapları okurdum. Kordon’da bir basın yayın mağazası vardı, Amerika’dan kitap getirtirdik. O kitapları okuyarak kendi kendimizi geliştirdik. Hayatım boyunca hiç iki kişi antrenman yaptığımı hatırlamıyorum. Sandalyeleri koyup onlara feyk attığım, aralarından geçip forse etmeyi çalıştığım günleri çok iyi hatırlıyorum.” Kısa süre içinde Hilmi Hoca’nın girişimiyle Kadifekale kulübünde lisanslı sporcu oluşunu da şöyle anlatıyor: “Hilmi beyin basketbol merakı da vardı. Çok güzel bir eğitimciydi. Kuvvetli bir çocukmuşum herhalde. Basketbol oynarken arkadaşlarımı hırpalamaya başlamışım. Bizi o zaman seçerek sporcu yapmadılar. Bütün çocuklar hasbelkader spor yaptık. Ama çok enteresan, bizim jenerasyonun hepsi çok branşta spor yapan kişilerdi. Ben futbol da oynuyordum. Genç milli takıma davet edildim. İzmir karmasında oynadım. Uzun boylu ve süratli olduğum için santrfor oynuyordum. Basketbola başlayınca çok iyi bir ekip meydana geldi. O iyi ekiple Kadifekale’ye geçtik. Amatör kümede hâlâ var o kulüp. Bizi Altınordulular çok istiyordu. Eski Halkevlerinin olduğu yerler genellikle Altınordu lokalleriydi. Biz Karantinalılar da Altınorduluyduk. Ama Hilmi bey, Altınordu’da büyük ağabeyler olduğu için bizim ekibi bozmak istemedi. Bizi olduğu gibi Kadifekale’ye aldı. Biz o sene gençler Türkiye üçüncüsü olduk. Bir sene sonra final oynadık. Daha sonra Altınordu’ya geçtik. Şinasi Ertan, Avni Akgün Türkiye’de sayılı isimlerdi. Avni Akgün uzun atlamada Türkiye rekortmeniydi. O ekip bıraktı, Şinasi abi antrenörümüz oldu.”

Yılmaz Vardaroğlu 1955-59 arasında Kadifekale’de basketbol oynamış. Kaptanlığını yaptığı Kadifekale genç takımı Türkiye şampiyonalarında 1956’da üçüncü, 1957’de ikinci olmuş.
1957’de Türkiye ikincisi olan Kadifekale genç takımı. Üst sıra: Kyle, Yılmaz Vardaroğlu, Gökhan Güner. Alt sıra: Vehbi Paykoç, Tüzer Şerbetçi.

İzmir’de basketbolun başlangıcı ve Altınordu’nun basketboldaki rolü için şunları söylüyor Vardaroğlu: “Türkiye’de basketbol ilk kez Kızılçullu’da Amerikan Koleji’nde (günümüzde Şirinyer’deki NATO karargâhı) oynanmıştır. Oynayan kişiler de rahmetli Adnan Menderes, Osman Kibar. Altınordu kulübünün Dönertaş’taki binasının yanında açık hava sahası vardı. Orada turnuvalar yapılırdı. Sonra İzmir Ligi kurulmuş. İlk Yüksek Ticaret Mektebi şampiyon olmuş. Şinasi ağabeyler de orada başlamış. Sonra Altınordu’da devam ediyorlar. Bütün sportif oyunlarda Altınordu vardı. Bir tek yelken ve yüzme yoktu. O tarihlerde İstanbul’un bütün basketbol takımlarının nüvesini İzmirliler oluştururdu. Burada Akademi’den başka üniversite yoktu. Buradan yetişen çocuklar okumak için İstanbul’a, Ankara’ya giderdi. Turhan Tezol mesela, doğma büyüme İzmirliydi. Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi basketbolculardan biriydi. İzmir Ligi bayağı sert bir ligdi. İzmir’de devamlı biz şampiyon olurduk. Transfer olduğum sene Karşıyaka şampiyon oldu. Şinasi abi de o gün evlenmişti. İzmir Ligi’nde Karantina, PTT gibi takımlar da vardı.”

Altınordu’nun 1960-61 sezonundaki ilk beşi. 5: Erdoğan Esençay, 11: Ersin Kor, 10: Yılmaz Vardaroğlu, 12: Şinasi Ertan, 8: Tüzer Şerbetçi.
İzmir Kültürpark’ta, Ankara, İstanbul ve İzmir genç karmaları arasında düzenlenen Fuar Kupası maçlarından biri.

Yılmaz Vardaroğlu’nun basketbola başladığı ellili yıllarda, İzmir’de günümüzdeki salonların hiçbiri yoktu. Peki maçları nerede oynuyorlardı? “Önce Halk Eğitim Merkezi vardı, şimdi Konservatuar oldu. Salonun zemininde kare kare, birbirine geçme tahtalar. Bazı yerde topu vurduğumuz zaman zıplamaz, bazı yerde vurunca boyumuza gelirdi. Önceleri bağcıklı, parçalı toplar vardı. Bazen sibobu çıkardı. Suratımıza çarparsa aylarca izi geçmezdi. Kızılçullu’da NATO’ya ilk gittiğimiz zaman şaşırmıştık. Pırıl pırıl bir sahaydı. Fuar’da Çekoslovak salonu vardı. Fuar zamanı Çekoslovak pavyonu olarak kullanılıyordu. Kışın da basketbol maçları yapılırdı. Portatif tribünleri vardı. Orada Türkiye şampiyonası bile yapıldı. Ben o zaman Teknik Üniversite’de okuyordum.”

İzmir Halkevi salonunda Karantina genç takımının bir maçı. Yılmaz Vardaroğlu (10) ribaundu alırken, yıllar sonra Altınordu’da birlikte oynayacağı Akın Gönülşen (sağ başta) onu izliyor.
Altınordu, NATO salonunda yapılan turnuvada. Üst sıra: Antrenör Şinasi Ertan, Sabri Turmak, Akın Gönülşen, Ersin Kor. Alt sıra: Tüzer Şerbetçi, Yılmaz Vardaroğlu, Burhan Akyurt.

Önce Kadifekale’de, ardından Altınordu’da basketbol oynayan Yılmaz Vardaroğlu, bir yandan da atletizme devam ediyordu. Balkan Şampiyonası, Universiade ve ikili yarışlar gibi çeşitli uluslararası müsabakalarda milli formayı giyen Vardaroğlu, atlayışlarını en eski yöntemlerden biri olan Johnson tekniğiyle yapıyordu. Aslında o yıllarda dünyada binme tekniği kullanılmaya başlamıştı. O tekniği kullansa belki 2 metreyi geçmeyi başaracaktı. Bu konuda şunları söylüyor: “Ben Johnson tekniğiyle atlıyordum. Yüksek atlamaya başladıktan bir müddet sonra Mahir abinin (eski Türkiye rekortmeni Mahir Araz) 1.90’lık rekorunu egale ettim. En iyi derecem 1.96’ıydı. Bulgaristan’da Talebe Olimpiyatlarına gittik (günümüzde Universiade adını alan Üniversite Oyunları, Sofya 1961). Aynı müsabakada Valery Brumel de vardı. 2.23 atlayıp dünya rekoru kırmıştı. Ben grubun finalisti olmuştum. O binme atlıyordu. Benim sıçramam ondan iyiydi ama stil olarak kaybım o kadar fazlaydı ki. Bize kimse bir şey öğretmedi, kimse bilmiyordu yeni tekniği. Karakuşi atladık işte, Allahın verdiği lütufla. Kendi kendimizi yetiştirdik. Herkes binme atlarken biz komik şekilde Johnson atlıyorduk. Tarihten bir yaprak. Daha sonra Macaristan’daki Talebe Oyunlarına gittik (Budapeşte 1965). Oradaki toplantıları takip etmiştim. Amerikalı bir antrenör çok büyük iddiada bulundu ve dediği oldu. 2 metrelik bir sporcu bulacağım, o 50 santim sıçrayıp konsantre olacak ve 2.50 atlayacak dedi. Bazı branşlar var, mesela 100 metre. İlerlemesi çok zor ama yüksek atlama öyle değil. Adam dediklerini matematiksel olarak ortaya koydu ve kimse itiraz edemedi. Dediği de oldu.”

Yılmaz Vardaroğlu Johnson tekniğiyle bir atlayış yaparken.

28 Haziran 1959 tarihli Demokrat İzmir gazetesinde atletizm yarışlarının sonuçları. Yüksek atlamada birinci gelen Kadifekale kulübü atleti Yılmaz Vardaroğlu’nun ikinci gelen rakibini 20 santim farkla geçtiği görülüyor.

Atletizmdeki ana branşı yüksek atlama olan Vardaroğlu, takım arkadaşının sakatlanması sonucu ilk kez koştuğu 400 metre engellide de birinci olmasını şöyle anlatıyor: “Bir gün Türkiye şampiyonasına gittik. Ben yüksek atlamada Türkiye birincisi olmuştum. Biz o akşam şampiyon olunca sabaha kadar uyumadık. Türker diye bir arkadaşımız vardı, 400 engelci. Sakatlandı. Puanlı yarışmalar olduğu için Avni abi, ‘Yılmaz sen koşacaksın,’ dedi. Zaten o bana hep ısrar ederdi. ‘Senin esas branşın 400 engelli,’ derdi. ‘Avni abi hayatımda hiç koşmadım,’ diye itiraz ettim ama koştuğum ilk yarışta Türkiye şampiyonu oldum. Fahir (Özgüden) abi gibi Türkiye rekortmeni olan bir kişi de vardı önümde. ‘Sen yüksekçiydin, nereden çıktın? Seni kontrol edemedim,’ diye serzenişte bulundu. Ben de hayretler içerisinde kalmıştım çünkü hiç deneyimim yoktu. Ama tabii engele aşina olmam yüksek atlamadan. Antrenmanlarda engel çalışması da yapılıyor, bacağı tutup zıplama ayağı olarak kontrol edebilmek için.”

Yılmaz Vardaroğlu bir kısa mesafe yarışında birinci geliyor. “Eskiden İzmir’de atletizm bayramları olurdu, futbol maçlarından daha fazla ilgi çekerdi. İzmir-İstanbul-Ankara atletizm yarışları yapılırdı. Bunlar Türkiye Şampiyonası gibi çekişmeli olurdu.”
Altmışlı yılların başında Altınordu kadrosu. Ayaktakiler: Antrenör Şinasi Ertan, Burhan Akyurt, Radye, Tüzer Şerbetçi, yönetici Esen Gür. Oturanlar: Sabri Turmak, Ersin Kor, Reynold, Yılmaz Vardaroğlu, Önder Özdirim.

Üç sezon Altınordu’da oynayıp üst üste İzmir şampiyonlukları yaşayan Yılmaz Vardaroğlu 1962-63 sezonunda İstanbul’un iddialı takımlarından İTÜ’ye geçmiş. Ancak yeni takımıyla birlikteliği sadece bir sezon sürmüş; ardından İzmir’e ve Altınordu’ya dönmüş: “Üniversite okumak için İstanbul’a gittim. Bir sene Teknik Üniversite’de oynadım. Erdal, İbrahim Ortaç, Öner, Minik Önder, Ayhan, Yaman vardı. Antrenörümüz Yalçın Granit’ti. Sonra babam İzmir’e çağırdı, işin başına geçmemi istedi. Ben Teknik Üniversite’de olduğum sene Hüseyin Alp gelmişti. Ben atlet olduğum için Yalçın abi, ‘Bir bak bakalım, bunu koşturabilecek misin?’dedi. Tabii ayak yapısı çok büyük olduğu için koşamıyordu. Hüseyin Alp’in basketbolcu olması Altınordu’ya geldikten sonra. Yalçın abi onu ortada bir vinç olarak düşünmüştü çünkü hareket kabiliyeti yoktu, çok geç geliyordu. Ama kritik bir anda – bizim pivotların en uzunları Hüseyin Kozluca, İbrahim Ortaç hep ince yapılı kişilerdi – sayıyı yapardı.”

İTÜ’nün 1962-63 kadrosu. Üstte Ferhan Baras ve genç takımdan bir oyuncu. Ortada Hüseyin Alp, Yılmaz Vardaroğlu, Öner Şaylan, Önder Okan, Süder Omaç, Akın Gönülşen, Ayhan Kahyaoğlu. Önde oturanlar: Yaman Kubalı, Erdal Poyrazoğlu, İbrahim Ortaç.

Yılmaz Vardaroğlu o tarihler için hayli uzun sayılabilecek 1.87’lik boyuna rağmen guard olarak oynamış. “Ben oynadığım dönemde herhalde en uzun boylu guarddım. Batur 1.80, Şengün 1.73 gibiydi boyları. Bir ve iki numarada play-maker olarak oynuyordum ama defansa geldiğim zaman uzunları marke etmek bize düşüyordu. Çok zaman pivot marke ettiğimi hatırlarım.” Bu vasıflarına rağmen milli formayı sadece 1967’de yapılan Balkan Şampiyonası sırasında giyebilmiş. Bu konuda şunları söylüyor: “Milli olabilmek o kadar zordu ki. Aday kadroya çağrılıyorsunuz, İstanbul’a gidiyorsunuz geliyorsunuz. Fiziksel olarak adamlarda bir şey yok ama yürümekten aciz olanlar bile milli oldular İstanbullu diye. Biz İzmir-Ankara daha iyi anlaşırdık, hep muzdarip olan iki şehir. Federasyon vardı ama Osman Solakoğlu ne derse o olurdu.”

Emirgan’da yapılan bir milli takım kampı. Soldan sağa: Akın Öngör, İbrahim Ortaç, Nedret Uyguç, Ercan Devekuşuoğlu, Nedim Hoşgör, Şengün Kaplanoğlu, Hüseyin Kozluca, Yılmaz Vardaroğlu, Halil Dağlı.

Yılmaz Vardaroğlu’nun döndüğü 1963-64 sezonunda, alışılageldiği şekilde İzmir Ligi şampiyonluğunu kazanan Altınordu, katıldığı Türkiye Şampiyonası’nda o güne kadarki en iyi derecesini elde ederek Galatasaray ve Fenerbahçe’nin ardından üçüncü sırayı almış. Uzun yıllar Modaspor’da oynadıktan sonra İzmir’e dönen milli basketbolcu Turhan Tezol’un katılmasıyla güçlenen Altınordu’nun özellikle Ankara’da oynanan ilk devre maçlarında çok iyi bir performans sergilediğini görüyoruz. Galatasaray, Fenerbahçe ve İTÜ’yü yenen İzmir ekibi, Kolej ve Suspor’a – yani Ankara takımlarına karşı oynadığı maçların ikisini de birer sayı farkla kaybetmiş. Spor Sergi Sarayı’nda oynanan ikinci devre maçlarındaysa İstanbul ekiplerine kaybedip Ankara ekiplerini yenen Altınordu Türkiye üçüncüsü olmuş. Vardaroğlu bu şampiyonayla ilgili olarak şöyle konuşuyor: “Çok enteresan bir turnuvadır o. Ankara’ya gittik, Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı yendik; Ankara takımlarına yendirdiler bizi. İkinci ayak İstanbul’da oynanıyordu. Hepsine çok büyük farklar attık ama Fener’e ve Galatasaray’a yendirdiler bizi. Bizim iç yaralarımızdan biridir o. Fener ve Galatasaray aralarında anlaştı. Biri birinci, biri ikinci oldu, biz üçüncü olduk. İzmirli olmak çok zor. Üst üste üç maç oynanırdı. İkinci maç bizim, o maçta skorbord bozuluyordu. Sonra üçüncü maçta düzeliyordu. Bir Galatasaray maçını yedi dakika kadar fazla oynadık. Öne geçtiler, maç bitti. Şinasi abi, Osman Kermen’i tribünlere kaldırıp koydu. Koç gidiyor masaya, kaç dakika var diye, saatin yanına sokmuyorlardı.”

“Çok sakin bir adamdım, hayatım boyunca dışarıda kimseyle ne münakaşa, ne kavga ettim ama sahada yaşadığımız olaylardan dolayı çok hırslanıyordum çünkü çok yıpratıyorlardı,” diyen Vardaroğlu bu konuda yaşadığı ilginç bir olayı anlatıyor: “Öyle hadiseler oldu ki. Şampiyon olduğumuz sene Yuda Çerasi MHK başkanıydı. Fenerbahçe ile kupa maçı oynayacaktık. Maçtan önce Fenerbahçeli oyuncularla konuşuyor. Onlara moral veriyor. Ben play-maker oynuyorum, başka yedeğim de yok. İyi bir atlet olduğum, agresif oynadığım için faul çalmak kolay geliyor hakemlere. İki tane hakem yanında, maçı idare edecek adamlar yani. Onlara, ‘Yılmaz’a üç tane faul çal, ribauntlara giremez,’ diye taktik veriyor. Ben de arkasında duruyorum. Hüseyin Kozluca filan ölüyor gülmekten. En sonunda , ‘Abi maça çıkmadan ilan et bari, söyle hakeme, raporu yazsın bitsin,’ diye konuştu. Kısacası spor hayatımı yazacak kuvvetim olsaydı herhalde çok enteresan şeyler çıkacaktı.”

Yılmaz Vardaroğlu bir Türkiye Şampiyonası maçında dört Fenerbahçeli rakibi arasında.

Altınordu’nun özellikle Türkiye Ligi’nin başladığı 1967 öncesi kadrolarına baktığımızda, İzmir’deki NATO karargâhında çalışan Amerikalı ordu personelini kullandığını görüyoruz. Yine NATO’da çalışan ve Türk Milli Takımının 1967 Akdeniz Oyunları sırasında koçluğunu yapan Amerikalı Michael Prokopiak bir süre Altınordu’yu da çalıştırmış. Vardaroğlu bu konuda şunları söylüyor: “Türkiye’de ilk yabancı oyuncu oynatan takım Altınordu. Bizde bir Brady vardı. NBA’da oynayan ilk adamlardan biriydi. Haig’in aşçıbaşıydı. 1.85 filan boyunda bir adam ama ancak görerek tarif edilir. Hem lige hazırlanmak hem becerimizi arttırmak için NATO salonunda yapılan turnuvalara giderdik. Prokopiak ile orada tanışmıştık. Çok bilgili bir hocaydı. NATO’da görev yapan bir albaydı ama Türk tarihini de bizim kadar iyi bilen bir adamdı.”

Altınordu’nun 1964-65 ilk beşi. 12: Charles Cooks, 8: Daniel Ross, 5: Erdoğan Esençay, 6: Turhan Tezol, 10: Yılmaz Vardaroğlu.

Yerel liglerin ardından Türkiye Şampiyonalarının oynandığı dönem 1966’da sona erip 1966-67 sezonunda Deplasmanlı Türkiye Ligi hayata geçince, dönemin Altınordu başkanı Candoğan Sakaoğlu büyük paralar harcayarak iddialı bir kadro kurmuş. Bu dönemde Amerikalı asker oyuncuların yerini İstanbullu yıldızlar ile daha önce uzun yıllar Galatasaray, Fenerbahçe ve Milli Takımı çalıştıran koç Samim Göreç almış. Bunun sonucunda Altınordu, İstanbul takımlarının Türkiye Şampiyonalarındaki hakimiyetini kırarak Deplasmanlı Türkiye Ligi’nin ilk şampiyonluğunu İzmir’e getirmiş. Bu sezonla ilgili detayları Vardaroğlu’ndan dinliyoruz: “Bizim takım üç tane İstanbullu oyuncu Hüseyin Alp, Haluk Tunçeri ve Halil Dağlı ile üç tane İzmirli – ben, Akın Gönülşen ve Sabri Turmak’tan oluşuyordu. Arkası tamamen genç çocuklardı. Samim Göreç geldiğinde takım zaten kuruluydu. Transferlerin hepsini ben yapmıştım. Candoğan abiyle konuşurken, ‘Bunların hepsi benim arkadaşım, yarın psikolojik açıdan kritik bir devre olacak. Zorlandığımız devreler olacak. Hem oyuncu hem antrenör olarak müdahale edemem. Edersem oynamamam, kenarda olmam lazım. Bir koç bulalım,’ dedim. Ona da mantıklı geldi. Hafta içi takımı ben çalıştırırdım. Hafta sonu Samim Göreç gelir koçluk yapardı. Venüs ayakkabılarının sahibiydi. İşi İstanbul’da olduğu için sadece hafta sonları gelirdi. Bizi çalıştırdığı için bizim ayakkabıların içine süngeri iki kat koydurmuştu ama bu kez de ayaklarımız mantar oldu.”

Türkiye Ligi 1966-67 sezonu şampiyonu Altınordu ilk beşi. Üst sıra: Haluk Tunçeri, Hüseyin Alp, Halil Dağlı. Alt sıra: Yılmaz Vardaroğlu, Akın Gönülşen.

Altınordu’nun o sezon bir diğer başarısı, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Türkiye’yi temsil edecek takımı belirlemek için konulan Şampiyonlar Şampiyonu Kupası’nı kazanmak olmuş. Türkiye Kupası’nı kazanan Fenerbahçe’yi iki maçta da yenen Altınordu, böylece günümüzdeki Süper Kupa benzeri bir başarıyla sezonu tamamlamış. İzmir ekibi 1967-68 sezonunda ligi dördüncü sırada tamamlamakla birlikte Türkiye Kupası’nı kazanarak başarısını sürdürmüş. Bu dönemde özellikle en önemli rakipleri olan İTÜ’yle oynadıkları maçları unutamadığını söyleyen Vardaroğlu şöyle devam ediyor: “İTÜ çok iddialıydı ama hepsini yenebilecek kabiliyetteydik. O kadar enteresan bir takımdı ki beş bilinmeyenli ama kuvvet dengesini hesapladığınız zaman birbirini tamamlayan bir ekipti. Şampiyon olduğumuz sene, İTÜ maçında o kadar yoğun bir kalabalık vardı ki, kapılar camlar kırıldı. O maçtan sonra çelik kapılar yapıldı. O yıllarda İzmir’de basketbola karşı müthiş bir ilgi vardı. Tribünlere baktığın zaman çoluk çocuk ailecek gelinen bir yer olduğunu görürdün.”

Yılmaz Vardaroğlu, İTÜ’lü rakipleri Kemal Erdenay, Zeki Tosun ve Cihat İlkbaşaran arasında sayı yaparken.
Altınordu kafilesi, Aralık 1967’de Çekoslovakya’nın Spartak Brno takımıyla oynayacağı Avrupa Kupası maçı için yola çıkmadan önce.

Lakin bu parlak dönem fazla uzun sürmemiş. Candoğan Sakaoğlu’nun başkanlığı bırakması ardından gelen yönetimlerin maddi sorunları çözememesi ve futbola ağırlık vermesi sonucu Altınordu basketbol takımının o ihtişamlı günleri sona ermiş. Yıldızların ayrılıp gençlerin mücadeleyi sürdürdüğü bu zor dönemde, Yılmaz Vardaroğlu bir yandan oyuncu-antrenör bir yandan şube sorumlusu olarak gemisini zor sularda yüzdürmeyi başaran kaptan olmuş. Ancak çabaları 1972-73 sezonu sonunda Altınordu’nun Türkiye Birinci Ligi’ne veda etmesini önleyememiş. Bir müddet sonra takımı bırakan Vardaroğlu bu süreci şöyle özetliyor: “Candoğan Sakaoğlu başkanlığı bıraktıktan sonra bir arkadaş grubu, şube yöneticisi olarak beni tayin etti. Her takımda olduğu gibi bir müddet sonra futbol ön plana çıktı. Ekiple yeni gelen yönetimin anlaşması mümkün olmadı. Bu bir kültür, görgü meselesiydi. Altınordulu olmanın ne olduğunu bilmeyen bir grupla karşılaşınca bıraktık.”

Altınordu’nun lig şampiyonluğunu ilan ettiği İzmir’deki Galatasaray maçının sonunda, başkan Candoğan Sakaoğlu’yla atılan tur. Oyuncular (soldan sağa): Haluk Tunçeri, Erdoğan Çengelli, Halil Dağlı, Atilla, Yılmaz Vardaroğlu ve arkada Hüseyin Alp.

Basketbola büyük bir sevgi duyan Yılmaz Vardaroğlu daha oyunculuğu devam ettiği sırada antrenörlük ve hakemlik lisanslarını almış. Hakem olarak İstanbul da dahil pek çok maç yönetmiş. Antrenörlük kariyeri de daha Altınordu’da oynarken takımını çalıştırmasıyla başlamış. Yetmişlerin başında FIBA antrenörü diplomasını da almış. Bu dönemiyle ilgili olarak da şöyle konuşuyor: “Babam, ‘Yılmaz ben senin FIBA antrenörü olduğuna inanıyorum da üniversiteyi bitirdiğine o kadar inanmıyorum. Sabah kalkıyorum, görüyorum çalışıyorsun; akşam yatıyorum gene çalışıyorsun,’ demişti. Altınordu’da oynamayı bıraktıktan sonra İzmir PTT’yi ikinci kümeye çıkardım. Kız takımlarını çalıştırdım. İzmirspor kız takımını çalıştırıyordum. Çocukların büyük bir kısmı öğretmendi. Tayinleri çıktı. İki maçımız kalmıştı. Bir tanesini kazansak şampiyon olacağız. Ormanspor küme düşmüş bir takım. Altı kişi toplayıp gidemedik maça. Sonra iş hayatı yüzünden antrenörlüğü de bıraktım. Türkiye’de şekerleme konusunda ilk zincir mağazaları kurdum. 100 küsur mağazaydı.”

1972’de Atina’da yapılan FIBA kursuna katılan Türk antrenörleri (soldan sağa): İbrahim Ortaç, Orhan Girgin, Savaş Küce, Yılmaz Vardaroğlu, Rüştü Yüce, Önder Seden, Şengün Kaplanoğlu.

Yılmaz Vardaroğlu iş hayatına daha basketbol oynarken atılmıştı. Peki basketboldan para kazanmış mıydı? Mesela en azından şampiyon oldukları zaman prim almış mıydı? “Ne primi? Ben zaten hep cebimden para vererek oynadım. Son zamanlarda deplasmanlara gitmekte zorlanıyorduk. Adnan Kıraklı para istemeye geliyordu bizim şekerci mağazasına. Bir gün babam, ‘Veriyorsun veriyorsun bu paraları, ne olacak?’ diye sordu. Bir tarihte benimle radyoda röportaj yapmışlardı. ‘Nasıl sporcu oldunuz?’ falan diye sorular sordular. Sonra, ‘Basketboldan kaç para kazandınız?’ diye bir soru geldi. Ben de gülüp cevap verdim: ‘Bir dönere transfer oldum.’ Altınordu’ya ilk kez transfer olurken yöneticilerden Hancıoğlu ile imzaya gitmiştik. Yaşım küçük olduğu için babamın vekaleti gerekiyordu. O da yanımızdaydı. İmzayı attıktan sonra Yalova diye meşhur bir restoranda döner yemiştik.”

Yılmaz Vardaroğlu antrenörlüğü de bıraktıktan sonra basketbolu uzun bir müddet seyirci olarak takip etmiş. Ancak son yıllarda salona gidip maç izlemeyi de bırakmış. Bunun sebebini de şöyle açıklıyor: “Maçlarda birbirimize bağırır çağırır, yeri gelir kavga ederdik ama maç bittikten sonra bir yerde gider birlikte yemek yerdik. Şimdi adamlar döner bıçağıyla gidiyor maçlara. İnanılacak şey değil. En son Karşıyaka salonunun açılışında maça gittim. Üç tane birbirinden güzel hanımefendi vardı, giyimleri kuşamları gayet iyi durumda. Fakat bir küfür ediyorlar, ağzım açık kaldı.”

Altınordu Müzesi açılış töreni, Aralık 2022.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.